BASKIN ORAN

Baskın Oran

İÇLİ DIŞLI

"Demokratik toplum” ve “Demokratik cumhuriyet” deyince, komşu üç ülkeyi bilemem ama, benim aklımda Türkiye için tek bir çözüm var: 1921 Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun (anayasasının), sonraki tüm anayasalardan İttihatçı zihniyet sonucu kaldırılan 11. Maddesi ve devamı . Günümüz diliyle:

Kürtler deyince, 1) Komşu Kürtler ve 2) Türkiyeli Kürtler diye ikiye ayıralım önce. Irak ve Suriye Kürtlerine ilişkin pek haber yok basında. İran Kürtleri hakkında ise haberler muhtelif. Şunu da ekleyelim: PJAK dış ilişkiler sorumlusu İran-İsrail savaşı için “Bu savaşta taraf değiliz. Ortadoğu’da mevcut iktidarların, çatışmacı siyasetlerin dışında üçüncü yol siyasal anlayışını savunuyoruz” diye konuştu. Türkiyeli Kürtlere gelelim. Bu kategoriyi de ikiye ayırarak: 1) Öcalan’ın ve DEM Parti’nin tutumları; 2) Bazı milliyetçi Kürtlerin X’teki yorumları. DEM Parti’nin “İsrail’in İran’a yönelik saldırıları bölgesel krizleri derinleştirmektedir” başlıklı bir açıklaması var. Bu açıklama Öcalan’ın söylediklerinden farklı değil. Öcalan neler söylüyor, alıntılar yapalım.

Başbakan Paşinyan, aynen SSCB’nin yıkılmasından hemen sonra 1991-98 arasında kurucu başkanlık yapan Ter-Petrosyan gibi bir politikacı: Diasporaya mesafeli, demokrasi ve barışa yönelik, realist, Türkiye’ye yaklaşmacı bir politika izliyor. Bizim Ulusalcılara sesleneyim burada, eğer Türkiye diasporanın ve Eçmiyazin Kilisesi’nin soykırım söylemi kelepçesinden kurtulmak istiyorsa, Azerbaycan vesayetinden kurtularak Ermenistan’la sınır kapılarını artık açar, Ermenistan’ın nefes almasına yardımcı olarak Paşinyan’ı destekler. Demiri tavında döver. Paşinyan da giderse dizlerini döver çünkü.

Kadınların erkek toplumumuzda ne hale getirildiklerine ilişkin olarak son bir ayda, hatta çok daha uzun zaman zarfında duyduğumuz en itici haber belki de şu oldu : Çok yakınlarda Ankara Bilkent Şehir Hastanesine jinekolojik tedavi olmak için başvuran 25 yaşında bir genç kadın Gençlik Danışma ve Sağlık Hizmet Merkezine yönlendiriliyor, oradaki yetkililer ise “evli olmadığı için” tedavisinin yapılamayacağını söylüyorlar... Bu türden şeyleri okuyunca binlerce, on binlerce, yüz binlerce, hatta insansılar da (hominidler) dahil edildiği takdirde milyonlarca yıl boyunca kadın egemenliğindeki bir anaerkil düzenin yaşanmış olduğu geliyor insanın aklına.

erel yönetimleri kabaca “belediyeler” olarak düşünürsek şu anda gelmekte olan tehlike şu ki, yaptığı (ve çok tepki çeken) kayyımlamalar yetmedi, belediyeleri merkezden atadığı vali ve kaymakamların emrine verecek bir yasa hazırlıyor Tek Adam Yönetimi. Hem de ilgili bakanlıkların ve çoğu AKP yöneticisinin henüz haberi bile yokken. 22 yıldır iktidarda olan bir liderin aklına bu niye şimdi geliyor?

Büyük tepki çekmeyi göze alarak diyorum ki, “Eğer Selahattin Demirtaş, böylesi eserler vermesi için şartsa, içerde kalsın!” Çünkü, Selo’nun bütün kitaplarını okuyan birisi olarak söyleyeyim: Bu seferki Jamal gibi bir romanı (bakınız, “bir romanını” demiyorum, “bir romanı” diyorum) hayatımda hiç okumadım.

Bildiri’de kasıt bu mudur kesin bilemem ama, Lozan Kesim III’te Gayrimüslim ve Müslim yurttaşlara (ve Kürt kelimesi kullanılmadan Kürtlere) getirilmiş hakların bugüne kadar inkar edildiği bilirim. Fesih Bildirisi hakkında Türk tarafındaki durum nedir ona bakmadan önce, Lozan’da verilen hakların yanı sıra, inkar açısından, Atatürk’ün Kürtlere 1919-1923 arasında yaptığı vaatleri bilmek önemli.

Sosyal, çevresel ve de parasal açmazların yanı sıra, Kanal’ın bir de ulusal güvenlik yönü var: Türkiye Cumhuriyeti bugüne kadar çok önemli 2 antlaşma yaptı: Lozan Barış Antlaşması ve ve Montrö Sözleşmesi.

Tıbbın yetersiz kalışını Sırrı’nın iyileştirilememesinde değil, iyileşeceğinin bi türlü anlaşılamamasında görüyorum. Çünkü o canım ciğerim benim. Bu sıfatı şimdiye kadar sadece Hrant için kullandım. Şimdi de canım Mülkiyeli kardeşim Sırrı için kullanıyorum.

Brunson’un yargılanması saçmalığın dik âlâsıydı. Rümeysa olayı da kafiye tutturdu. Filler çarpışıyor, otlar eziliyor. Ülke itibarlarını ayrıca hiç konu etmeyelim isterseniz.