İnsanı yenileyen şehrin ardından

Geçen Ağustos’ta başlayan New York molam sonlandı. Bir şehirde uzunca vakit geçirip döndükten sonra “Nasıl geçti?” sorusu, çoğu zaman sevimsiz oluyor, çünkü her şeyi üç cümleyle özetlemek, o şehre haksızlık olacakmış gibi geliyor. İlk kısa özet: New York’u çok sevdim, çok farklı duygular yaşattı bana New York City! New York, yalnızca 24 saat yaşayan bir şehir değil, yaşanmasını talep eden, keşfettikçe güzelleşen, içinde binlerce rüya barındıran apayrı bir dünya.

New York özlemiyle terbiye edileceğim yüzlerce şey var. Columbia Üniversitesi ve sunduğu eğitim ortamı, entelektüel hazinesi ve fiziki şartları, özleyeceklerimin başında gelecek. Diğer özleyeceğim şeylerse kısaca: Metro istasyonlarındaki nefis müzisyenler; Harlem’de 1969’dan beri hiçbir değişime uğramayan Samuel Hargess Jr’un açtığı caz bar Paris Blues, Samuel’in sizi kapıda karşılaması; yine Harlem’deki ‘soul food’ yemekleriyle, çalışanları ve sunduğu ortamla Red Rooster; güçlü anlatımıyla harika bir müzecilik örneği olan Tenement Müzesi; New York Halk Kütüphanesi; Columbia Universitesi’nin kendisine hayran bırakan Butler Kütüphanesi; Book Culture ve Strand gibi kitabevleri; yasaklar döneminde faaliyete giren ve yüz yıldır aynen korunan gizli barlar; Ewan McGregor, Jake Gylennhall, Bradley Cooper, Michael C. Hall gibi oyuncuların muazzam performanslarını sahnede izleyebilmek; Metropolitan Opera’yı ve dudağımı uçuklatan büyük prodüksyonlar; Brooklyn, Brooklyn’den Mahnattan’a bakmak; şehrin büyük ve göz kamaştıran ışıklar; Astoria, oradaki Yunan ruhu; Times Square Metro İstasyonu’nu her cumartesi akşamı koca bir dans pistine çeviren ve herkesin gidecekleri yere -iyi ki- gecikmelerine neden olan Meetles grubu; Greenwich Village; East Village; parkların, kafelerin, restoranların ve barların çeşitliliği; dünyanın en güzel çocuklarının yetiştiği Chelsea Hotel’in önünden geçmek; ailem olan canım dostlarım (Asena, Oriol, Petar, Lynn, Raba), evini paylaştığım, hayatımda tanıdığım gönlü en geniş ve en ilham verici kadınlardan biri olan Anna Avagyan ve onun o evde çizdiği resimlerle ve ürettiği tasarımlarla yarattığı o özel ruh; New York’taki Ermenistan kokulu evim…

Özlemeyeceklerim

Tabii özlemeyeceğim şeyler de var; mesela, evlerde çamaşır makinesi olmamasını ve adım başında bulunan çamaşırhanelerde çamaşır yıkamayı; Times Square, Fifth Avenue gibi yerlerdeki insanı yoran ve yer yer çığlık atma isteği uyandıran kalabalığı; bol hamurlu, sosisli, patatesli ve peynirsiz kahvaltıları; Amerikalıların azıcık da olsa beğendikleri şeyleri hemen ‘amazing’ olarak nitelemelerini; aşırı pahalılığı; New York’un her yerinde görebileceğiniz ve sayıları azımsanamayacak kadar görünür olan ve insanın içini acıtan evsizleri; New York’taki tabakalaşmayı; siyahlara yönelik ayrımcılığı ve bir de uzaklığını, istediğin zaman sevdiklerine telefon dahi edememeyi hiç özlemeyeceğim.

Özetle, bazı şehirler vardır sizi yetiştiriler, size hayat verirler; New York, işte o “üzerimde emeği büyük ve ne kadar minnet duysam az” dedirtecek olan ve insanı yenileyen şehirlerden…

Kategoriler

Derkenar

Etiketler

New York şehir


Yazar Hakkında