Arap Baharı Suriye’ye uzak

Gündemin sıcak maddesi Suriye konusunu ayrıntılarıyla ele aldığımız son sayımızda, hem baba Esad döneminde, hem de oğul Esad döneminde hapse girmiş bir devrimci olan George Sabra'ya, Ortodoks bir Hristiyan gözüyle yaşadıklarını sorduk. Yazarımız Van Mıgırdiçyan ise dünyanın Esad'a bakışını değerlendirdi.

Tunus, Mısır, Libya derken, kısa süre öncesine kadar Arap baharının Suriye’ye uğrayacağına dünya kamuoyunda neredeyse kesin gözüyle bakılıyordu. Ancak son günlerde yaşanan gelişmeler, özlenen baharın Suriye’ye şimdilik o kadar da yakın olmadığını gösteriyor. Esad rejimi iç ve dış konjonktürün de yardımıyla kendisine yönelik tehdidi şimdilik de olsa bertaraf etmiş görünüyor. 

İstanbul’da gerçekleşen Suriyeli muhalifler toplantısında çıkan tartışmalar, ABD Başkanı Obama’nın Güney Kore’deki Nükleer Güvenlik Zirvesi’nde takındığı tutum ve en önemlisi Esad’a bağlı ordu birliklerinin muhaliflere karşı kaybettiği mevzileri teker teker geri kazanması, Suriye’deki Baas rejiminin çok kısa vadede yıkılmasının hiç de kolay olmadığını gösteriyor.

Suriye muhalefetinin önde gelen isimlerinden George Sabra, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın ani bir kararla BM tarafından kendisine sunulan Annan Planı’nı kabul etmesini bir tuzak olarak görüyor, zira aynı plan Arap İnisiyatifi tarafından daha önce de Esad’a önerilmişti. Sabra’ya göre Esad’ın bu ani tavır değişikliğinin arkasında İstanbul’daki ‘Suriye’nin Dostları’ konferansını baltalama amacı yatıyor. 

Suriye muhalefeti İstanbul’daki görüşmelerde ilk bölünmeyi yaşadı. Suriyeli Kürtlerin talepleri diğer muhalif gruplar tarafından kabul görmedi. Başkan Obama, ikinci kez başkan seçilmeden Suriye’yle ilgili radikal bir karar almayacağı sinyalini verdi. Esad’a bağlı ordu birliklerinin peş peşe kazandığı mevziler ise İstanbul’da toplanacak ‘Suriye’nin Dostları’nın işinin kolay olmadığını gösteriyor. 

Esad Annan Planı’nı taktik icabı kabul etti

BERİL ESKİ

berileski@agos.com.tr

George Sabra, yüzyıllardır Suriye’de yaşayan Rum Ortodoks bir aileden geliyor. Şam’da doğup büyüyen Sabra, hem Hafız Esad döneminde hem de Beşar Esad döneminde hapse girmiş bir devrimci. Sabra’nın hayatı tehlikeye girince, Aralık 2011’de ailesiyle birlikte yürüyerek Ürdün sınırından kaçıp Fransa’ya yerleşmiş. Suriye Ulusal Konseyi’nin düzenlediği konferansa katılmak için İstanbul’a gelen Sabra’yla, toplantının yapıldığı otelde görüştük.

•          Konferansta neler konuşuldu, neye karar verildi?

Suriye’deki tüm muhalefet gruplarının temsilcileriyle Suriye’nin geleceği için yeni bir hedefler listesi oluşturmak amacıyla bir araya geldik. Esad rejimi çöktüğünde nasıl adımlar atmamız gerektiğine karar veriyoruz.

•          Kürtlerle aranızda bir anlaşmazlık çıktığı doğru mu?

Kürtler konferansın başından beri buradalar. Yaptıkları konuşmada hedef listesine Kürtlerle ilgili bir madde koymak istediklerini söylediler. Talepleri kabul edilmeyince de konferansı terk ettiler.

•          Neden Kürtler taleplerinde bu kadar ısrar ediyorlar?

