Vurun Merkez Bankası’na!

TL’nin son dönemdeki hızlı değer kaybı, piyasada faizlerin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın istediği gibi hızlı şekilde düşmesi veya Merkez Bankası bağımsızlığının yeniden düzenlenmesi ihtimaline verdiği tepkiyi yansıtıyor.

 Siyasetten toplumsal yaşama, son zamanlarda Türkiye’de yaşananlar, âdeta toplu bir sinir krizi hâline benziyor. Bu gergin ortamdan ekonomi ve finansal piyasalar da nasibini alıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Merkez Bankası ve uygulanan para politikasına yönelik eleştirilerini artırmakla kalmadı, faizler istediği gibi inmezse, bu işin ardında siyasi nedenler arayacağını da duyurdu. İşin içine siyaset girince de, doğal olarak yatırımcıların tadı kaçtı.

Ocak’tan bu yana

Merkez Bankası’nın operasyonal bağımsızlığının dört bir taraftan kuşatılmasıyla, Türkiye Ocak ayı sonundan itibaren diğer gelişmekte olan ülkelerden olumsuz olarak ayrışmaya başladı. Oysa, bu sayfalarda daha önce, 2015 yılıyla ilgili olumlu bir tablo çizmiştim. Nihayetinde, petrol fiyatları düşmekte, Avrupa Merkez Bankası parasal genişlemeye doğru yaklaşmakta ve Amerika’da özel sektör öncülüğündeki toparlanma, belirli bir ivmeyle devam etmekte idi. Bir anlamda dış konjonktür, Türkiye’ye ‘al da at’ dercesine, bir fırsat sunuyordu.

Ancak, ‘siyasetin fendi, piyasaları yendi’ ve golü kendi kalemize attık. Merkez’e “hızlı bir şekilde faiz indir” baskısının arttığı Ocak ayınının ikinci yarısından itibaren TL, en çok değer kaybeden gelişmekte olan para birimlerinin başında geliyor. Türkiye, hisse senedi piyasası gelişmekte olan ülkelerin yüzde 10 gerisinde kaldı ve Hazine’nin borçlanma faizleri, yaklaşık 2 puan artış gösterdi. Tüm bunlar seçim öncesi gergin siyasi ortamla birleşince de, tüketici ve yatırımcı güveni azaldı ve ekonomik aktivitede beklenen toparlanma, ertelendi.

Nedir bu düşük faiz ısrarı? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “enflasyona göre faiz ayarlanmaz” görüşünün iktisadi olarak pek elle tutulur yanı yok. Kanaatimce, amaç da zaten böyle bir iktisadi tartışmadan ziyade, siyasi iradeye hizmet edecek söylemin yaratılması. Aslında buradaki kurgu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Amerika’yı Müslüman kâşiflerin bulduğunu, Kolomb’un anılarında Küba’nın tepelerinde bir cami olduğunu söylemesi ve ardından Türkiye’nin Küba’ya cami yapmak isteğini dile getimesinden farklı değil. Dolayısıyla, tarihi (ya da iktisadi) gerçeklerin farklı olması, siyaseten arzulanan eyleme engel oluşturmuyor.

AK Parti – Merkez Bankası arasındaki sıkıntının temel nedeni, hükümetin tüm davul ve tokmakların kendisinde olmasını ve giderek artan merkeziyetçi anlayışına uygun olarak kararları kendi başına almayı istemesinden kaynaklanıyor. Hükümete yakın düşünce kuruluşlarında ortaya atılan ‘yeni ekonomi düzeni’ tartışmalarına baktığımızda, AK Parti’yi 2002-2010 döneminde siyasetin merkezine taşımış olan neoliberal ekonomik politikalara ve bunun temsilcisi olarak görülen Başbakan Yardımcısı Babacan ve Merkez Bankası Başkanı Basçı’ya yönelik eleştiri dozunun giderek arttığı görülüyor.

Sorunun temeli

Sorunun temelinde, Türkiye’nin büyüme oranının, uzun vadeli ortalamaların altına düşmüş olması yatıyor. Ama gözden kaçan, bunun, reel faizlerin çoğunlukla negative olduğu son beş senede yaşanmış olması ve giderek yapısal bir soruna dönüşmesi. Ekonomide verimlilik artışları, önce yavaşladı, sonra da azalmaya başladı. Bu durum, yurt dışı tasarruflara bağımlı ve yurt içi talebe dayalı büyüme stratejisinde, yolun sonuna yaklaşmakta olduğumuzun habercisi.

Piyasa ekonomilerinde, kaynakların etkin dağılımını sağlayan temel fiyat, faizdir. Suni olarak bastırılan faiz oranı, hem tasarrufları azaltmakta, hem de bu azalan kaynakları ekonomik olarak anlamlı olmayan yatırımlara yönelmesine neden olarak, orta vadede bu değerli kaynakların israfına yol açabiliyor.

Türkiye’nin içinde bulunduğu orta gelir tuzağından, faizi daha da indirerek çıkması mümkün değil. İhtiyaç duyulan, hükümetin açıkladığı yapısal reform programında da belirtildiği gibi, üretilen mal ve hizmetlerin kalitesini iyileştirecek, araştırmaya, bilime öncelik verecek ve yenilikçi sektörlere yönelecek bir strateji. Ama bunun için eğitimden hukuk sistemine, bireysel hak ve özgürlüklere dek uzanan bütünlükçü, reformist bir anlayışa ihtiyaç var; son zamanlarda öykülenilen, devlet eliyle kalkınma modellerine değil.

Seçim sonrası

Dolayısıyla, seçim sonrasında nasıl bir ekonomi yönetiminin oluşacağı ve ekonomi politikalarında köklü bir değişiklik olup olmayacağı, yatırımcılar için en önemli konulardan biri. TL’nin son dönemdeki hızlı değer kaybı, piyasada faizlerin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın istediği gibi hızlı şekilde düşmesi veya Merkez Bankası bağımsızlığının yeniden düzenlenmesi ihtimaline verdiği tepkiyi yansıtıyor.

Bu endişelerin seçime kadar giderilmediği bir senaryoda, TL’deki değer kaybının devam etmesi ve ülkeden sermaye çıkışının yaşanması söz konusu. Bu sayfalarda daha önce, döviz borcu olan şirketler kesimini sıkıntıya sokmaya başlayacak dolar kurunun 2,51 civarı olacağını belirtmiştim. TL, bu seviyelerden değer kaybetmeye devam ettikçe, döviz borcu olan şirketlerin ödeme kabiliyeti azalmakta ve bu da büyüme üzerindeki aşağı yönlü riskleri artırmakta. Dimyat’a pirince giderken, evdeki bulgurdan olmak üzereyiz.

Kategoriler

Güncel Gündem



Yazar Hakkında