72 yıllık klişe ustası Melikyan: Ofset geldi, mertlik bozuldu

Aralarında, Hürriyet’in 1948’de yayımlanan ilk sayısının da bulunduğu, sayısız gazetenin klişeciliğini yapan Vartan Melikyan, adını Babıali’nin unutulmayacak ustaları arasına altın harflerle yazdırdı.

“Hayata sıfırdan başladım” diyenlerin başarı hikâyelerini hep merakla dinleriz. Klişecilikte 72. yılını dolduran, mesleğin yaşayan son ustalarından Vartan Usta’nın hikâyesi, işte aynen öyle. Benim gibi teknoloji çağı gençlerindenseniz, ‘klişe’ ve ‘klişecilik’ kelimeleri büyük ihtimalle size de anlamsız gelecek ya da zihninizde matbaa dilinde kullanılandan çok farklı bir anlama bürünecek. Peki, ne anlama geliyor klişecilik? Kime klişeci denir? 1944’te Cağaloğlu’na adım atan Melikyan’la bunları konuştuk, anılarını kendi ağzından dinledik.

Kökleri Eğin’e uzanan Melikyan ve iki kardeşi, sürgün yıllarında anne ve babalarını kaybettikten sonra, bir akrabalarının aracılığıyla İstanbul’a gelmişler. Çok geç yaşta bir nüfus kâğıdına sahip olan Melikyan’ın yaşı, olduğundan dört yaş küçük kaydedilmiş. Bu yüzden okula başlayamamış ve üç sene bakkalda çalışmış. Nüfustaki yaşı yedi olduğunda kendisi için şu an çok şey ifade eden Karagözyan’a başlamış. Okulu birincilikle bitirdikten sonra, öğretmenlerinin tavsiyesiyle Getronagan Okulu’na geçmiş. Melikyan o yıllarda yaşadığı sıkıntıları şöyle anlatıyor: “Okul zamanı çok parasızlık çektim. Harp yıllarıydı. Hiç unutmam, sınıfta öğretmenimiz 10 Kasım için para topluyordu. Ben veremeyeceğimi söyledim. Öğretmenim ‘40 liran da mı yok?’ dedi. Bu bana o kadar çok dokundu ki, okumayı bırakıp çalışmaya karar verdim. En büyük şanssızlığım zenginlerin içine düşmemdi. Arkadaşlarımın hepsi zengin çocuklarıydı.”

Vartan Melikyan’ın klişelerini yaptığı, Hürriyet’in 1948’de yayımlanan ilk sayısı.

Babıali’de iş arayışları

Melikyan çalışma hayatına atıldığı dönemi anlatırken aynı heyecanı yeniden yaşıyor: “1944’te okuldan çıktım, nasılsa bir şeyler bulurum diye Cağaloğlu’na gittim. O dönemde Karagözyan’dan birçok arkadaşım ya matbaacı, ya mücellit ya da klişecide iş bulmuştu. Oraya gittiğimde Karagözyan’dan arkadaşım Istepan Aslanyan’a rastladım. Benden bir sene evvel mezun olmuştu. İş aradığımı söyledim, o da ‘Gel, benim ustamla bir görüş, beraber çalışırız’ dedi. Gidip görüştüm ve Ara Kayseriliyan’ın yanında, haftalığı beş liraya çalışmaya başladım.”

Tan gazetesi olayları

Melikyan’ın çalışma hayatı birbirinden ilginç olaylarla dolu. Tan gazetesine yapılan saldırı, belleğinde ilk günkü tazeliğini koruyor: “Babıali yokuşunda, Zekeriya ve Sabiha Sertel’in sahip olduğu Tan Klişehanesi vardı. Ben işe başlayalı bir sene olmuş ya da olmamıştı. O dönemde Tan gazetesi sol yayınlar yapardı. Dönemin tek partisi CHP’nin kışkırttığı, başını üniversite gençliğinin çektiği 20 bin kişilik grup, ellerinde balta, sopa ve taşlarla Tan gazetesinin kapılarını kırdı. O sırada Tan Matbaası’nda çalışan Vahan Azadyan ve Nevton Karagül’le birlikte içeride çalışan 10 kişi, hayatlarını matbaanın arka penceresinden kaçıp köfteci dükkânına sığınarak kurtardı. Bu olaylar benim çalıştığım yerin tam karşısında oldu, dolayısıyla hepsine şahit olduk. Tüm makinaları kırıp pencerelerden fırlattılar. Vahan ve Nevton ustalar, bu olaydan sonra benimle çalışmak istediklerini söyledi. Ustama anlattım, zaten Fransa’ya yerleşeceğini söyledi. Ben de teklifi kabul ettim. Tan gazetesinin klişecisi Vahan Usta o zamanın bir numaralı renkli klişe ustasıydı. Eşimle tanışmama da o vesile oldu.”