Baskı yaparak, kendi kaderini tayin hakkı istiyorlar ve Kürt bölgesi için özel bir konum istiyorlar. Kendilerini daha bağımsız, daha özel bir yönetime hazırlıyorlar. Mesela Kürtçe eğitim hakkı talep ediyorlar. Sonunda Suriye’de bir Kürt devleti kurmayı hayal ediyorlar.

•          Buna neden karşı çıkıyorsunuz?

Bahsettikleri bölge sadece Kürtlere ait değil, orada Araplar var, Hıristiyanlar var. Bu nedenle o bölgeye bir Kürt bölgesi diyemeyiz.

•          Açıklanacak hedefler listesinde Kürtler temsil edilmeyecek mi?

Elbette temsil edilecekler. Konsey’de yer alan diğer gruplarda da pek çok Kürt var. Konferansa dört yüzden fazla muhalif katıldı ve en az yirmi beş Kürt temsilci var.

•          Konferansta hangi Hıristiyan gruplar yer alıyor?

Özel bir Hıristiyan grubu yok. Bir tek Süryani Örgütü var, onlar da konseyin üyesi zaten. Benim gibi pek çok Hıristiyan da bireysel olarak yer alıyor. 

•          Hedefler listenizde Hıristiyanlara özel bir madde bulunuyor mu?

Hayır, özel bir madde bulunmuyor. Ama pek çok maddede Suriye’nin tüm vatandaşlarının eşit olduğunu belirttik; Kürt, Arap, Müslüman veya Hıristiyan olanlar arasında bir fark bulunmayacağını ifade ettik. Aynı haklara sahipseniz, ister azınlık olun, isterseniz çoğunluk, fark etmez. 

•          Geçen hafta Ermenilerin yoğun olduğu mahallelere yapılan saldırıları kimin yaptığını düşünüyorsunuz?

Muhaliflerin Ermenileri bombaladığı iddiası kabul edilemez. Bundan hiçbir çıkarları yok ki. Biz bu bombalamaların rejimin işi olduğunu düşünüyoruz. Bu bombalamalarla Ermenilere “Müslümanlarla geleceğiniz böyle olacak” diyorlar.

•          Ermeniler Müslüman Kardeşler’den korkuyorlar mı?

Korkmuyorlar ama gelecekten endişeliler. Ermeniler, Suriye’ye yerleştiklerinden beri iyi bir hayat yaşıyorlar. Esad rejimi de, “Şimdi iyisiniz, Müslümanlar geldiğinde bu kadar iyi olmayacaksınız” propagandası yapıyor.

•          Devrim sonrası için planlarınız nedir?

Devrim gerçekleştikten sonra, anayasa ve parlamento üyeleri için seçimler yapılmalı. Ekonomik kalkınma için çok büyük bir çaba gerekiyor çünkü ülke şu anda rejim tarafından mahvedilmiş halde.

•          Türkiye’nin askeri müdahale fikrine nasıl yaklaşıyorsunuz?

Bence Türkiye böyle bir müdahalede bulunmamalı. Türkiye’nin Batı’yla işbirliği içinde hareket edeceğine inanıyorum. Ama Birleşmiş Milletler bir askeri müdahale kararı alırsa, onları destekleriz.

•          PKK’nın Esad’la işbirliği yaptığı iddia ediliyor.

Elbette işbirliği yapıyorlar, bu bir iddia değil, gerçek. Maalesef bazı Suriyeli gruplar rejimle işbirliği içindeler.

•          Esad’ın Annan Planı’nı kabul etmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Esad, 1 Nisan’da İstanbul’da düzenlenecek “Suriye’nin Dostları” adlı uluslararası konferansı baltalamak için bunu yapıyor. Annan Planı’nda yer alan altı husus, aynı şekilde Arap İnsiyatifi’nin planında da vardı ve Esad iki ay önce o planı reddetti. Şimdi hiçbir şey değişmediğine göre, bu bir tuzak.

