Huşamadyan: Geçmişi bugüne taşıyan hazine artık Türkçede

Osmanlı Ermenilerinin sosyal ve kültürel tarihini yeniden canlandıran ‘Huşamadyan’ internet sitesi, kuruluşunun dördüncü yılında İngilizce ve Ermenicenin yanı sıra artık nihayet Türkçe de yayında. İsmini miras aldığı ‘Huşamadyan’ kitapları gibi, unutulmuş bir geçmişin peşine düşerek onu kelimeler ve fotoğraflarla yeniden diriltme görevini üstlenmiş küçük bir ekip, iğneyle kuyu kazarcasına Ermenilerin bu topraklardaki zengin geçmişini tekrar hatırlatıyor. Huşamadyan’ın kurucularından olan tarihçi Vahe Tachjian’la bu güzel haber üzerine konuştuk. Yanı sıra, henüz emekleme aşamasındaki Türkçe sitede okuyucuları bekleyen Palu, Harput ve Kozan’daki 20. yüzyıl başındaki yaşam hakkında üç makaleden de ‘tadımlık’ bölümler aktarıyoruz.

2010 yılından beri birincil elden kaynaklarla Osmanlı’daki Ermeni mirasını ortaya çıkaran ekip, bunu kah Ermeni bir bestekarın 1920’li yıllardan kalma bir kaydıyla, kah Eğin yöresine ait bir yemek tarifiyle, kah Maraş’ta Ermenilerin kullandığı şifalı bitkileri hatırlatarak yapıyor. Çekirdek ekip az sayıda kişiden mütevellit olsa da, ‘Huşamadyan’ aslında, Osmanlı’da aynı toprakları paylaşmış insanların ve onların torunlarının  kendilerine ulaşmasıyla gittikçe büyüyen, genişleyen ve artan bir kolektif anı kaydı tutuyor. 

Osmanlı’daki Ermeni hayatını olabildiğince çeşitli bir coğrafi perspektiften aktarmaya çalışan ‘Huşamadyan’ın Türkçe edisyonu, belki de bu kolektif hatırlama çabasının daha genişleyeceğini haber veriyor. İstanbullu bir Ermeni olan Sevan Değirmenciyan tarafından Türkçeye çevrilen bu metinler, birazdan Huşamadyan’ın kurucularından olan Vahe Taşciyan’ın ağzından da duyacağınız gibi, geçmişi hatırlamanın ve yitip gidenlerin anısına birlikte saygı göstermenin yeni bir vesilesi olabilir.

Taşciyan’la Türkçe sitenin ne anlama geldiğini, ‘Huşamadyan’ kitaplarının geleceğe bıraktıklarını ve 2015’te 1915 öncesi Osmanlı varlığını hatırlamanın neden önemli olduğunu konuştuk.

‘Osmanlı Ermenilerinin mirası sadece Ermenileri ilgilendirmiyor’

Agos’ta projenizle ilgili yayımlanan ilk söyleşinizden beri ‘Huşamadyan’ sitesinin Türkçe versiyonu olmasını arzu ettiğinizi biliyoruz. Bu hayal nasıl gerçeğe dönüştü?

Vakfımızın kurulduğu günden beri Türkçe çeviri bizim için bir öncelikti. Sitede uzun bir süre İngilizce ve Ermenice metinler yer alsa da, neredeyse inatçılıkla, ilk günden itibaren içi doldurulmamış bir ‘Türkçe’ bölümü de vardı aslında. Bugün Türkiye’de bulunan bu şehirlerin ve köylerin hafızasını onarmanın sadece Ermeniler için önemli olmadığına inanıyoruz. Evet, araştırmamız Osmanlı Ermenilerinin mirası üzerine odaklanıyor; fakat bu miras aynı zamanda, yan yana yaşayan farklı grupların yaşam tarzıyla şekillenmiş, kendine has bir yerel kültürün de ayrılmaz bir parçası. İlk elden ulaştığımız veriler üzerine kurduğumuz bu araştırmada amacımız geçmiş yaşamı tüm yönleriyle, açıkça, herkesin okuyabileceği ve anlayabileceği şekilde anlatmaktı.

