Yeter ki kalplerimiz kurumasın

Elif Key’in İletişim Yayınları’ndan çıkan kitabı ‘Bize İki Çay Söyle’, 1980’lerde çocuk olmuş bir yazarın anı defterini önümüze seriyor.

SİNAN YUSUFOĞLU 

Çeşitli gazetelerde yazdığı, naifliğin eksik olmadığı denemeler bir kitapta toplanıyor. Hayat karşısında bir an olsun dikkatini kaybetmeyen derin ve çocuksu bir gözlemcinin yazıları düne ve bugüne dair, sakin bir dille birçok ayrıntının altını çiziyor. Okurunu yormadan, hırpalamadan ve telaşa sokmadan yapıyor bunu yazar. Dün ve bugünün iç içeliği güç katıyor yazı dünyasına. Geçmiş günlerle sınırlı kalmayıp bugünlere çabucak uzanıyor. Zaman ilerlerken mekân da değişiyor. Yazarın yazı masası Topağacı’ndan Galata’ya oradan da New York’a taşınıyor. Mekânlar değişse de ülkenin değişmeyen karanlığı okura nerede olduğunu hatırlatıyor.

‘Göğe doğru uzanan bu beden’

Elif Key’in yazılarından bir dertleşme ve iç dökme hali taşıyor. Büyümenin zorlu durakları, hayatın insanı sıkboğaz eden anları, yalnızlık, memleketin bünyeye zarar kasvetli tarihi, ekmek almaya giderken öldürülen çocukların ardından ‘taş kesilen’ anne-babaların kederi… Kişisel alandan toplumsal alana/zamana geçiş çok uzun sürmüyor. Tüm bunlara yazarın ince ince işlediği naif bir şiir eşlik ediyor. Elif Key ‘yol arkadaşı’ dediği dostlarıyla da hemdert oluyor yazılarında. Tomris Uyar, Edip Cansever, Turgut Uyar, Didem Madak, Ahmet Kaya yazarın ‘göğe bakan’ balkonundaki tahta iskemleye oturup bir bardak demli çay içiyorlar. Didem Madak’ın bir masaldan yarattığı, acıklı olduğu kadar neşeli Pulbiber Mahallesi, Elif Key’in yazılarında karşımıza çıkan mahallelere çok benziyor: “Pulbiber Mahallesinin düm-tek tarihinde/ Acıdan sızlarken burnumuzun direği/ Morarmış çarşaflarımızı bayrak diye asardık/ Dokunsalar dağılırdı iyi pişmiş kurabiyeler  gibi kalbimiz/ … / Bu mahalleye Cenevizlilerden kalmışım/ Bir elli altı santimlik bir kule olarak/ Ferman tarihinse/ Göğe doğru uzanan bu beden de bizimdir icabında”

Elif Key, okuruyla dertleşen yazarlardan… İstanbul’dan başlayıp New York’ta devam eden bir yaşamın farklı duraklarına atılmış çentikler gibi yazıların toplamı… Hüzünlü ve komik… Bir gazete köşesinin soğuk ve üstten bakan mesafesini kırıp okurun yanına sokuluyor her yazısıyla. İroniyi de eksik etmiyor.  “Gelsene balkona oturalım, yeni yıkadım” diyen davetkârlığına da kayıtsız kalmak zor. O balkonda ‘çekirdek çitleyip’ şampiyon olamayan Eskişehirspor konuşuluyor ne de olsa. “Siz benim kime küstüğümü nerden bileceksiniz” diyen Ahmet Kaya sitemine, okul yıllarında Nazım Hikmet’in “Sevdalı Bulut” masalı okuması engellenen çocuğun inadı eşlik ediyor. Masal sonunda mutlaka okunuyor.

Kederli de olsa sonu güzel biten bir Yeşilçam filmi gibi yazıya dökülenler… En hüzünlü sahnede gözleri gülen bir Adile Naşit beliriyor. Sadri Alışık “bu da mı gol değil” mahalle meyhanesinde rakısını yudumlarken fonda Müzeyyen Senar çalıyor. Geçmişte donakalmış bir mahalleden sesleniyor Elif Key. Çok tanıdık gelse de şimdiki zaman için çok uzak bir mahalleden... Balkonların pimapenle kapatılmadığı, çocukların sokaklarda yalınayak oynadığı, anneannenin evinin bir sokak ötede olduğu bir mahalle. ‘Kuzum’ diye kapıyı açan anneannenin “sonsuz oyun oynamak” anlamına geldiği yıllar. O mahalleler değişirken, anneanneler de bir bir göçüyor: “Bir gün küt diye hastalanmış. Küt diye ölmüştü. Çok ağladım. Dünyanın bütün anneanneleri gitmiş, bütün çocukların ev karıştırma izinleri kalkmıştı. Parklardaki bütün salıncakları bana verseler de olmayacakmış gibi ağladım.”

Kentsel dönüşüm canavarının mahalleleri yok ettiği, şehirlerin içinden yükselen rezidanslarla örülü ‘korunaklı’ zamanlara geçiş çok uzun sürmüyor. Reklam panolarında beliren inşaat krallığından ‘Yeni Türkiye’ mezarlığı doğuyor. Elif Key’in sivrilttiği kalemi bu mezarlığın nasıl bir geleceğin üzerine kurulduğunu hatırlatıyor: “Zaten fileyle pazara giden de kalmadı. Budak Sineması yıkıldı, sinemada çekirdek yemek ayıp oldu, Mazhar şarkı sözlerini bozdurup onlarla döviz aldı, anneannemle Necla Halam öldü. Misak-ı Milli sınırlarında kaybolmak istemeyenlerin adresi belli, tak kaynak gözlüğünü, bak ufolara, ‘the future is Maslak’mış.”

Her şeyin kısa sürede unutulduğu bir ülkede Hrant Dink’in, Berkin Elvan’ın, Reyhanlı’nın, Roboskî’nin gölgesi yazıya düşüyor. Elif Key’in sızı birikmiş soruları, “kalplerimiz kurumasın” diye hafızamızı yoklamaktan geri durmuyor: “Haritada belki de yerini bile bilmediğimiz Roboskî’de doğmuş olabilirdik, o çocuklardan biri çocuğumuz, o cesetlere bakanlardan biri biz olabilirdik. Buralardan oraya bakarken elimizden gelen tek şey unutturmamaksa, adalet dilenciliği yapmaksa, boynumuzun borcu olsun dedik, yine elimize aldık bir sayaç, günleri saymaya başladık. Kaç gün oldu? Hatırlayan var mı?”

Elif Key,  adaletin olmadığı, ‘ah’ların eksilmediği, kapkara kışların ardından baharın gelmediği bir ülkede yazmaya ‘sevdalı bulut’ inadıyla devam ediyor. Didem Madak’ın şiirinden fırlamışçasına, yazılarıyla dünyaya elini değdiriyor, ağır bir halı gibi çırpıyor, tozlarını havalandırıyor.

Bize İki Çay Söyle
Elif Key
İletişim Yayınları
159 sayfa.

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