Sanat piyasasında neler oluyor?

Kriz, sanat piyasasının kapısına dayandı. Güncel sanat ortamı birkaç ay içinde Elipsis ve Manâ gibi iki önemli galerisini kaybedince, bir durum değerlendirmesi yapma gereği doğdu.

Türkiye güncel sanat piyasası bir süredir kimi galerilere kepenk kapattıran, kimilerininse tehlike sinyalleri vermesine neden olan bir krizle boğuşuyor. 2000’li yıllarda sanat piyasasında yaşanan yükseliş, 2011’den itibaren yerini hızlı bir düşüşe bıraktı. Türkiye’nin fotoğraf sanatına odaklanan tek galerisi Elipsis, 6 Aralık’a kadar süren son sergisinin ardından kapandı. Sanat ortamının genç ama güçlü aktörlerinden Galeri Manâ da, Ekim ayında kapatma kararı aldığını açıklamıştı. Bu örneklere yenilerinin ekleneceğine dair söylentiler şimdiden kulaktan kulağa yayılmaya başladı. 

Sanat piyasasına kararlı adımlarla giren Galeri Manâ, ticari bir kurumdan çok bir enstitü tavrıyla çalışan, uluslararası alanda da önemli sanat fuarlarına katılan bir galeriydi; ani bir kararla kapatılması çoğu kişiyi şaşırttı. Elipsis’in kapanma süreci ise farklı gelişti; galerinin son sergisinin küratörlüğünü yapan Nazım Hikmet Richard Dikbaş, Elipsis’in kapanmasıyla yaşanan kaybı şu sözlerle açıklıyor: “Elipsis, Serkan Taycan’dan Gilbert Garcin’e, deneysel işler yapan, çoğunlukla fotoğraf tekniğini kullanan sanatçıların bir araya geldiği, Türkiye’nin fotoğrafa odaklanan tek güncel sanat galerisiydi. Galerinin 17 yerli ve yabancı sanatçısı vardı. Artık onlar Türkiye’de bir galeri tarafından temsil edilmiyorlar. Sanatçıların yapıtlarını kişisel sergilerinde sergileme imkânları büyük ölçüde ortadan kalktı. Fotoğraf bölümü öğrencileri, iyi işler yapan genç fotoğraf sanatçıları, Elipsis’i, kendilerinin de dahil olabileceği bir oluşum olarak görüyorlardı. Bu ihtimal de ortadan kalktı. Bu çok moral bozucu.”

Koleksiyoncuların ticari ahlakı yok

Temelleri hiç de sağlam olmayan bir piyasada, sanat eseri fiyatlarının hızla yükseltilmesi, bu düşüşün en önemli nedenlerinden biri olarak gösteriliyor. Bu yükseliş öyle bir hal aldı ki, örneğin ilk kişisel sergisini açan, genç bir sanatçının bir metrelik tuvali, 15-20 bin lira bedelle satışa sunulabiliyor. Genç sanatçıların eserleri ardı ardına müzayedelere çıkıyor. Bu süreç, başta galeriler olmak üzere, ticari sanat kurumlarının etkisiyle ilerliyor; piyasanın fiyatlandırma politikasına verdiği tepkilerle şekilleniyor. Bazı sanatçıların eserlerinin fiyatlarının fazlasıyla yükselmesinden dem vurulurken, fiyatları uluslararası standartlara göre gereğinden yüksek olmasına rağmen yapıtlarını satabilen bir sanatçının durumu mazur görülebiliyor. Bir sanatçının işlerinin hem pahalı, hem de satılabilir olması, bir tür başarı ölçütü olarak kabul ediliyor.

Diğer taraftan, yerli koleksiyoncular, sanat eseri alırken talep ettikleri yüksek indirim oranları ve yatırım amaçlı eser alımları ile, fiyatların şişirilmesinde rol oynuyor. Beral Madra, 19 Kasım’da Pluversum adlı blogda yayımlanan yazısında, kapanacağı yönünde iddialarla gündeme gelen Kuad Galeri’nin varlığını sürdürebilmesi için yeni yöntemler aradıklarını belirtirken, topu koleksiyonculara atıyordu. Türkiye’de güçlü ve bilgili bir koleksiyoncu kitlesinin olmadığını, eser biriktirenlerin de yüzde 80 oranında modernist yapıtlara yöneldiğini anlatan Madra’ya göre, kamusal desteğin ve kurumların mumla arandığı ülkemizde, güncel sanat galerilerini ve sanatçıları kalkındırabilecek, piyasanın devamlılığını sağlayabilecek bir koleksiyonculuk müessesesi de yok. Buna karşın, yoğun bir güncel sanat üretimi var. O yüzden, yaşananlar, kaçınılmaz sonun emareleri.

Elipsis’in kapanmasının nedenlerini açıklayan Dikbaş da, esas sorunun, galerinin yeterince satış yapamaması, koleksiyoncu sayısının yetersiz olması veya galeri sahibinin işini iyi yapmaması değil, sergilenen işleri almak isteyen koleksiyoncuların, diğer herhangi bir ticaret dalında telaffuz dahi edilemeyecek, absürt indirim oranları ve ödeme yöntemleri talep etmeleri olduğunu ifade ediyor. “Türkiye’de koleksiyoncular arasında hiçbir zaman bir ticari ahlâk olmadı. Ülkenin ekonomik ve siyasi ahlakının iyice yozlaştığı bu dönem, insanları daha da iştahlandırıyor. Bu insanlar hükümetin karşısında bir siyasi görüşü savunuyor gibi görünseler de, ahlaki davranışları ve o ahlak üzerine kurulu ekonomik davranışları, hükümetin yoz ekonomik politikalarından hiç farklı değil. ‘Ben güçlü olduğum için sen de bana tabisin’ anlayışı mevcut.”

Başka bir sistem mümkün

Peki, hem galericiye, hem sanatçıya, hem de sanat sektörünün diğer çalışanlarına zarar veren bu açmazdan nasıl çıkılır? Sanat piyasasının krize sürüklenmesinde sadece müzayedeci, galerici, sanatçı veya koleksiyoncunun değil, şimdiye kadar bu sektöre karışmayan devlet kurumlarının da sorumluluğu var. Özel ve ticari sanat kurumlarına devlet desteği sağlanması, sanatçıyı destekleyecek ve piyasanın baskılarını hafifletecek kamusal kurumların oluşturulması da, artık hayati bir önem taşıyor.

Ancak Dikbaş, bu aşamada başka türlü bir sistem öneriyor: “Özellikle siyasetle, toplumsal ve bireysel hayatlarımızla ilgili daha derin düşünmeye başladığımız bu dönemde, bu sistemi de baştan düşünmemiz lazım. Biz Hafriyat grubuyla, İnsan Hakları Vakfı’nın 20. yılı sergisiyle, sanat inisiyatiflerinin faaliyetleriyle, İstanbul dışında da bienal yapılabileceğini kanıtlayan örneklerle ve Gezi Direnişi’yle bu durumun başka türlü olabileceği ihtimalini, bu ilişkilerin başka türlü kurulabileceğini ve genişletilebileceğini gördük. Sanatçı haklarını korumak için, örgütlenmeyi bir tür ortak yaşam alanı oluşturacak şekilde genişletmemiz gerek. Ta ki koleksiyonculara veya işlemeyen bu düzenin maddi tarafına nefretle veya sevgiyle değil, ilgisizce bakabileceğimiz âna ulaşana kadar... Başka türlü sergiler yapma yöntemlerini düşünmeliyiz.”

 

Kategoriler

Kültür Sanat Sergi

Etiketler

Sergi


Yazar Hakkında