Vahe Tachjian. Fotoğraf: Berge Arabian

Türkçe çeviri hayalini gerçekleştirmemizin karşısında ekonomik sorunlar vardı. Türkiye sivil toplumu bu projenin anlamını kavrayıp makalelerin çevirisi konusunda bize destek olur diye umuyorduk. Bazı yerlerle iletişim kuruldu fakat pek bir sonuç alınamadı. Sonuçta Gülbenkyan Vakfı yardımımıza koştu ve çeviri projesinin ilk aşaması başladı. Türkçe sayesinde ‘Huşamadyan’ı bir adım öteye götürüp, bu siteyi işbirliği ve temas için kullanmak istiyoruz. Osmanlı Ermeni mirasını yeniden kurmanın yolunun birlikte çaba göstermekten geçtiğine inanıyoruz. Bu açıdan umarız çeviriler Türkiye’de yaşayanları da teşvik edecek.

Sitenin külliyatıyla karşılaştırılınca – doğal olarak – Türkçe metinler henüz pek fazla değil. Çeviri konusunda bir önceliğiniz oldu mu?

İlk çevrilen metinlerin tek bir konu ya da tek bir bölgeden olmamasına özen gösterdik. Şu anda sitede üç farklı bölgeden üç farklı konuyu işleyen Türkçe metin bulunuyor: Palu’da 2. Meşrutiyet’in nasıl karşılandığı, Sis/Kozan’daki kiliseler ve Harput’un zanaatkârları. Bundan sonra siteye eklenen her makale Ermenice ve İngilizcenin yanı sıra Türkçe de yayında olacak. Eski makaleleri de peyderpey çevireceğiz.

‘Türkçe siteyle okuyucu sayısı yüzde 40 arttı‘

Türkçe edisyonun yayına girmesinden bu yana, Türkiye’den size ulaşan okur sayısında artış oldu mu?

Türkçe site Aralık sonunda yayına girdi. Başladığımız gün itibariyle okur sayısında yüzde 40’lık bir artış olduğunu söyleyebilirim. Gelen tepkilerin büyük bir kısmı çevirinin kalitesiyle ilgili olumlu yorumlar oldu. Yanı sıra tarih araştırmamızda kullanabileceğimiz bilgiler içeren mektuplar da alıyoruz. Makalelerde bahsettiğimiz yerlerin bugününe dair fotoğraflar gönderiyorlar. Bazen sadece desteklemek amacıyla yazılmış mektuplar oluyor. Bazen de yaşadıkları bölgedeki Ermenilerin akıbetiyle ilgili sorular soran insanlar oluyor. Bu mektupların bir kısmı da Müslümanlaştırılmış Ermenilerden geliyor.

‘Huşamadyan yazarları geçmişin mirasını ölümsüzleştirmek istedi’

Makalelerde birinci elden kaynakları kullandığınızı söylediniz. Ne tür kaynaklardır bunlar?

19. yüzyılda İstanbul, Tiflis, Venedik, Viyana gibi şehirlerde basılan Ermeni gazeteler araştırmamız için önemli veriler sunuyor. 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın erken dönemlerinde basılmış monografları, seyahat günlüklerini ve anı kitaplarını da kullanıyoruz. Bu anlamda temel kaynağımızın,  ‘Huşamadyan’ tarzı kitaplar olduğunu söyleyebilirim. Bir daha geri dönmemek üzere yurtlarını terk etmek zorunda kalan ve vatanlarının anılarını taşıyan bu insanlar, geçmişi aktarmak ve ortaya dökmek istediler. Böylece, sürgün edilmiş ilk neslin, yerel Ermeni mirasıyla ilgili tanıklıklarını aktardığı, geçmişin daha fazla yok olmasını engellemek için anılarını kağıda döktüğü pek çok kitap ortaya çıktı. Özellikle 1920’li yıllardan itibaren de Ermeni Diaspora toplulukları arasında birbiri ardında yayımlanmaya başladı. Bugün bu anı kitaplarını  ‘Huşamadyan’ olarak anıyoruz. Sadece metinler değil, fotoğraflar ve haritaların da olduğu bu kitaplar aracılığıyla Ermeni hayatının izini sürmek ve hatırlamak mümkün. Bu kitaplarda yazılanlar, telafi edilmesi imkansız kayıplarla dolu geçmişin bir nevi yeniden kurulması anlamına geliyordu. Öyle görünüyor ki Huşamadyan yazarları, kendilerini Osmanlı dönemindeki Ermeni varlığından geriye kalan son insanlar olarak gördüler. Bu yüzden de sonraki nesillerin geçmişi tam manasıyla yeniden inşa etmesinin mümkün olmadığını düşünüyorlardı. Böylece köylerinde, şehirlerinde şahit oldukları üzerinden geçmişin mirasını ölümsüzleştirmek istediler.

