Türkiye’nin erkek şiddeti karnesi

Cinsel şiddet ve kadın cinayetlerini avukatlara, kadın hakları örgütü üyelerine, yazarlara ve gazetecilere sorduk. Avukat Hülya Gülbahar, bianet kadın ve LGBTİ haberleri editörü Çiçek Tahaoğlu, yazar Emine Uçak, avukat Benan Molu, Mor Çatı'dan Deniz Bayram, Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu'ndan Özgül Kaptan, akademisyen Aksu Bora, gazeteci Pınar Öğünç ve cinsel psikoterapi uzmanı Prof. Arşaluys Kayır konuştu.

Mersin’in Tarsus ilçesinde, 11 Şubat’ta bindiği minibüsün şoförünün tecavüz girişimine direndiği için şöför tarafından öldürülen 19 yaşındaki Özgecan Aslan, cinsel şiddet ibresinin gittikçe arttığı Türkiye’de büyük bir infialin simgesine dönüştü. Özgecan’ın bedeninin bulunduğu 13 Şubat’tan bu haberin hazırlandığı güne kadar, ülkenin dört bir yanında, kadınların başını çektiği onlarca eylemde cinsel şiddet ve kadın cinayetleri protesto edildi, medyada kadına yönelik şiddet tekrar tartışılmaya açıldı. 

Erkek şiddeti istatistiklerine göre, Özgecan’ın öldürüldüğü gün, ülkenin başka şehirlerinde, adını bile bilmediğimiz yaklaşık 4 kadın daha öldürüldü. Bianet’in periyodik olarak yayımladığı Erkek Şiddeti Çetelesi’ne göre ise Özgecan Aslan’ın adı, Ocak 2014 itibariyle son bir yılda öldürülen en az 281 kadının adına eklenecek.

Cinsel şiddet ve kadın cinayetlerini avukatlara, kadın hakları örgütü üyelerine, yazarlara ve gazetecilere sorduk. Gündelik hayatın tam ortasında, okulundan evine giderken yolda öldürülen bir kadınla, evinde yıllarca sistematik şiddete uğrayan bir kadının, ya da intihar süsü verilerek en yakını tarafından öldürülen bir kadının hikâyesinin ne kadar da aynı olduğu bu cevaplar üzerinden bir kez daha görünür oluyor. 

Türkiye’de cinsel suçlarda artış var mı?  

Hülya Gülbahar (avukat): Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü’nün açıkladığı yeni bir rapora göre cinsel suçlardan cezaevine giren hükümlü ve tutuklu sayısı 2009’da 7 bin 100 iken 2013’te 12 bin 585 olmuş. Yüzde 40’ın üzerinde bir artış var. Dava açmayanlar, dava açtığı halde beraatle sonuçlananlar bu rakama dahil değil. ‘Artmıyor, görünür oluyor’ klişesini yalanlayan bir sayı bu.

Eski Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in 2009’da mecliste bir soru önergesine verdiği cevapla, 2002’den 2009’un 7. ayına kadar Türkiye’de istatisiklere kadın cinayeti olarak giren cinayetlerin yüzde 1400 arttığı ortaya çıktı. Bu artışa kayıp kadınlar, kaza ya da intihar süsü verilenler, intihara sürüklenenler dahil değil. O tarihten beri devlet kadın cinayetleri konusunda resmi rakam vermemektedir. Kamuoyunda dolaşan rakamlar, kadın örgütlerinin, kadın gazetecilerin basına yansıyan haberlerden derlemeye çalıştığı rakamlar. Özgecan’ın öldürüldüğü gün bile birçok kentte adını bile anmadığımız yaklaşık 4 kadın öldürülmüştür. 

“Özgecan’ın öldürüldüğü gün bile başka kentlerde adını bile anmadığımız yaklaşık 4 kadın öldürüldü.”

Sayıdaki artış şiddet vakalarının artmasıyla mı yoksa kadına yönelik şiddetin medyada daha görünür olmasıyla mı ilgili?

