‘ABD’de Müslümanlara yönelik ayrımcılık görmezden geliniyor’

Ağustos ayında Ferguson şehrinde polisin siyah bir genci öldürülmesiyle başlayan ve tüm ABD’ye yayılan protestoların ardından, ülkedeki siyahlara yönelik ayrımcılık pratikleri geniş ölçüde tartışılmıştı. 10 Şubat’ta Chapel Hill kasabasında üç Müslüman öğrencinin öldürülmesi, ABD’nin ‘ötekiler’inin bir kez daha gündeme gelmesine sebep oldu. ABD’de siyasi mültecilik üzerine çalışan avukat Gaye Özpınar’la ABD’nin göçmen politikasını ve bu politikanın sorunlarını konuştuk.

ABD’nin göç yoğunluğu son dönemde nasıl bir eğilim gösteriyor?

1990’da ABD’deki göçmen nüfus 20 milyon, yani nüfusun yaklaşık yüzde 8’iyken, 2010’da bu rakam 40 milyona ulaştı. Artık nüfusun yaklaşık yüzde 13’ü göçmen, buna belgesi olmadan Amerika’da yaşayan yaklaşık 12 milyon insan da dAhil. 40 milyon göçmenin yaklaşık 11,4 milyonu Meksika’dan geliyor. Meksika’yı takiben ABD’ye en çok göç veren ülkeler, sırasıyla Çin, Hindistan, Filipinler ve Dominik Cumhuriyeti. 2014’te, özellikle üç Orta Amerika ülkesinden, El Salvador, Honduras ve Guatemala’dan ciddi boyutta göç oldu ve bunun bir mülteci krizi olduğu anlaşıldı. Bir yıl boyunca yanında herhangi bir ebeveyn ya da yetişkin olmadan sınırı geçen çocuk sayısı 57 bin idi. Yine aynı ülkelerden giriş yapan 55 bin aile kaydedilmiş. Geçen Kasım’da, New Mexico’da bir göçmen hapishanesinde gönüllü avukat olarak bir hafta geçirdim. Oradaki kadın ve çocukların yasal başvurularını yapmalarına yardımcı oldum. Kaçmalarının en büyük sebebi ülkelerindeki mafya çetelerinin çocukları üye yapmaya çalışmaları ve sürekli haraç kesip kadınlara cinsel tacizde bulunmaları. Hiçbir can güvenliği olmayan ve sürekli cinayetlerin işlendiği bu ülkelerden kaçıp Amerika’ya sığınma amaçlı geliyor kadınlar ve çocuklar. Son 60 yıldır Amerika’nın dış politikasını irdelemeden bu ülkelerdeki politik yapıların ve toplumsal dokunun nasıl çözüldüğünü anlamak mümkün değil.

ABD’de özellikle siyahlara karşı yeniden ortaya çıkan bir ayrımcılık dalgası söz konusu. Bu dönemsel mi, yoksa hiç düzelmemiş bir sistemin verdiği arazlar mı?

Amerikan toplumunun genelinde siyahlara karşı uygulanan ayrımcılığın sürdüğünü, yoksulluk, hapse atılma ve idam cezası uygulamalarına baktığımızda rahatlıkla görebiliyoruz. Her ne kadar, Eric Garner ve Mike Brown’ın polis tarafından öldürülmesi farkındalık yaratsa da, ABD’de siyah sivillerin polis tarafından öldürülmesi sürekli karşılaştığımız ancak medyanın çok iyi sakladığı bir olgu. Örneğin, Malcolm X Grassroots adlı hareket, 2012 yılında yayınladığı raporda, sadece 2012’nin ilk yedi ayında her 36 saatte bir siyahın, güvenlik güçleri tarafından öldürüldüğünü belgeledi. İkinci örneği ise hapishanelerden verebiliriz. ABD, dünyada en büyük tutuklu nüfusuna sahip ülke. Her 15 siyah erkekten birisi şu an hapiste, bu durum beyazlar için 106’da bir. Ya da yoksulluk rakamlarına baktığımızda beyaz nüfusun yüzde 9,7’si yoksulken, siyahların yüzde 27,2’si yoksul. Dolayısıyla, ayrımcılığın kökleri çok derin. Dünyanın 2014 yılında bu ayrımcılıkları konuşuyor olmasının sebebi ise, çok uzun yıllardan sonra ilk defa insanların “Artık yeter”, “Nefes alamıyoruz” diyerek sokaklara çıkması ve protesto etmesiydi. Başta Ferguson ve New York olmak üzere ülkenin dört bir yanında çok büyük eylemlerle polis şiddeti protesto edildi.

Gaye Özpınar

Siyahlara yönelen şiddet tartışılırken, Chapel Hill’de üç Müslüman infaz edildi. Bu cinayetler, ABD’de Müslümanlara karşı bir şiddetin büyüdüğüne işaret mi?

