KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

Noel Baba, kadınlar, translar

Cürüm ortamı diye bir şey varsa, nefretin olağan ve sıradan görünmesiyle oluşuyor. Bir kez o hedef gösterilene kayıtsız, hatta saldırıyı olumlayıcı dili kullanmaya başladınız mı, kötülüğün meşruiyet kazanmasına siz de ortak oluyorsunuz. Bolu’da Büyük Birlik Partisi üyelerinin ‘yılbaşı kutlamalarına tepki’ adı altında kentin en işlek caddesinde yaptığı gösteri ve eylemin sunuluş tarzı, tam da buna örnekti.

Protesto gösterisinde, temsili yeniçeri, elinde kılıç, vatandaşlara hediye paketleri dağıtan Noel Baba’yı kovalarken görülüyor. Ve haberlerde, bütün bu yaşananlar ‘ilginç bir eylem’ olarak tarif ediliyor. Bilmem ki, ülkenin pamuk ipliği dengelerini sarsmak üzere rahiplerin saldırıya uğrayıp öldürüldüğü, misyonerlik gerekçesiyle insanların en vahşi şekilde katledildiği bir ülkede, Noel Baba’nın şahsında Hıristiyanlığa ve Hıristiyanlara saçılan nefret bu kadar rahat karşılanası bir şey midir? Keza Milli Gazete, ‘Uyma şeytana! Aldanma! Kutlama!’ mesajı verdiği manşetinde Noel Baba figürünü ‘şeytan’ olarak resmederken ve “İbrahim’in karıncası mı, Hıristiyan kutsalının zangoçluğu mu? Bu gece; Müslüman’ın tarafını belli edeceği bir gece” ifadesini kullanılırken sadece görüş mü belirtmiş sayılır?

Benzer sorular, erkek şiddetinin, çetelesi tutulacak kadar vahim boyutlara ulaştığı bir ülkede zaten ismi Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olan makamın temsilcisi Ayşenur İslam’ın “2011-2013 yılları arasında Almanya’da kadın cinayetleri 303, Türkiye’de ise 170 olmasına rağmen Almanya ile ilgili hiçbir haber yok, ülkemizdekini sağır sultan bile duyuyor” ifadeleri için de sorulabilir. Hayatların istatistiki veriye indirgenip hicap verici karşılaştırmalara malzeme kılındığı bu bakış açısı mı Türkiye’nin en yakıcı toplumsal sorunlarından birini çözecek? Üstelik, ille de verilerden bahsedilecekse, bianet’in hazırladığı erkek şiddeti çetelesine göre 2011-2013 döneminde erkeklerin en az 636 kadını öldürdüğünü de anımsatmak gerekir. Gerçek ölüm oranlarından bile bihaber sorumluların bu sorunla nasıl başa çıkacakları da en büyük uzmanlık sorusudur elbet.

Yılın ilk bebeğini ziyaret eden Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun, anneliği bir kariyer olarak tanımlaması, Kızılay Genel Başkanı Ahmet Lütfi Akar’ın katıldığı bir televizyon programında HIV/AIDS konusundaki tüm bilimsel araştırmaları inkâr ederek, AIDS’in eşcinsellerden bulaştığını savunabilmesi de ibretlik söylemler olarak upuzun bir zincirin son halkalarını oluşturdu. Siyasilerin dilinden “fıtrat”, “mahrem-namahrem”, “iffet”, “doğum kontrolü ihaneti” sözleri düşmezken, baskı ve şiddete direnerek kendi hayatını başlatmaya çalışan kadının bu denli rahat hedef olmasında şaşılacak bir şey yok. Keza, sürekli nefret cinayetlerine maruz kalan, katilleri türlü gerekçelerle cezadan kurtarılan bir düzende transseksüellerin bıçak sırtı hayatı da elbet sistemin ve erkin zerre umrunda olmayacak.

Oysa, geçtiğimiz günlerde Boğaziçi Köprüsü’nden atlayarak intihar eden 23 yaşındaki trans kadın Eylül Cansın’ın son sözleri, görmeye hazır olana, birçok gerçeği bir arada gösteriyordu. Bu genç kadın bir yanıyla toplum tarafından dışlanmanın ne demeye geldiğinin canlı ifadesi, diğer yandan da yalnız yaşayan ve kimseye bağlı olmadan çalışan bir seks işçisinin maruz kalacağı zulmün simgesiydi. Üstelik, bu zulüm devlet politikaları kaynaklı olduğu kadar, kendisini dışlayan erkin öğütücü çarklarını bünyesinde yeniden üretenlerin de eseriydi. “Birçok insan benim arkadaşımdı ama arkadaşım değilmiş. Ben artık yapamıyorum, bunu öğrendim. Yapamadım, çünkü insanlar bana izin vermedi, çalışamadım” diyen Cansın, değişmesi gerekenleri, hayatı pahasına göstermiş oldu.

Erkin faşizme göz kırpan en büyük tehlikesi, herhangi bir yönden farklı olanı kendisine karşıt olarak kodlaması ve katlini vacip ilan etmesi. Aileden başlayarak toplumun her bir katmanında küçük devletçikler inşa etmeye ve hiyerarşik bir zulüm ve mağduriyetler silsilesi sergilemeye meyyal bu yapıya karşı küçük özerk zaferler değil, her tür sorumsuzluk ilanını ve inkârı reddeden, topyekûn bir mücadele gerektiğini fark etmedikçe, bu kirli oyunun parçası olmaktan öte bir rol yok hiçbirimize. Bu da pek acıklı, pek sefil bir senaryo. Ne de olsa hayat her şeye muktedir. Onu yaşayanlar da öyle.