TANER AKÇAM

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları 23 Nisan vesilesiyle Meclis'te bir konuşma yapmış ve şu önemli cümleyi sarf etmiş: “Cumhuriyetin ikinci yüzyılında krizlerden çıkışın yolu 1920 ruhuyla 1921’de yapılan toplumsal mutabakatın güncellenmesinden geçmektedir.” Sayın Hatimoğulları’nın niyetini anlıyorum. İyi niyetli bir girişim diyelim ama dananın kuyruğu öyle değil. Tarih bize 1920 ve 1921 ‘Ruhu ve Toplumsal Mutabakatı’ konusunda başka bilgiler veriyor.

Sevr ve Lozan’ın sözünü ettiğim maddeleri üzerine niye hiçbir tartışma olmadı? Bu maddeler, 1912’den başlayarak 1923’e kadar devam eden savaşın yarattığı yıkımların ve katliamların doğrudan ve dolaylı sonuçlarını ele alan maddelerdir. Acaba bu maddelerin hemen hiç tartışılmamış olması, savaş yıllarının katliamlarını, Cumhuriyet’in kuruluş tartışmasına dahil etmek istememek nedeniyle olabilir mi?

Ayşe Hür’ün sahte olduğunu ileri sürdüğü benim yayınladığım mektuplar Hasan Saltık arşivinden. Dersim Gazetesinde yayınlanan belgelerin biri Hasan Saltık diğerleri Cumhuriyet Arşivinden. Ayşe Hür her iki arşivdeki belgelerin “iktidara yakın bir mahfil tarafından üretilen bir dizi sahte belge” olduğunu iddia ediyor. Bu iddia, normal düşünce sınırlarımızı zorlayan çok tuhaf bir iddia.

Elimizde, 17 Aralık 1946 tarihli, askerliğini 1937/38 yıllarında Dersim’de çavuş olarak yapmış Ali Öz isimli bir kişiye ait bir mektup var. Ali Öz, Dersim’de katliamları doğrudan örgütleyen Abdullah Alpdoğan’ın koruması olarak görev yapmış ve birçok cinayete hem şahitlik etmiş hem de doğrudan katılmış. Özellikle Abdullah Alpdoğan’ın doğrudan işlediği cinayetleri anlatıyor. Ali Öz’ün mektubunu farklı kılan, ‘şahitliği’, faillerin isimlerini doğrudan anmasıdır. Alpdoğan’ın, ‘Ermenilerin kökünü kuruttuk şimdi sıra Kürtlere ve Kızılbaşlara geldi’ yollu sözleri Türkiye tarihinin çok özlü bir anlatımı gibidir.

Taner Akçam, Dersim Katliamı döneminden önemli bir evraka, dönemin Dahiliye Vekili Şükrü Kaya'nın komutan Abdullah Alpdoğan'a gönderdiği bir mektuba ulaştı. Mektuba göre zehirli gaz emri dönemin Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk ve Başbakanı İsmet İnönü'den gelmiş. Kaya mektubunda ayrıca "Bütün o şakileri mağaralara göm, göm ki bir daha canlanmasınlar" diyor. Akçam yazısında zehirli gaz tedarikine dair başka evraklar da paylaşıyor.

Eşitsizliğin temelinin Cumhuriyetin “kurtuluş ve kuruluş” yıllarında atıldığının farkında değiliz. Cumhuriyetin kuruluşundan kaynaklı yapısal bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu görmüyoruz. New York Times gazetesi, 2019 yılında bir proje başlattı ve ABD’nin bilindiği gibi 1776’da kurulmadığını fakat 1619 yılında Afrika’dan getirilen ilk köle grubu ile kurulduğunu iddia etti. Tezleri çok basit: ABD’nin, İngilizlere karşı, yani anti-emperyalist bir savaşın sonucu özgür ve bağımsız bir ülke olduğu tartışma götürmez. Ama kuruluşun sadece İngilizlere karşı “bağımsızlık ve özgürlük” savaşı ile olduğunu söyleyenler aslında kuruluşun bir başka özelliğinin üstünü örtüyorlar. Amerikan “bağımsızlık savaşı” köleliği korumak için de verilmişti.New York Times, bugün Amerika’daki ırkçılığın yaygın olmasının en önemli nedenlerinden birisinin, ırkçılığın (kölelik sisteminin) yapısal olarak Amerika’nın kuruluşunda yer alması, olduğu ileri sürdü. Türkiye’nin durumunun da buna benzediğini düşünüyorum.

Dadrian, Erivan’da bir devlet mezarlığına resmen “atılmıştı”. Bir kimsesiz gibi gömülmüş, mezarı üzerine en küçük bir işaret dahi konmamış ve mezar yerini yabani otlar kaplamış, bir çöplüğe dönmüştü. Maggie Goschian ve arkadaşları, mezarın yerini uzun uğraşlardan sonra bulabilmişlerdi.

Hrant Dink, Türkiye’nin Martin Luther King’idir. Hrant Dink, aynı Martin Luther King gibi, Cumhuriyetin kuruluşunu sorgulayan bir felsefeye sahip olduğu için öldürüldü. Eşit Yurttaşlık hakları istediği için öldürüldü.

Bu ülkede eğer yeni bir Cumhuriyet istiyorsak, artık bu savaşı bitirmemiz ve bu savaş dilinin dost ve düşmanlarına bir son vermemiz; kendimize yeni bir kuruluş hikayesi anlatmamız gerekiyor. Ve bu kuruluş hikayesi, başta Ermeni soykırımı olmak üzere, yaşanan tüm yıkımları, Cumhuriyetin kuruluş hikayesinin bir parçası yapması gerekiyor.

Anlaşılan, T24 önemli bir tercih değişikliği yaşıyor, bir nevi kabuk değiştirme gibi... Ve bu kabuk değiştirmenin Ermeni sorunu etrafında yaşanıyor olması hiç de tesadüfi değil. Çünkü bilindiği gibi, milli meselelerimiz içinde “en hassas olanı” Ermeni meselesi.