‘Atalarımızın anılarını anlatmaya devam etmek bugün daha da önemli’

‘Huşamadyan’ internet sitesindeki makalelerde, soykırım sonrası dağılan Ermenilerin geçmişe dönük hatıralarının yanı sıra, 1915 öncesinde yazılmış anılara da yer veriliyor. Sizin çalışmanız açısından, soykırımın 100. yılında, Ermenilerin bu topraklarda 1915 öncesinde nasıl yaşadığını bilmek neden önemli?

Türkiye devleti tarafından halen tanınmayan bir soykırımın 100. yılında, sayısız kurbanın ve solup giden canlı bir Ermeni yaşamının yasını halen tutarken bugünkü görevimiz – belki her zamankinden daha fazla – onların çok yönlü yaşamlarının anısını el üstünde tutmak ve anlatmaya devam etmek. ‘Huşamadyan’ projesi de bu basit ve güçlü fikirle doğdu; atalarımızın zengin anılarının izinden giderek, bir zamanlar Ermenilerin yaşadığı bölgelere geçmişin iziyle yeni bir hayat getirmeliyiz.

Harput,Hüseynik. Geleneksel ipek böceği kozalarından tel çekme atölyesi (Kaynak; Aharonyan)

‘Kitlesel bir saygısızlığın karşısında anılara saygı gösterme görevi Türkiye’ye ait’

Ermeni kültürü ve hayatıyla ilgili bugün yazılan ve yazılacak olan, yeni kuşağın deneyimlerini aktaran kitaplarla ilgili bir terim kullanacak olsak bu ne olurdu sizce?

Bu sorunun cevabı daha ziyade Türkiye devleti ve Türkiye toplumunu ilgilendiriyor. Bugün Türkiye’nin pek çok şehrine, kasabasına, köyüne sinmiş olan Ermeni hafızası nasıl tanımlanmalı? Bir zamanlar Ermenilerin yaşadığı bu topraklarda Ermeni hafızasını görünür ve saygı duyulur hale getirmek nasıl mümkün? Ben Berlin’de yaşıyorum; burası şehrin yerel mirasının ayrılmaz parçası olan Yahudi geçmişiyle dolu, her kapının önünde, her köşede, yani şehrin her yanında görebilirsiniz bu izleri. Berlin’de, bir zamanlar yaşamış olan Yahudileri hatırlatmanın çok yaratıcı yolları kullanılıyor. Bu açıdan Berlin, hem trajik geçmişiyle hesaplaşmanın hem de aynı zamanda çağdaş bir şehir olmanın başarılı bir örneği.

Bana göre, geçmişin karanlık anılarını hatırlamak yerel halk için çok da ağır, dayanılmayacak bir şey değil. Elbette eğer soykırımı inkâr eden biriyseniz bu ağırlığı ve dayanılmazlığı hissedebilirsiniz, orası ayrı. Ermenistan hafızasının yeniden oluşturulması için Türkiye’de pek çok şeyin değişmesi gerekiyor. Hedef her şehirdeki, her köydeki Ermeni hafızasını tekrar canlandırmak olmalı. Osmanlı Devleti’nin uyguladığı Soykırım tüm bir halkın insan haklarına, yaşam hakkına kitlesel bir saygısızlıktı. Şimdi kurbanların anılarına saygı duyma görevi ise Türkiye devletine ait.