Vartan Melikyan ve çırağı, Vatan Gazetesi için örnek klişe hazırlarken. (1960)

‘Eşimin ayağı uğurlu geldi’

Vartan Melikyan, çıraklıktan dükkân sahipliğine uzanan yolu keyifle anlatıyor: “Eşimle yeni nişanlandığımız günlerde, Vatan gazetesinin klişehanesini kiraladığını haber aldım. Ahmet Emin Yalman’ın zamanında oluyor bu. İngiltere’den getirilen, tamamen yeni aletlerin olduğu bir yerdi, fakat klişehaneyi çalıştıramamışlardı. Okul arkadaşım Istepan Aslanyan’la ortak olarak bu işe girdik. Aylık 1500 lira kira istiyorlardı. Biz zaten topu topu 35 lira haftalık kazanıyorduk. Bu işi yapamazsak gene eski çalıştığımız yerlere geri döneriz, nasılsa elimizde zanaatımız var diye düşündük. Arkadaşım da ikna oldu ve Vatan’ın klişehanesini kiraladık. Birden bire dükkâncı olmuştuk. Yanımıza iki de çırak alıp, gece gündüz çalışmaya başladık ve para kazanır olduk. Beş parasızken, birden zenginleştik. Vatan’la birlikte 16 tane gazetenin de klişe işlerini yaptık, ta ki Hürriyet 1974’te ofsete geçene kadar.”

Gümüşe asidi indiren ilk usta

Vartan Usta, plaket yapımının önünü açan buluşuyla da tanınıyor: “Bir gün, Cumhuriyet gazetesinin başyazarı Nadir Nadi’ye armağan edilmek üzere, gazetenin eski bir nüshasının gümüş bir sayfa şeklinde yapılmasını istediler benden. Kopyayı aside indirdim, tutmuyor. Uğraştım, başka ilaçlar ekledim, bir türlü olmadı. Bir ara ısıttık, gümüşü ısıtınca ısınan yer asidi yedi, demek ki bu sıcağı seviyor dedim. Sıcak suyun içinde bir küvette ısıttığım gümüş, asidi yedi. O kadar senedir kimse de bilmiyordu bunun nasıl yapıldığını.”

Bu yöntemin bulunması, gazeteler ofsete geçince, klişecilerin gümüş tabak, kupa ve plaketler yaparak geçimlerini sürdürmelerinin yolunu açmış. Teknolojinin gelişmesi ve gazetelerin ofsete geçmeleriyle birlikte tarihe karışan klişeciliğin ardından Vartan Bey de plaket yaparak işini sürdürmüş.

Çok sevdiği mesleğini geçen yıl bırakan Vartan Melikyan, 72 yıla sığdırdığı Babıali anılarıyla klişeciliğin gerçek anlamda simgesi. Hepimize, sevdiğimiz işlerle uğraşma konusunda ilham ve irade gücü veriyor.

Klişe nedir?

Klişecilik zanaatında 72 yılı ardında bırakan Vartan Melikyan, mesleğine âşık ender kişilerden. “Klişe nedir?” diye sorduğumda, işinin inceliklerini anlatırken, yaptığı klişe örneklerini gururla gösteriyor. Mesleğe yeni başlamış biri gibi heyecanlı, o denli gözleri ışıldıyor karşımda: “Klişe, Fransızcada kalıp demektir. Karta basılmış fotoğraf, klişesi yapılmak üzerek klişehaneye gönderilir. Orada özel makinede cam üzerine aktarılır. Bu işleme, ‘fotoğrafı cama çekmek’ denir. Camdaki fotoğraf, bir başka makinede çinkoya aktarılır; buna da ‘çinkografi’ adı verilir. Çinko üzerinde fotoğrafın siyah ve koyu kısımları kalın, yani yüksek kalır ki, oraları baskıda mürekkep alarak kâğıda çıksın. Açık renk ya da beyaz kalması gereken yerler asitle inceltilir, buna ‘asitle indirmek’ denir. Asitle indirilen, yani inceltilen yerler mürekkep almayacağı için, baskıda, yani gazete üzerinde beyaz ya da gri olarak kalır. Bu ton farklılıklarını ayarlamak, çinkografın ustalığına kalır.”  

Kategoriler

Toplum Fark Yaratanlar



Yazar Hakkında