VAHAKN KEŞİŞYAN

Vahakn Keşişyan

Eski yıl

Eskisi, yenisinden daha mühim. Öyle diyor Patrick Modiano, ‘Kaybolan İnsan’ adlı kitabında. Geçmişini kaybetmiş bir insanın hikâyesi. Her yerde kendini arayan, yavaş yavaş geçmişi, dolayısıyla kendini keşfeden bir insanın hikâyesi. Bir geçmişe sahip olmadan, var olmak mümkün değil. Geçmiş, bizi biz yapıyor. Hafıza kaybına uğramaksa, her şeyi kaybetmek manasına geliyor. Sonra yollara düşüp, sokak sokak, bina bina, bir geçmişi aramak zorunda kalıyoruz. 

Yeni yılı kutlarken, herkes, geleceğe dair umutlarını arzularını ve beklentilerini dile getirir. Halep’te bir alışkanlık vardır, yeni yıl gecesi masada otururken, kadehler ‘yeni yıla’ kaldırılır, ve “Geçen yıl çok kötüydü, bari gelecek yıl iyi olsun” denir. Bunun tam aksini gördük Facebook’ta; herkesin ne kadar mükemmel bir yıl geçirdiğini, pırıl pırıl sergilenen fotoğrafları gördük. Garip bir tezat oldu bu. Ama zaten geçmişe ve geleceğe bağlı olan her şey o kadar soyut ki...

Seçmelerle hatırlıyoruz geçmişi. Bugün ne olmak istiyorsak, bizi istediğimiz gibi yapan geçmişi hatırlayıp, istemediğimiz geçmişi unutabiliyoruz. Bu anlamda belki de Modiano’nun roman kahramanı bayağı kârlı durumda; her şeyi unutmuş, güzel fotoğraflarda arıyor kendini. Fotoğraflarla geçmişi arama sahnesi, biraz da Krikor Bılıdyan’ın ‘Kapılar’ adlı kitabını hatırlatıyor. Türkçeye hâlâ çevrilmemiş olan bu romanın kahramanı, fotoğraflara bakarak, kendi geçmişine doğru kapıları birer birer açıyor ve yeni gerçeklerle yüzleşiyor. Ama bu ‘yeni’ gerçekler, kendi özgeçmişinin gerçekleri. Geçmişe doğru yolculuk ederken, kendini buluyor.

Modiano ve Bılıdyan geçmişe doğru giderek kendilerini keşfetmeye çalışırken, biz de 2015’e doğru ilerlerken, aslında geçmişe, 100 yıllık bir tarihe doğru yolculuk yapmaya hazırlanıyoruz hep birlikte. Geçmişin geçmiş olmadığı, geleceğin de kendi kendine gelmeyeceğini bilmemiz gerekiyor artık. Ya birlikte bir ortak gelecek kurmaya doğru ilerleriz, ya da geçmişte takılıp kalırız hep birlikte.

Bu aralar sinemalarda, Christopher Nolan’ın ‘Interstellar’ adlı filmi oynuyor. Filmde, astronotlar geleceğe doğru yolculuk ederken kendilerini geçmişe doğru bakarken buluyor, ve gelecekte olmalarına rağmen, kendi geçmişlerine, geleceğe dair mesajlar gönderiyorlar, ki gelecekteki afetler gerçekleşmesin. Evet, biraz karmaşık, ama filmdeki mesaj çok net: Geleceği kurmak için, geçmişi keşfetmelisin.

Gelecek ile geçmiş, birbirine karışmış biçimde önümüzde duruyor. Evet, bu pek öyle saate ve takvime bakılarak anlaşılacak bir şey değil ama günlük hayat, hele toplulukların hayatı, o kadar da basit bir güzergâhta ilerlemiyor. Geçmiş bazen o kadar gerçek ki, hiç de geçmiş değil. Gelecek ise, bazen o kadar uzak ki, hiç de gelecek gibi değil. Bazen de biz geçmişte yaşıyoruz, ya da kendimizi ‘gelecekte yaşıyoruz’ fikriyle teselli ediyoruz. Bazen geçmişten kurtulmak istiyoruz, ama geçmişten kurtulunca kendimizi kaybediyoruz. Ermenistanlı müzisyen Rupen Hakhverdyan’ın bir şarkısında dediği gibi, sonra geçmişimizi özlüyoruz, geri gelmesini istiyoruz, ama çoktan geçmiş olduğunu, geri gelmeyeceğini anlıyoruz.

Yeni yıla girerken, gelecek ile geçmişin birbirine girdiği o ânın, o bir saniyenin, aslında diğer saniyelerden bir farkı yok. Ama insanların böyle belirleyici, ayırt edici noktalara ihtiyaçları var. Geçmişi gelecekten ayırmak çok önemli. Saatsiz ve takvimsiz uygarlık olmaz ki; medeniyet tümüyle çöker, kaybolur. Neden? Çünkü insanlığın, geçmişteki yanlışlıkları gelecekte düzeltmek için bir araya, belli bir dönüşüm noktasına, bir kilometre taşına ihtiyacı var. Belki başka kullanımı da vardır saatlerin ve takvimlerin, ama Modiano, Bılıdyan, Nolan ve Hakhverdyan, zamanın aslında çok yapay bir şey olduğunu gösteriyorlar. Ӧnemli olan, geleceği kurtarmak değil, geçmişi düzeltmek.

Yeni yılınız kutlu olsun, ama eski yılınız da kutlu olsun.