İstiklal’de ‘gözün eşeg’/lensler konuşabilseydi
Altı-yedi yaşlarımdayken, Kamışlı sokaklarında arkadaşlarımla yaz sıcağında kim bilir kaç kez "gözün eşeg" oynamışımdır. En çok sevdiğimiz oyunlardan olsa da, kalabalık bir grup gerektirdiğinden, pek sık oynayamazdık. Oturduğumuz sokakta sadece iki arkadaşım vardı, yani bu oyun için sayımız yeterli değildi. Ama arada bir komşu sokaklardan çocuklar gelirdi; onlarla futbol maçı ya da misket turnuvası yapardık, sonra da sıra "gözün eşeg"e gelirdi. Oyunun adı bizim için buydu, bu adın doğruluğuna dair en ufak bir şüphemiz yoktu.
Benim kuşağımın Diyarbekirli büyüklerden öğrendiği birçok diğer Türkçe kelime gibi, bunun da telaffuzu yıllar içinde değişmişti. Oyunun asıl adının ‘uzuneşek’ olduğunu çok sonraları öğrendim. Arka arkaya dizilmiş sırtlardan oluşan ‘eşeğin’ tepesine atlamaya bayılırdık. Aslında, atlayanlardan mı, yoksa eğilenlerden mi olduğunuzun bir önemi yoktu. Küçük çocuklardık; ne kadar uzağa atlayabildiğimizle olduğu gibi, sırtımızda iki-üç kişi kişiyle ayaklarımızı üstünde durmaya ne kadar dayanabildiğimizle de hava atabiliyorduk. Atlayanlar inatla eşeğin sırtında kalmaya çalışır, sonra alttakiler pes eder ve eşek dağılır, oyun her zaman gülme krizleriyle sona ererdi. Bir gün İstiklal Caddesi’nde yürürken, tam da öyle, neşe dolu bir kahkaha sesi geldi kulağıma.
Çocukluğumdan beri ilk kez uzuneşek oynayan birilerini görüyordum. Nasıl da heyecanlanmıştım! Bu sahne beni neredeyse 45 yıl geriye götürmüştü. İşin komiği, oyunu oynayanlar çocuk değil, bir grup gençti. Onları derin bir nostaljiyle, uzun süre izledim ve bir kez daha, yüreğimde bir sıcaklıkla, sezgilerimi izleyip İstanbul’a taşınarak iyi ettiğimi hissettim o gün. Bu büyülü şehre gelişimden o güne dek geçen kısacık süre içinde birçok kez olduğu gibi, yine, gözlerimin önünde çocukluğumdan bir sahne ete kemiğe bürünmüştü işte. Birileri bana sürekli olarak evimde, yurdumda olduğumu hatırlatıyordu.