‘Kozan’daki Ermeni evleri hafıza müzesi haline getirilebilir’

Türkiye’de devletin değil fakat bazı yerel yönetimlerin, geçmişin Ermeni mirasını hatırlamaya yönelik çabaları var. Örneğin geçen günlerde – her ne kadar tartışmalı bir süreç sonunda olsa da – Bitlis’te, William Saroyan’ın doğduğu sokağa yazarın adı verildi. Bu açıdan biraz daha somut olmanızı rica edip geçmiş mirasını hatırlamanın yolları nedir diye sormak isterim.

Örneğin Sis/Kozan bölgesi özel bir anlama sahip; buradaki Ermeni evlerinin birçoğu bozulmamış, yıkılmamış olarak duruyor. En azından bir tanesi yerel Ermeni hafızasını aktaracak bir müze haline getirilebilir. Öte yandan, tamamen yok edilmemiş Ermeni anıtlarını restore etmek de mümkün. Eksiltilmiş Ermeni hafızasını hatırlamak için bunun gibi pek çok yaratıcı yol bulunabilir; burada asıl önemli olan bu tür çabaların net bir niyetle yapılması; bu niyet de açıkça Ermeni hafızasını tamir etmek olmalı. Ermenilerin tarihini anlatırken bazı bölümleri sansürlememek, Soykırımı 1. Dünya Savaşı sırasında yaşanan diğer olaylarla karşılaştırmamak gerekiyor. Eğer böyle olmazsa, şüphe devam edecek ve Ermeni geçmişini canlandırma çabası ciddiye alınmayacak.

Harput’un zanaatkârları

Harput Hüseynik'te, marangozlar atölyede.  (Kaynak; Aharonyan, a.g.e.)

Harput ve Mezire: yanyana ve zanaatları ile iki merkez konumunda olan şehirler. I. Dünya Savaşı başlayıp da Ermenilerin tehcir edilmesine ve kırımına kadar, buradaki zanaatların çoğu Ermenilerin elindeydi. İki merkez de el sanatları ve üretim alanındaki dinamizmiyle öne çıkıyordu.

(...) Bu duruma biraz daha fazla eğilmek gerekir. Harputlu Ermeni zanaatkarın istisnai sayılan yeteneğini nasıl açıklamalı? Bu anlamda, yöredeki bazı zanaat kollarının tarihi boyutu ve Harputluların onları uygulama anlamında edindikleri asırlık deneyim önemli bir etken. Bazı zanaat dalları, mesela dokumacılık, yerli Süryanilerin uzmanlığı sayılır. Muhtemelen Süryanilerin bu alandaki uzmanlığı tarihi bir miras. Aynı şekilde Ermenilerin zanaat alanındaki mirasından söz edebiliriz. XIX. yy. sonlarından itibaren göç ve gurbet olgusu da bu duruma eklenir. Sosyal, ekonomik ve siyasi sebepler Harput bölgesinden bir çok Ermeni’nin, özellikle erkeklerin, kendi doğdukları şehirleri ve köyleri terk edip Osmanlı İmparatorluğu’nun daha gelişmiş şehirlerine, mesela İstanbul’a veya Adana’ya, gitmelerine neden olur. Harputlu çalışmak ve para kazanmak için daha uygun şartlar arıyordu. Memleketindeki beylerin ve ağaların despotizmi ve devlet kurumlarının işlememesi çoğu kez haksızlıklara ve yolsuzluklara neden oluyordu. Bu durumun başlıca kurbanı da Harputlu Ermeni köylü ve zanaatkârdı. Öyle ki, Harputlu bir yandan göç ederek Osmanlı ülkesinin daha hızlı gelişen merkezlerine yerleşiyor, diğer yandan da merkezi hükümetin etkin olmasının kendisini bölgedeki haksızlıklara karşı daha fazla koruyacağını ümit ediyordu.