Çiçek Tahaoğlu (bianet kadın ve LGBTİ haberleri editörü) 2010’dan beri medyaya yansıyan erkek şiddeti vakalarında tuttuğumuz çeteleye göre artış var. Bu artış medyadaki görünürlükle mi yoksa kadına şiddet vakalarının artmasıyla mı ilgili, bu, oldukça tartışmalı bir konu. Kadın meselesi uzun zamandır Türkiye'nin gündeminde. Kadın Bakanı Aliye Kavaf’ın 2010 yılında yaptığı açıklamaları, 2011'de Kadın Bakanlığı'nın kapanması, 2012'de 6284 No’lu yasanın hazırlanması gibi ulusal gündemler aracılığıyla, kadın hakları ve şiddet konulu haberler gazetelerde zaten yer alıyordu. Medyada görünürlükte bir artış da yaşanmış olabilir. Bu artışın vaka sayısındaki artıştan kaynaklanıyor olması da muhtemel. Ama belki de nedeni çok önemli değil. Çünkü biliyoruz ki kadınlar öldürülmeye devam ediyor.

Emine Uçak (yazar): Artışların bir kısmının hak arama sayısının artmasıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Vakalar artıyor ama aynı zamanda bunu kapalı kapılar ardından tutmak istemeyenlerin, mahkemeye başvuranların sayısı da artıyor. Ama her şey bir yana, siyasi aktörlerin her konuda olduğu gibi kadına şiddet konusunda da ikircikli, toplumdaki genel yanlış kanıyı besleyecek açıklamalar yapmaması, konunun adalet boyutunun sağlanması için gerekli uygulamaları yerine getirmesi lazım. 

Cinsel suçlardaki artışı neye bağlamak lazım?

Hülya Gülbahar: Bugün dünyanın en demokratik ülkelerinde bile cinsel suçları sıfırlamak çok güçtür. Bu artışta dünyadaki küreselleşme, neoliberal politikalar, yoksulluk, iş ve dış göçler, çatışma ortamları, artan bireysel silahlanma ve cinsiyetçi propagandanın etkisi var. Ancak Türkiye’de bir cins kırım yaşanmakta, adeta kadın ve çocuklara karşı açık bir savaş yürütülmektedir. Bu ülkedeki artışın en önemli nedeni kadın erkek eşitliğine inanmadığını, erkeklerin ailede ve toplumda üstün ve yönetici olması gerektiğini her fırsatta topluma pompalayan siyasi iktidardır.  

Özgecan Aslan’ın öldürülmesi sonrası tartışılmaya başlanan idam- hadım etme tartışmaları kadın cinayetlerini engelleyebilecek cezalandırma sistemleri mi?

Hülya Gülbahar: Devletin tecavüzlerin ve cinayetlerin durdurulması konusunda yasal olarak ve uluslararası sözleşmeler gereği yapması gereken binlerce görevi varken bunların hiçbirini yerine getirmeyip, üç beş kişinin idamıyla bu sorunun çözüleceğini ima etmesi siyasi fırsatçılıktır.

Ceza Kanunu’ndaki düzenlemeleri, tecavüzcü ve katillerin takım elbise giyip mahkeme heyetine şirin görünmesine bakıp, tahrik indirimleriyle kuşa çevirirseniz o kanunların hiçbir caydırıcılığı kalmaz. 

Benan Molu (avukat): Türkiye, Avrupa Konseyi üyesi 47 devletten bir tanesi; konsey üyesi olmanın temel şartları da idam cezasını kaldırmış ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ek 6. Protokolü imzalamış olmak. Yani idam, tartışılması mümkün dahi olmayan bir konu. 

Hadımla ilgili, feministler de dahil olmak üzere kadın hakları savunucuları beden üzerindeki yaptırımların çok doğru olmadığı ve olumlu bir sonuç doğurmayacağı görüşündeler. İnsan hakları savunucularının kabul ettiği şey şu: Failleri idam, hadım gibi yöntemlerle cezalandırmak yerine, tecavüz ya da kadına şiddetin cezalarını arttırmak; iyi hal ya da tahrik indirimi uygulamamak. 

Failleri idam, hadım gibi yöntemlerle cezalandırmak yerine, tecavüz ya da kadına şiddetin cezalarını arttırmak; iyi hal ya da tahrik indirimi uygulamamak gerekiyor.

