YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Enkazın bir kısmı yerinde durur, binlerce insan yakınlarının akıbeti hakkında hâlâ bilgi edinemezken iktidarın ‘inşaat’ propagandasına devam etmesi, hayır kurumlarının kendilerini ticarete vermesi, AFAD gibi kuruluşların içinin boşaltılması bize şunu gösteriyor: Devlet kendi işine bakıyor. Bir şirket gibi.

Şimdi toplum on binlerce ölüyle, hâlâ enkaz altında olan on binlerce kişiyle, evsiz barksız ve çaresiz biçimde geleceğini düşünüyor. Bölgede kalanlar çadır bile edinememiş vaziyette. 20 Şubat’ta yaşanan ikinci depremlerde hayatını kaybedenlerin ve yaralananların bazıları, kalacak yerleri olmadığı için hasarlı binalara girmek zorunda kalanlar. İşte bu tablo içinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan her fırsatta birilerini azarlıyor, yeni bir düşman yaratmaya çalışıyor.

Maraş merkezli iki depremin yarattığı büyük yıkımla mücadele sürerken sivil toplum kuruluşlarının bölgede yaptığı çalışmaların kimi zaman engellendiği yönünde haberler de kamuoyuna yansıdı. Ancak bölgede tüm zorluklara rağmen çalışma yürüten kuruluşlar da var. Geçtiğimiz hafta Hakikat Hafıza Merkezi, Eşit Haklar Derneği, Hak İnisiyatifi, Yurttaşlık Derneği, FİSA Çocuk Hakları İnisiyatifi ve İnsan Hakları Ortak Plaftormu’nun aralarında bir grup STK’nın temsilcisi bölgeyi gezerek sorunları saptamaya çalıştı. Yurttaşlık Derneği’nden Emel Kurma ve Nida Kara sorularımızı yanıtladı.

1999'daki gibi devletin çöküşünü görüyoruz. Ama 99'dan farklı olarak Twitter ve sosyal medya var. Yardım çağrıları paylaşılıyor, arama kurtarma ekiplerinin ulaşmadığı yerlerden görüntüler geliyor, insanların nasıl kendi çabalarıyla yakınlarını kurtarmaya çalıştığı yansıyor. Son yıllarda iktidarın sözünden çıkmamak durumunda kalan merkez medya haber kanalları da bu depremde özellikle muhabir düzeyinde elinden geleni yapıyor. Ama bir direnç var ki o bir türlü aşılamadı.

Türkiye’de AKP’den önce de demokratik kanallar işlemiyordu. Dolayısıyla güçlü olsun, güçsüz olsun, eski parlamenter sistemin Türkiye’ye yeni bir ufuk açması zor. Geçmiş seçimleri bile hatırlamak yeterlidir. Süleyman Demirel'in 1980'lere damga vuran "Konuşan Türkiye" sloganı ya da Bülent Ecevit'in "Ne ezilen ne ezen, hakça düzen" sloganı, o günkü kilitlenmişliklerin ötesini işaret eden, gündem yaratan sloganlardı.

Cinayet davasına gelirsek; pek bir şey olmadı. Kamu görevlilerinin yargılandığı davada mahkeme son derece eksik bir karar vermişti. Seni hedef hâline getirenler yargılanmadığı gibi, yargılananlar açısından da dengesiz ve adalet bekleyenleri hiç tatmin etmeyen bir karar çıkmıştı. Hükümet bir anlamda “Bu kadarla yetinin” mesajı veriyor. Ancak bu tutuma karşı hukuki mücadele de her zeminde sürüyor.

Siyasette taktik hamleler, stratejiler elbette önemli ancak bu süreci bir labirent haline getirip o labirentlerde aylarca dolaşmanın da alemi yok. Altılı Masa için söylüyorum bunu. Net olmak, siyasi iddianızı ortaya koymak her zaman daha önemlidir. HDP de bunu yaptı.

Siyasi yasak, sessizce kabullenilmesi değil, tam tersine mücadele edilmesi gereken bir iktidar hamlesi. Kritik anlarda bu tür hamlelerle yüzleşmek gerekir. Aynı AKP’nin 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde 27 Nisan muhtırası ile yüzleştiği ve kabullenmediği gibi. Ya da Bülent Ecevit’in 1971’de 12 Mart muhtırasının dümen suyuna girmeyişi ve kurulacak hükümete İsmet İnönü liderliğindeki CHP’nin destek vermesine karşı çıkarak CHP’deki görevinden istifa etmesi, oylamaya katılmayışı gibi.

Yapımcı ve yazar Kazım Gündoğan’ın “Alevileş(tiril)miş Ermeniler” kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan çıktı. “Dersim’in Kayıp Kızları” belgeselinden de tanıdığımız Kazım Gündoğan ile yeni kitabı üzerine konuştuk.

Diyelim ki, tam İmamoğlu aday gösterilmişken Yargıtay’dan gelecek bir ceza onaması, Altılı Masa’yı adaysız bırakabilir mi? Kılıçdaroğlu’na yakın çevreler bu seçeneği öne sürerek böyle bir risk almanın gereksiz olduğunu söylüyor. Teknik olarak haksız değiller. Ancak bu senaryo bu sefer de altı ayrı muhalefet partisinin kimi aday çıkaracağının iktidar tarafından belirlenmesi gibi hazmı zor bir tablo ortaya çıkarıyor.