Marx’ın damadından tembelliğe övgü

“Ah tembellik! Merhamet et bizim bu bitmek bilmeyen sefaletimize! Ah tembellik! Sanatın, soylu erdemlerin anası, insanoğlunun sıkıntılarına bir teselli ol!”

RAFİ ATAM

Sabahın kör vaktinde, kulağınızın dibinde hiç durmadan çalmaya yeminli bir alarm sıcak yatağınızdan kalkmanız gerektiğini salık verip duruyor. Zoraki kalkıyor, alelacele evinizden çıkıp sıkış tıkış bir toplu taşıma aracına atlıyorsunuz. İşyerine geç kalma korkusuyla olacak, ayaküstü bir şeyler atıştırıyorsunuz ve nihayet karanlık çökene kadar çalışacağınız binadasınız. Eğer çok şanslı bir insan değilseniz, hayatınızın en az otuz yılında, haftanın altı günü, her sabah bu sahneleri yaşamak zorunda olacağınız kesin. Peki, insan bütün bu eziyet dolu sahnelere ne gibi bir sonuç umarak katlanır? 365 günlük bir yılda yaz aylarında alacağı bir haftalık tatil mi motive eder kişiyi ya da işçi maaşıyla kıt kanaat büyütülmüş çocukların, büyük adam olup bütün aileyi kurtaracağına duyulan inanç mı? Yazımın başından beri örneklediğim günümüz ortalama şehir emekçisinin hayatından bir kesit elbette, ama geçmiş yüzyıllara bakınca işçi sınıfının sorunlarının her ne kadar şekil değiştirmiş olsa da temelinde devam ettiğini söylemek sanırım yanlış olmaz. Paul Lafargue, komünist manifestosundan sonra dünyada en fazla dile çevrilen sosyalizm kitabı olan “Tembellik Hakkı” adlı eserini, işçi sınıfının yeterince sorgulamadan edindiği çalışma aşkını bir mecburiyet haline getirip içselleştirmesi sorunu üzerine temellendiriyor.

İşçi sınıfına kıyasıya eleştiri

İşçi sınıfını bu tespiti üzerinden kıyasıya eleştiren yazar, her fırsatta çalışmanın insan doğasına uygun, kaçınılmaz bir edim olduğunu fısıldayan burjuvazi ve yönetici sınıfını oburluk ve açgözlülükle suçlayarak, fırsatını bulduğu her satırda bu kişilerle acımasızca alay etmekten de geri durmuyor.

Lafargue’nin savunduğu tembellik hakkı, elbette bütün gün boşta gezip aylaklık etmek olarak algılanamaz. Kitabın içinde barındırdığı ironi; çalışma saatleri dışında insanların ne kadar kaliteli vakit geçirebildiğini sorgular. Yazar, işçi sınıfına çalışma saatleri ne kadar uzun olursa insanın düşünmeye, okumaya, sanata kendini geliştirebileceği tüm eylemlere ayıracağı vakitte bir o kadar azalmış olur derken, sermaye sahibi ve kentsoylulara ise üretimde yeterli verimin uzun ve yorucu çalışma saatleriyle değil, ancak işçilerin yeterli dinlenme süresine sahip olmasıyla yakalanacağını anlatır.

Lafargue’nin biraz da yaşam hikâyesine bakacak olursak hayli enteresan olaylar ve kişilerle karşılaşacağımızı söyleyebiliriz. Fransa’da tıp akademisinde öğrenciyken, hükümete karşı genişleyen gençlik hareketlerine katılır,  ayrıca aynı dönemlerde yoğun bir okuma uğraşına dalıp, Hegel’den Feuerbach’a, Fourier’den Comte’a kadar pek çok düşünürün yapıtlarını okur. Ama üzerinde en çok etkiyi Proudhon bırakır. Lafargue’nin üzerindeki bu etki,  1865 yılında Karl Marx’la tanışmasıyla birlikte kırılmıştır. Marx’ın kızına, Laura’ya âşık olur ve evlenirler. Art arda üç çocukları da ölünce kendini tümüyle sosyalist düşünce ve eyleme adamaya karar verir. Fransız Sosyalist Partisinin kurucuları arasında yer alan yazar, işçi devinimleri örgütlenmelerine yazılarıyla katkıda bulunur.

Yaşlanmadan ölmeyi başardı

Yaşlanma fikrini bir türlü kabullenmeyen Lafargue, hayatı boyunca yetmiş yaşını aşmadan öleceğini iddia etti. İnsanın bedenen ve zihnen aciz olması fikri onu ürkütüyordu. 26 Kasım 1911 yılında kendisi altmış dokuz, karısı Laura altmış altı yaşındayken, birlikte intihar ettiler. Böylece yazar, yetmiş yaşını aşmamak üzere kendine vermiş olduğu sözü de tutmuş oldu. 

Tembellik Hakkkı
Paul Lafargue
Çeviri: Mehmet Köle
Zeplin Kitap
68 sayfa.