 Kadına yönelik şiddet konusunda Türkiye’nin sorumlu olduğu başlıca uluslararası sözleşmeler neler?

Benan Molu: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) bu konuda verdiği pek çok karar var, fakat ilk ev içi şiddet davası olarak 2009’daki Opuz-Türkiye kararı önemli. Diyarbakır’da yıllarca kocasından sistematik şiddete gören Nahide Opuz’un kocası, Opuz’un annesini öldürmüştü. Bunun üzerine Opuz da AİHM’e başvurdu. AİHM tarihinde ilk kez bu kararda, kadına yönelik şiddetin bir ayrımcılık biçimi olduğunu söyledi; Türkiye’ye de hem etkili soruşturma yürütmediği hem de ayrımcılıktan dolayı ihlal kararı verdi. 

Bunun yanında, Avrupa Konseyi’nin 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe koyduğu ‘İstanbul Sözleşmesi’ var. Türkiye’nin de ilk imzacı devlet olduğu bu sözleşmede cinsel şiddet, taciz, tecavüz her türlü şiddetin önlenmesi, engellenmesi ve faillerin cezalandırmasıyla ilgili geniş ve açıklayıcı hükümler bulunuyor. Üstelik bu sözleşmeyle ilk defa, maddelere uymayan taraf devletlere çeşitli yaptırımlar öngörüldü. ‘İstanbul Sözleşmesi’ aslında her şeye cevap. Türkiye de ilk imzalayıcısı olduğu halde sözleşmeyi uygulamıyor. 

"Türkiye ilk imzalayıcısı olduğu halde İstanbul Sözleşmesi’ni uygulamıyor”

Kadının cinsel şiddet ve saldırıyı yargıya intikal ettirmesinin önünde ne gibi engeller var?

Deniz Bayram (Mor Çatı): Saldırı suçları, kadınlar tarafından en az rapor edilen suçlar. Bunun en büyük nedeni toplumsal dışlanmayla karşılaşma ihtimalinin olması. İkinci neden de kadınların yargı sürecinde maruz kalacağı ikincil mağduriyetlerin ortaya çıkma ihtimali. Cinsel saldırı suçunun soruşturma ve kovuşturma aşamasında hep kadının söylediklerinin doğruluğu sorgulanıyor. Feminist kadın örgütlerinin söylediği “kadının beyanının esas alınması” meselesi buradan başlıyor. Cinsel saldırı suçlarına yönelik düzenleme yapıldı, fakat mahkeme kadının beyanına inanmıyor ki, düzenleme nasıl uygulanacak? Ceza hukukunda ispat yükünün faile, yani erkeklere geçmesine yönelik bir düzenleme yapılmalı.  

“Saldırı suçları çok az rapor ediliyor, çünkü yargı sürecinde kadının beyanı sorgulanıyor, bu da ikincil bir mağduriyet demek”  

Kadın cinayetleri ya da cinsel şiddetin medya temsilinde hangi sorunlara rastlanıyor?

Çiçek Tahaoğlu: Medya bazen mağdur kadını suçlu göstererek, bazen de yöntem öğreterek toplumda şiddetin artmasına neden oluyor. Şiddeti pornografikleştirerek çekici kılıyor. Medya şiddet uygulayan erkeği haklı bulunca, toplum da bu şiddeti meşru görüyor. Öte yandan bir yerinde korkunç bir haber okuduğumuz gazetenin başka bir sayfasında kadın odaklı yazılmış haberler de yer alabiliyor. Yani aslında kadın hareketinin çabalarıyla anaakım medya da değişmeye başlıyor, ancak medyada bu konuda tutarlı bir politika yok.

“Medyada kadına yönelik şiddetin temsili konusunda tutarlı bir politika yok”

Özgecan’ın öldürülmesinden sonra sosyal medyada başlayan #sendeanlat kampanyası gibi kampanyalar anaakım medyanın yanlış temsillerini ters yüz edebilir mi?