(..) Tarım ve tarımsal zanaatların önemi Harput’taki Ermeni toplumunun temsilcileri tarafından biliniyordu. Harput gibi bir yörede tarımın gelişmesinin genel anlamda Osmanlı yerel ekonomisinin gelişmesine ve özellikle Harputlu Ermenilerin refahına katkı sağlayacak başlıca etken olduğunun farkındaydılar. Bu sebeple de 1908’de, II. Meşrutiyet’in ilanından sonra, Harput Ermenileri beldelerinde bir ziraat okulu kurma fikrini ortaya atarlar. Heyecanlandırıcı bu fikir insanları çalışmaya sevk eder; yer belirlenir ve para toplanmaya başlanır. Bu sırada Ermeni toplumunun yönetim kademesi Harput ovasında büyük bir iplik fabrikası kurmak için girişimlerde bulunur. Farklı köylerden ipekböceği yetiştiricileri (çoğu Ermeni) yetiştirdikleri ürünü buraya getirip ipeğe dönüştürebilecek ve Avrupa’ya ihraç edebileceklerdi. Fakat I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi ve onu takiben Ermenilerin maruz kaldığı kitlesel şiddet olayları sadece ziraat okulunun ve iplik fabrikasının kurulmasına değil, Harput yöresindeki asırlık Ermeni zanaat tarihine de son noktayı koyacaktı.

Harput’ta Ermenilerin uğraştığı zanaatlar arasında kunduracılık, nacarlık ve marangozluk, demircilik ve çilingirlik, dokumacılık, dericilik, kasaplık, taş işçiliği ve duvarcılık, değirmencilik, ipek böcekçiliği, kandil yağı ve sabun imalatı, halıcılık, bakkalcılık, berberlik, kuyumculuk, nalbantlık, fırıncılık, bakırcılık, sepetçilik ve terzilik bulunuyordu.  

II. Meşrutiyet Palu’da nasıl karşılandı?

II. Meşrutiyet’in ilanı Palu’da top atışlarıyla karşılanır. Kalede bulunan eski top sadece belirli vesilelerle kullanılırdı. Halk bu olağandışı top atışlarını duyunca heyecana kapılır ve Kaymakamlık önünde toplanır. Kaymakam dışarı çıkar ve halka Meşrutiyet’in ilanını duyurur. Bunun üzerine Ermeni kilisesinin çanları çalmaya başlar, Ermeniler dükkânlarını kapatıp kiliseye toplaşıp, ilan edilen Özgürlük için şükür duası etmeye başlarlar.

Michel Paboudjian Koleksiyonu

Meşrutiyet yılları sadece Palu şehrinde değil, köylerde yaşayan Ermeniler için de yeni bir sayfa açar. Eğitim hayatı yeniden hız kazanır: Gurbette bulunan Paluluların topladığı paralarla yeni okullar açılır, diğerleri yenilenip restore edilir. Siyasi partiler de hareketlenir: Taşnagtsagan ve Hınçakyan yeni gruplar oluşturulur.

Palu bölgesinde Ermenilerin askerliğe karşı gösterdikleri tepki de dikkate değer. Kanun önünde eşit olmak demek; Ermenilerin de Osmanlı ordusuna artık hizmet edeceği anlamını taşıyordu. Ama bölgedeki Ermeniler bu hakkı genel bir endişeyle kabullenirler. Şehirden ve köylerden gençlerin ABD’ye doğru bir göç dalgası başlatmalarının başlıca sebeplerinden biri de buydu.

Nerkhi

Palu’nun Nerkhi köyü hakkındaki bu kısım II. Meşrutiyet’in ilan edildiği bu dönemde öğrenci olan Boğos Melikyan’ın anılarına dayanarak hazırlandı. Komşu köy olan Khoşmat’taki okula gidiyordu. Boğosyan’ın aktardığına göre, tarihi bu değişimin haberi kendilerine ulaştığında okul bir tören tertipler. Öğrenciler ellerinde renkli bayraklar ve farklı tabelalarla yarım saat uzaklıkta bulunan Mezre çayırına doğru yol alırlar. Yolda öğrenciler Türkçe “Yaşasın Hürriyet, Osmanlıyız, kardeşliktir” ve Ermenice “Azadn Asdvadz” (Özgür Tanrı) (Mikayel Nalbandyan) şarkılarını söylerler.