Dünya Esad’ı destekliyor

VAN MIGIRDİÇYAN

van.meguerditchian@dailystar.com.lb

1930’ların sonunda İngiliz Başbakan Neville Chamberlain, tarihçi Paul Kennedy’nin dediği gibi “pahalı, kanlı ve büyük ihtimalle tehlikeli olacak silahlı çatışma”dan kaçınmak için Nazi Almanyası’na barış ve ikna yöntemleriyle yaklaştı. Sonuç, hepimizin malumu... Bugün ise dünyanın süper gücü artık İngiltere değil, ABD. ABD Başkanı Barack Obama da, bu süper gücün başına, 1930’larda Chamberlain’in uyguladığına benzer bir siyaset vaat ederek geldi. Fakat Suriye’de süregiden katliamlar karşısında böyle bir ikna siyaseti izlemenin, bırakın barışa yaklaşmayı, bugünkünden çok daha kötü bir duruma yol açacağı kesin. 

Obama’nın iki seçeneği

Başkan Obama’nın önündeki seçenekler artık iyice kristalleşti: silahlı veya silahsız Suriye muhalefetini desteklemek ya da Esad rejimini kabullenmek. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın devrilmesini hızlandıracak bir tavır almak yerine, Obama, Suriye’deki krize dahil olmamayı ve Esad’ın en büyük müttefikleri Rusya ve Çin’le görüşmeyi kendine yol olarak seçiyor.

Eğer Washington, Esad rejiminin devrilmesini gerçekten istiyorsa (Obama’nın dolaylı ifadelerle defalarca dile getirdiği gibi), ABD, silahsız muhalefete ticari mal ve kaynaklarla yardım etme ve Türkiye veya hava yoluyla muhalefeti silahlandırma gibi birçok önlem alabilir.

Nükleer Zirve’den kalan

Fakat Obama’nın bu günlerde yaptıkları, bunun tam tersine işaret ediyor. Ortadoğu’da barışı tehdit eden daha önemli konularla ilgilenmek yerine, Obama, neyle ilgilendiğini ve ne için telaşlandığını göstererek, Güney Kore’deki nükleer güvenlik zirvesine katıldı. Obama, Rusya, Çin, Kuzey Kore ve İran’ı ikna etmekle uğraşıyor. Obama’nın, Rusya lideri Dimitri Medvedev’le yaptığı gizli görüşmede, Rusya’dan, bir sonraki başkanlık dönemine kadar süre istediği kaydedildi: “Bu, benim son seçimim. Seçimden sonra, daha rahat olacağım.” Medvedev de cevabında, Obama’nın söylediklerini, halefi Vladimir Putin’e ileteceğini söyledi.  

Sivillere karşı giriştiği 10 binden çok insanın ölümüne sebep olan kanlı katliamlara rağmen, Esad’ı desteklediklerini açıkça dile getiren ülkeleri ikna etmek, Ortadoğu’daki barışı tehdit edecek ve 2003’ten bu yana bölgedeki değişimin getirilerini yok edecek.

Daha önce Başbakan Erdoğan’la yaptığı bir konuşmada, Obama, 1 Nisan’da İstanbul’da yapılacak zirvenin Suriye muhalefetine silahsız yardıma odaklanması gerektiğini belirtmişti. Bu bizi, dünya liderlerinin geçen yıl Suriye’deki isyan başlarken belirttikleri noktaya geri götürüyor: Suriye, Libya değil.

Masadaki gerçek

İstenen durum, Suriye’deki barışçıl protestoların ve Hür Suriye Ordusu’nun Esad’ı er ya da geç devirmesiyken, masadaki gerçek, bu durumdan çok uzakta. Esad’ın güçleri, muhalefetin elindeki şehirleri tek tek yeniden işgal ederken, yoluna çıkan muhalifleri de ezip geçiyor.

Obama, esneklik kazanmak için ikinci kez başkan olmayı beklerken, savaş ve şiddet, bölgedeki ABD çıkarlarının kapısını çalıyor ama o hâlâ Başbakan Chamberlain’in yolunu takip ediyor.

 

 

Kategoriler

Güncel Türkiye Dünya