Çiçek Tahaoğlu: Bu paylaşımlarla, taciz ve tecavüzler duyurulurken kadına yapıştırılan "utanç" etiketi ters yüz edildi aslında. Kampanya taciz konusundaki sessizlik sarmalının kırılmasını sağladı ve bu "utancın" ya da suçun, tacize uğrayana değil, tacizciye ait olduğunu hatırlattı herkese. Bu hatırlatma, erkeklerin de kendilerini sorgulamasına neden oluyor gibi görünüyor. Yine de senelerdir kadınların bas bas bağırdığı gerçekleri anlamak için taciz hikâyelerindeki ayrıntıları mı okumaları gerekiyordu, diye sormadan edemiyorum.

Kamuoyunda cinsel şiddet tartışılırken kullanılan dilde neye dikkat edilmeli?

Özgül Kaptan (Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu): Türkiye’de her cinayet sonrasında sanki ilk defa bir tecavüz vakası meydana geldi gibi bir algı yaratılıyor, bu çok yanlış. Bugüne kadar tecavüzcülerin serbest bırakıldığı, mağdurun ‘mini etek, tayt giymiştin, o saatte ne işin vardı?’ gibi sorulara maruz kaldığı yüzlerce davaya girdik. Üstüne bir de ‘masum bir kişiyi öldürmek’ söylemi eklendi, masum olmayanı öldürmek makulmuş gibi bir söylem bu. Bir de kamuoyunda ‘Karısını döven, öldüren adam sapıktır; bir anlık öfkedir, caniliktir’ gibi söylemlerle münferitleştirme eğilimi var. Bu münferit değil, son derece politik bir konu. 

‘Masum bir kişiyi öldürmek’ söylemi tehlikeli. Ayrıca cinsel şiddet münferit değil son derece politik bir konu 

Kadına yönelik cinsel şiddetin ve kadın cinayetlerinin artmasıyla, hükümet yetkililerinin söylemleri arasında nasıl bir bağ var?

Aksu Bora (akademisyen): Başımızdakiler kadınlardan nefret ediyor diye kadınları öldürmeye başlamayız; esas teşvik edici olan cezasızlıktır. Kadınlara yönelik cinayet ve tecavüz suçlarından kaç erkek yargılandı ve ne kadar ceza aldı, buna bakmak lazım. Yapılan çalışmalar korkunç bir tablo ortaya koyuyor. 

“AKP hükümetinin yarattığı atmosfer, ‘haksız tahrik’ çerçevesinin sonsuzca genişlemesine hizmet etti”

 İkinci bir mesele, kadınlara yönelik şiddetin hemen her durumda ‘haksız tahrik’ denen o acayip çerçeve içine düşmesi. Kadınların erkekleri haksız yere tahrik ettiğine ilişkin genel bir kabul var biliyorsunuz, adamlar da ne yapsın, öldürüyorlar! AKP hükümetinin yarattığı atmosfer, bu ‘haksız tahrik’ çerçevesinin sonsuzca genişlemesine hizmet etti. Kadınların ne yaparlarsa fıtratlarına uygun davranmış olacaklarını ve dolayısıyla adamların tahrik olmayacağını Cumhurbaşkanı başta olmak üzere çok sayıda erkekten dinliyoruz. Buna göre kadınlar fıtraten kötüdür! Seslerini çıkardıklarında, kahkaha attıklarında, sokağa çıktıklarında erkekleri tahrik ederler ve tabii ki bu haksız tahriktir.

Bence bu sonsuzca genişlemiş haksız tahrik alanı karşısında, meşru müdafaa alanını genişletmek gerekir. Yargı sisteminin kadın düşmanı yapısı nasıl değişir ve kadınların hayatlarının tamamını meşru müdafaa halinde yaşadıkları nasıl görünür hale gelir bilmiyorum.

Pınar Öğünç (gazeteci) Şu birkaç gündür yükselen isyana bakıyorum. Kadınlar “patriyarka” diyor, “tarihi baştan yazmak lazım” diyor; kadınlı erkekli bir grup hükümet yandaşının bütün derdiyse “Aman bunlar sadece AKP’nin hanesine işlenmesin”. Deli oluyor insan. Evet kadınların şiddet gördüğü başka ülkeler de var, evet AKP’yle de başlamadı bu erkek şiddeti. Peki bundan sonraki cümleniz ne? Bir aile unsuru olmak dışında “kadın” kelimesi ağza alınmıyor, tüm sosyal haklar buna göre düzenleniyor, sistematik bir değersizleştirme söz konusu ama bütün bunların erkek şiddetiyle alâkası yok, öyle mi? İşte bu anlaşılmadan bir yere varmak mümkün değil aslında.