Üç Müslüman üniversite öğrencisinin bu şekilde katledilmesi, gerçekten korkunç bir olay. Anaakım medya, konuyu basit bir park yeri tartışmasına indirgemeye çalışsa da, cinayetin biçimi ve katilin profili bu iddiayı pek desteklemiyor. Kurbanların başlarına birer kurşun sıkılması ve zanlının cinayetleri infazmış gibi işlemesi de burada bir nefret suçu olabileceğine işaret ediyor. Zanlının daha önce de gençleri rahatsız ettiğine dair güçlü iddialar var. Amerika’da nüfus sayımlarında kişilerin hangi dine mensup oldukları sorulamadığından, net bir rakam söylemek mümkün değil, ancak Müslümanların sayısının 3-7 milyon arası olduğu tahmin ediliyor. Bu da genel nüfusun yüzde 1 ya da 2’sine tekabül geliyor. Avrupa’daki Müslüman nüfustan farklı olarak, ABD’de yaşayan Müslümanların çoğunun eğitim seviyesi ve gelir düzeyleri yüksek. Latin Amerikalı göçmenler sınıfsal ve ekonomik konumlarından ötürü ötekileştirilirken, Müslümanlar kültürel ve dini pozisyonlarından ötekileştiriliyor. Tabii ki, İslamofobinin artışı, 11 Eylül sonrasında savaş ideolojisiyle de yakından alakalı. Örneğin, 2010 yılında Pew tarafından yapılan bir ankete göre, Amerikalıların yüzde 40’ı İslamiyet’in diğer dinlerden farklı olarak özünde şiddeti barındıran, şiddeti teşvik eden bir din olduğunu düşünüyor. 2013’te Boston’da yaşanan terör saldırısından sonra Müslümanlara karşı ayrımcılık ve saldırıların arttığını biliyoruz. Terör olayının akabinde Boston’dan Chicago’ya uçmak isteyen iki vatandaş, sadece Arapça konuştukları için uçaktan indirilip gözaltına alınmışlardı. Bunun dışında, basına yansıyan birkaç olay daha oldu. Mesela, bir taksi şoförü, Müslüman olduğu için yolcunun saldırısına uğradı. Yine başörtülü bir kadın, Malden semtinde bebeğini pusetle gezdirirken Müslüman olduğu için saldırıya uğradı. Bunlar sadece medyaya yansımış olanlar, bilmediklerimiz de vardır kesin.

Siyaset, medya ve toplum, bu cinayetlere karşı sessiz kaldı mı?

Amerika’da inanılmaz bir korku propagandası ve kültürü mevcut. Bu, elbette terör saldırıları ile alakalı ama ABD dış politikasını yönlendirmek adına, birçok siyasetçinin de işine geldiğini ve bunu bir anlamda silah olarak kullandıklarını söyleyebiliriz. Ayrımcı ve İslamofobik algının artması için bazı vakıflar, 2001-2009 arasında İslam karşıtı düşünce kuruluşlarına tam 42,6 milyon dolar aktarmışlar. Öyle bir ortam yaratılıyor ki, Müslümanların yaşadığı bir haksızlık ya da suç söz konusu olunca, sanki terörle ilgili bir olaya indirgenmeye çalışılıyor. Chapel Hill cinayetinde de bunu gördük. Sanki burada nefret suçu olabileceğini söylemek, teröristlere destek olmakmış gibi saçma bir algı var.

"Charlie Hebdo saldırısı, 11 Eylül ile yaratılan ve Müslüman korkusuna dayalı toplumsal bilinçaltını yeniden harekete geçirdi. Başta Fox Tv gibi muhafazakar, kanallar saldırıyı sürekli gündemde tuttu."

Charlie Hebdo saldırısı için ‘Avrupa’nın 11 Eylül’ü’ deniyor, ABD, bu saldırıdan nasıl etkilendi?

Öncelikle umuyorum Avrupa, Amerika benzeri bir tepki göstermez bu terörist saldırılara karşı. Charlie Hebdo saldırısı, ifade özgürlüğü ve yaşam hakkını hedef aldığı kadar, aslında Avrupa’da yaşayan Müslümanları da hedef almış oldu. Amerikan toplumu açısından 11 Eylül gerçekten büyük bir dönüm noktası. Bu korkunç saldırı üzerine, Müslüman ve Araplara karşı ön yargılar çok yaygınlaştı. Özellikle Fox TV ve benzeri Cumhuriyetçi yayınlarda pek çok ayrımcı söylemle karşılaştık. Bu dönemde Müslümanlara karşı da pek çok saldırı ya da ayrımcılık ile de karşılaştık. Obama’nın Başkanlık kampanyası sırasında Cumhuriyetçiler, Hüseyin Obama’nın Müslüman olabileceğini söyleyerek karşı propaganda yapıyorlardı. Aynı şekilde geçen sene Boston’da yaşanan maraton bombalaması olayından sonra da Boston çevresinde saldırı ve ayrımcılık haberleri arttı. Charlie Hebdo saldırısı, 11 Eylül ile yaratılan ve Müslüman korkusuna dayalı toplumsal bilinçaltını yeniden harekete geçirdi. Başta Fox Tv gibi muhafazakâr kanallar saldırıyı sürekli gündemde tuttu. Fox TV Fransa ve İngiltere’de Müslüman olmayanların ve polislerin giremediği “No Go Zone” diye nitelendirilen girilemez bölgelerin oluştuğuna dair temelsiz yorumlar yaptı. Bu yorumlardan ötürü kendi kanalında özür dilemek zorunda kalsa da medyanın gerçeklik sınırlarını nasıl zorladığına, ve kamuoyunu nasıl yanılttığına bir kez daha şahit olduk. Sonuç olarak, Charlie Hebdo saldırısı zannediyorum sokaktaki bir Amerikalı için IŞİD saldırıları, El Kaide, 11 Eylül ile aynı resimde yer alıyor.

Kategoriler

Güncel Dünya Dünya



Yazar Hakkında

1986 doğumlu. İnsan hakları, güncel politika ve tarih haberleri yapıyor.