VİCKEN CHETERİAN

Vicken Cheterian

Süleymani, ölümüyle, iki taraf arasında net bir çizgi çekerek (‘ya bizimle ya da bize karşı’) bahsi kazandı. İran şehirlerinde muhalefet gösterilerinin yerini rejim yanlısı çok büyük gösteriler aldı. Irak Parlamentosu, tepki olarak, ABD askerlerinin ülkeden çekilmesini talep etti; İran yanlısı birçok siyasetçi ve milis lideri intikam yemini ediyor.

Ayaz Muttalibov’un söyledikleri doğru olabilir mi? Yoksa, iktidarı kaybetmesi konusunda hasımlarını yani ülkedeki muhalefeti suçlarken, her siyasetçi gibi kendi işine gelenleri mi söylüyor? Azerbaycan’da muhalefetin, hükümeti düşürüp iktidarı ele geçirmek için kendi halkına yönelik bir katliam organize etmiş olduğuna inanabilir miyiz?

Muhafazakâr, sosyal mahrumiyetten muzdarip, mezhepçilikle bölünmüş bir şehrin binlerce sakininin, ‘Allah’ kelimesini oluşturan harflerin etrafında tekno müzikle dans etmesi, bir zihniyet devriminin işaretidir. Şehir birkaç gün içinde, 1979 İran İslam Devrimi’nden ileri sarıp ‘Trablusşam usulü’ 68 Mayısı’na ulaştı.

Aslında, cihatçılarla flört eden ilk ülke Türkiye değil. 1980’lerde üç ülke (Pakistan, Suudi Arabistan ve ABD) Afganistan’ı işgal eden Sovyet Ordusu’na karşı kullanmak istediği, ‘Arap Afganlar’ olarak bilinen Selefi cihatçıların ilk kuşağına para ve silah yatırımı yapmış, lojistik destek sağlamıştı.

Ermenistan’da 2018 yılında yaşanan değişimler, Karabağ uyuşmazlığı konusunda herhangi bir devrimci söylem üretmedi. Görünen o ki, Yerevan’da da, Bakü’de de, siyasi elitler bu çatışmanın nasıl çözülebileceğine dair bir tahayyülden yoksun. Buradan, diaspora Ermenilerine ve yurtdışında yaşayan Azerilere, cesur bir girişimde bulunup yeni bir diyalog başlatmaları için çağrıda bulunuyorum. Böyle bir adımla, belki, anavatanlarının geleceği açısından belirleyici bir önem taşıyan ama yaklaşık yirmi yıldır ‘felç’ durumunda olan bir süreci harekete geçirebilirler.

İsrailli iki tarihçi, Benny Morris ve Dror Ze’evi’nin ‘The Thirty-Year Genocide: Turkey’s Destruction of its Christian Minorities, 1894-1924’ [Otuz Yıl Süren Soykırım: Türkiye’nin Hıristiyan Azınlıklarını Yok Edişi, 1894-1924] başlıklı kitabını gördüğümde çok heyecanlandım.

‘Kuş Yuvası’nın anlattığı o kadar çok inanılmaz hikâye var ki, burayı ziyaret etmek için harcanan çabaya değiyor. Size soykırımın ve hayatta kalışın hikâyesini anlatıyor bu mekân. İttihat ve Terakki yönetimindeki Osmanlı Devleti’nin, Birinci Dünya Savaşı’nın gölgesi altında, Ermeni vatandaşlarını tehcir etme kararı almasıyla yani Ermeni Soykırımı’nın hikâyesiyle başlıyor. Bu hikâye başka yerlerde anlatıldı ama sonuçları hakkında pek bir şey bilmiyoruz.

Suriye’nin kuzeydoğusundaki fiilî Kürt yönetimi, 4-6 Haziran’da, çeşitli ülkelerden davet ettiği yaklaşık 200 kişinin katılımıyla, Kamışlı’da ‘Uluslararası IŞİD Forumu’ başlıklı bir toplantı düzenledi. Asıl mesele, İslam Devleti’nin alt edilmesinden ziyade, Kürtlerin özerkliğinin geleceği.

‘Gorky Venedik’te’, eşsiz bir sergi. Gorky’nin yaşadığı onca felaketin ardından eserlerinin yalnızca küçük bir kısmı bugüne ulaşabilmiş; bunlar arasından bu kadar çok parçayı bir arada görebilmek bile başlı başına büyük bir olay.

Jasem Mahmudyan’a, Irak’a gidip Ezidilerin kutsal mekânı Laleş’i ziyaret edip etmediğini sordum; etmediğini söyledi. Sincar’da yaşanan trajik olayların, Ezidi cemaatinin tamamı üzerinde sarsıcı etkileri olmuş; bazı aileler geçici olarak Ermenistan’a sığınmış ama sonrasında Avrupa’ya geçmişler. Alakyaz’dan Irak gerçekten de çok uzak görünüyordu.