Kadına yönelik cinsel şiddetin beslendiği damarlar nedir?

Pınar Öğünç: Cinsel şiddetin neden bir savaş mühimmatı olarak kullanıldığına bakmak lazım. Savaşlarda kadınlara (aslında çocuklara ve erkeklere de) tecavüz, düşmana verilen bir erkeklik beyannamesidir. Bir tecavüzle bütün kadınlara ve bütün erkeklere mesaj verilir. Erkek şiddetiyle her ay onlarca kadının öldüğü, taciz ve tecavüze uğrayanların ya görünmezleştiği ya da adalete erişemediği ‘barış’ ortamında da aslında söylenen aynı: Birinizde kanıtladığım gücüm hepinize mesajdır.

“Bunu yapan insan olabilir mi” diye serzenişler var bir de. İnsanlıktan çıkışın işareti tecavüz sonrası ayrıca acı çektirmesi, kesmesi, biçmesi, yakması mı? Hayır, bu suçu işleyişiyle de, hayatındaki diğer erkeklerle dayanışmasıyla da, yakalanmayacağını ummasıyla da bu bir erkeklik suçu. Asıl mesele de bu durumun hiç istisnai olmadığıyla yüzleşebilmek zaten.

“İnsanlıktan çıkışın işareti tecavüz sonrası ayrıca acı çektirmesi, kesmesi, biçmesi, yakması mı? Hayır, bu suçu işleyişiyle de, hayatındaki diğer erkeklerle dayanışmasıyla da, yakalanmayacağını ummasıyla da bu bir erkeklik suçu.” 

Cinsel şiddetin hayat ve giyim tarzı üzerinden tartışılmasının sakıncaları neler?

Emine Uçak (yazar):  Hayat ve giyim tarzı üzerinden yürüyen tartışma, bunu kadının başına gelen muamelenin sebebi olarak algılamaya uygun bir peşin hüküm içeriyor. Oysa yaşanan örneklere baktığımızda saldırıların kadının ne yaptığından, ne giydiğinden bağımsız olduğunu görüyoruz. Konuyu hayat tarzı üzerinden ele almak bir kutuplaşma ortamı yaratıyor; bu da insanların en temel ihtiyacı olan yaşam hakkı ve dokunulmazlık hakkını tartışmaya açmak gibi bir tehlike barındırıyor.  

“Hayat ve giyim tarzı üzerinden yürüyen tartışma, bunu kadının başına gelen muamelenin sebebi olarak algılamaya uygun bir peşin hüküm içeriyor”

Cinsel şiddet vakaları toplumu cinsel yönden nasıl etkiliyor?

Prof. Arşaluys Kayır (cinsel psikoterapi uzmanı):  Ergenliğe geçmeyle beraber kız çocuğunun kafası kendini koruması tembih ve tehditleriyle  doldurulur. Altta yatan mesaj şudur: erkekler tehlikelidir, cinsel arzularını denetleyemezler, sana zarar verebilirler; sen kendini denetle, ağırbaşlı ol.  Ne yazık ki kadına yönelik ürkütücü cinselliği çağrıştıran şiddet vakaları tekrarlandıkça kadının korkusu, öfkesi ve kendini tehlikeye karşı koruma tepkisi de yaşamının bir parçası olabiliyor ve çift ilişkisine yansıyabiliyor. Her iki taraf da  saldırgan duyguların kontrol edilemeyeceği korkusu ile cinsellikten uzaklaşıyorlar. 35 yıllık meslek hayatımda hâlâ en çok bu olgularla karşılaşıyorum. Bu olayla beraber benim korkum vajinismus olgularının artabileceği oldu. Bunun ceremesini kadınlar kadar erkekler de çekiyor. 



Yazar Hakkında

1987 İstanbul doğumlu. Agos web sitesinin editörü; insan hakları, ifade özgürlüğü, çevre hareketleri, güncel politika ve yaşam haberleri yapıyor.