Hava’dan ve Palu’dan öğrenciler de bu alanda toplanırlar. 500 kişilik bir topluluk oluşturmuşlardır. Diller özgürleşmiştir artık: Öğrenciler bir kaç hafta önce fısıldamaya bile çekinecekleri şarkıları cesaretle söylemeye başlamışlardır artık:

“Cesur erkeklerimiz dört bir yanı kuşatmış Köpek Sultan’ın ümitleri artık tükenmiş”...

Bunun dışında “Dalvorig”, “Azadn Asdvadz” (Özgür Tanrı), “Gargud değats” (Dolu yağdı), “Heravor yergir” (Uzak Ülke) şarkıları da söylenir.

Kozan’ın (Sis) Kiliseleri ve kutsal mekanları

Nor Vank (Başpatrikhane)

Kozanlılar şehrin kuzey-batısında, kalenin tepesinin yamacında bulunan başpatrikhane kompleksine Nor Vank (Yeni Manastır) derlerdi. Bu alanda eski zamanlarda, Kilikya Ermeni Krallığı döneminde, I. Hetum (1226-1269) Aziz Sofya adında özel bir katedrali olan krallık sarayını inşa etmişti. Sis-Kozan (1180-1190 arası) Kilikya Ermeni prenslerinin başkentiydi ve eski merkez olan Anavarza’nın yerini almıştı. Krallık merkezi Mısır Memlüklerine karşı yapılan savaşlar sırasında 1375’te harap olur. Sadece iki kenar kuleleri ayaktadır ve bunlar da ilerde yeni başpatrikhane kompleksinin bir parçası olacaktır

Başpatrikhane külliyesi. Fotoğrafın solunda görünen büyük kagir yapı Aziz Sofya Katedrali’dir.  (kaynak; Nubaryan Kütüphanesi, Paris).

Aziz Simeon

Şehrin dışında, güneye doğru, yürüyerek yarım saatlik bir mesafede bulunurdu. Harap bir haldedir. Çamurdan Kilise (Çamurdan ailesinin kilisesi) olarak da bilinir. Çamurdan ailesi İslamlaşmış Ermeni bir aile idi ve burası çevre tarlalarla beraber ona aitti. Şimdilerde buraya Çamurdan Kilisesi denir

Muhabbetçiler İbadethanesi

Muhabbetçiler 1870’lerde Maraş Ermenileri içinde doğup özellikle Zeytun, Hacın, Dörtyol ve Kozan’da yaygınlaşmış dini bir cemaat veya tarikattı. Ermenicede “Siro ıngerutyun” (Sevgi Topluluğu) olarak da bilinirdi . Kozan kolu 1891-1892 yıllarında Hacı Sarkis Başyan tarafından kurulmuştu. Topluluğun, haftada birkaç farklı vesileyle imanlıların toplanıp ilahiler söylediği, dua ettiği, Kutsal Kitap okudukları kendi özel ibadethanesi vardı. İmanlıların alkollü içki içmemek, sigara kullanmamak, küfür etmemek, kumar oynamamak, Pazar günleri oruç tutmak ve o gün ticaretle uğraşmamak gibi katı kurallara riayet etmesi gerekirdi. Keleşyan’a göre, bu dini topluluğa az sayıda Türkler ve Kürtler de katılmıştı.

Kozan Başpatrikliği ve Adana Ruhani Önderliği bu dini akıma karşı şiddetli bir mücadele içindeydi. Hatta bu akımın sorumlularının devlet tarafından tutuklanmalarını ve uzak şehirlere sürgün edilmelerini sağlamışlardı.

Kategoriler

Dosya Orta Sayfa



Yazar Hakkında

1987 İstanbul doğumlu. Agos web sitesinin editörü; insan hakları, ifade özgürlüğü, çevre hareketleri, güncel politika ve yaşam haberleri yapıyor.