BASKIN ORAN

Baskın Oran

İÇLİ DIŞLI

Kanal İstanbul hem yandaşlar için muazzam-ötesi bir rant projesiydi, hem de Erdoğan yönetiminin batan ekonomiye kan nakli için bir “dış merkez bankası” gibi kullandığı Katar için. Fakat bundan çok daha önemlisi, dış politika, iç politikanın (= iktidarda kalmanın) bir aracıydı.

Yandaşlar dahil Türkiye’de insanlar bu kadar hata yapılabilmesini anlayamıyorlar. Çünkü Montrö’yü (ve İstanbul Sözleşmesi’ni) dış politika olarak düşünüyorlar. Böyle düşününce, iç mi dışı yoksa dış mı içi etkiledi sorusu patlak veriyor. Oysa Tek Adam Rejimi’nin dış politikası filan yok. Sadece iç politikası var.

“MEB’in hazırladığı 'Şehrimiz Diyarbakır' adlı tanıtım kitabında Kürtler ve Kürtçeye dair tek kelime yer almadı. Kitapta kentte konuşulan dil Azerbaycan Bakü Türkçesine benzetildi. Kitabın 'Şehrin Riskleri' bölümünde 'Cinsel istismar' da zikredildi"

Bir Meclis başkanının en aslî görevi, ülkenin en üst hukuk metni olan Anayasayı korumak. Bu Anayasanın ne olduğunu söyleyecek olan da tabii ki AYM. Başkan nasıl olur da kalkıp AYM kararı “yatay” der? AKP-MHP iktidarı içte ve dışta o kadar sıkıştı ki, adamlarına yeni hukuk kavramları icat ettirmek zorunda kalıyor.

İnsan haklarının en özel ve en zor dalı olan azınlıklar konusunda bile “dış müdahale”yi Lozan Anlaşması'nda açıkça kabul etmişiz. Ardından Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin zorunlu yargı yetkisini Ocak 1990’da kabul etti. Dahası, Mayıs 2004’te Anayasa'ya şu fevkalade önemli cümleyi ekledi: “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”

Yalnız, ufak bir problem var: O fotoğraflar, Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair 6151 sayılı Kanun’un uygulaması olarak Kandil’e resmen yapılmış ziyaretin fotoğrafları. O sırada İmralı’da resmî yetkililer Öcalan’la görüşmekte, milletvekilleri de Kandil’de PKK’yla.

Şimdi yapılan nedir, Macron’la didişmede GS Üniversitesi’ni top mermisi olarak kullanmaktan başka?

Türkiye’nin en seçkin üniversitesini kontrole alabilmek için önce bir “seyyar kayyım” atadılar rektör diye. Bu zat, yanına 2 adet yardımcı bulabilmek için bir ay uğraştı, sonra baktı bunun daha yönetim kurulu var, senatosu var, böyle götürebilmesi çok yaş iş, anlaşılan akıl da verdiler ve dediler ki, ‘Olum, sana arkasını dönenlerle uğraşacağına sen buraya TIR’larla hoca taşı, burayı kestirmeden fethet’.