KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

Tuzun kokusu

Katliamın günlük hayat rutini olması, kalanları deli eder. Bir toplu infial duygusu ile yaşar oluruz. Katliamın cezasız kalması, kötülüğün teşviki, sağ kalanların zehridir. Yavaş yavaş içimize işler.

Sadece bu hafta olanları anımsayalım. Gezi Parkı protestolarında 16 Haziran 2013’de yapılan müdahalede Okmeydanı’nda gaz bombası fişeğiyle ağır yaralanan 269 gün sonra yaşam mücadelesini kaybeden Berkin Elvan’ın birinci yıldönümünde, annesi Gülsüm Elvan ile babası Sami Elvan oğullarının mezar hikâyesini yazdı. Çocukların hayalleri, sorunları, korkuları konuşulur. Mezar taşı hikâyeleri değil. Ama hayatına kastedilmiş, acıdan katılmış annesi meydanlarda yuhalatılmış bir oğlanın mezarı tek hayat kaynağına dönüşür. O hikâyeden güç alan aile şöyle der bize:

''Berkin'siz geçen 1 yılın sonunda oğlumuzun mezarı yapıldı. Bunun için onlarca dostumuz çizim ve öneri gönderdi. Bu mezar Karadenizli inşaat ustasının, Alevi bir mezar ustasının, Kürt bir mermer ustasının, Egeli bir cam ustasının, Ermeni bir döküm ustasının, Süryani bir kesim ustasının ve bu ülkede doğmuş büyümüş genç bir Musevi kardeşimizin emeğidir. Bu mezarda 14 yaşında vurulmuş, 15 yaşında hayata veda etmiş bir çocuk yatmaktadır. Bu mezarda Anadolu toprağı ve Anadolu halklarının hüznü vardır. Bu mezar devlet dersinde öldürülmüş bir çocuğun mezarıdır.”

Ardından her bir simgeyi tek tek anlattı aile bizlere. O yazı ibretlik bir vesika.  Tarihimiz ise maruz bırakıldıkları tarifsiz acılardan yine tarifsiz bir bilgeliğe geçen kayıp yakınlarının satırları, sözleri ile dolu. Bir zaman kollarında sımsıkı kucakladıkları canlarının heykellerinin önünde taşlaşmış kalanlarla dolu.  Tarihimiz katledilenlerin isimlerinin ‘Burada’ diye haykırıldığı günlerle gecelerle dolu. Tarihimiz yıllar yılı ‘bölücü terör örgütü faaliyeti’ diye sunulmuş bir halkın varlık ve hak mücadelesi ve bu uğurda yitirilen on binlerce canla dolu. Barış süreci denen dönemde bile her Allahın günü polis kurşunuyla canından olan Kürt gençlerle dolu.  Tarihimiz bu cinayet ve katliamların davalarında gözümüzün  içine baka baka yaşatılan adaletsizliğin kalanları bir kez ve bir kez daha öldürüşüne tanıklık etmelerimizle dolu.

Yine bu hafta  Berkin Elvan'ın ailesi İçişleri Bakanlığı'na tazminat talepli 12 sayfalık bir dilekçe sundu. Dilekçede devletin yaşattığı zulmün ve o zulüm üzerinden de devletin ta kendisinin tarifi şöyle yapılıyordu:  "Devlet bir yandan öldürmeme yükümlülüğünü ihlal ederken, öbür yandan öldürülmemesi için gereken ortamı da ortadan kaldırmıştır. Ölüm bizzat polislerin atmış olduğu gaz fişeğinden meydana gelmiş olmasına rağmen, devletin Anayasa'da düzenlenen haklar ve uluslararası sözleşmelerdeki taahhütleri dikkate alındığında, kusursuz sorumluluğunun da olduğu açıktır.  Olayda hem ihmal hem hizmet kusuru hem de kusursuz sorumluluk vardır. Berkin'in öldürülmesinden sorumlu polislerin fotoğrafları bellidir. İdare, sorumluluğundaki personelin ismini savcılığa vermemektedir."

Yine bu hafta Eskişehir’de Ali İsmail Korkmaz'ı döverek ölümüne yol açan polis memuru Mevlüt Saldoğan, aynı gece Tevfik Caner Ertay adlı bir başka gence işkence ederek, aracının bagajında dolaştırdığı iddiası kapsamında ifade vererek o gecede dahli olan üç amirinin ismini verdi. Ertay’ın bindirildiği aracın da Korkmaz’ın başına ve göğsüne tekme atarak ölümüne yol açan polis Saldoğan’a zimmetli olduğu ortaya çıkmıştı.

Yine değişmez bir klasik olarak ‘bilmiyorum’ ve ‘hatırlamıyorum’lar havada uçuştu.  Saldoğan, “Müdürlerimiz aracı durdurdu. Ben direksiyondaydım. Aracın arka kapısı açıldı. Ancak kimin açtığını bilmiyorum… Müdürlerimizin vurduğunu görmedim. Sadece vurma girişimi oldu” derken, müdürlerden de  “Benim tahminime göre şahsı gözaltı otobüslerine götürmek için araç kapısı açılmıştı. Kimin açtığını hatırlamıyorum. Darp etmeye yönelik hamlem olmadı. Gözaltı talimatını kimin verdiğini bilmiyorum” ve  “Araçta yaralı bir şahıs vardı. Şahsın hastaneye götürülmesi yönünde talimat vermiş olabiliriz. Ancak bu şahsa vurmamız gibi bir durum olmamıştır” şeklinde ifadeler geldi.

Yine bu hafta iç savaş misali erkek şiddetiyle katledilen bir kadın daha belleğimize, isyanımızla kazındı. İki ay önce evlendiği eşini boğarak öldüren Sedat Aydın’ın cesedin kokmaması için etrafına naftalin serptiği, şişmemesi içinde üzerine bıçak bıraktığı öğrenildi.

Türkçenin güzel deyimlerinden biridir: “Balık kokarsa tuzlanır. Ya tuz kokarsa…” Tuz kokarsa işte naftalinden medet umulur. Lakin nafile bir çabadır bu. Tuz kokarsa artık kaybedecek hiçbir şeyin kalmamıştır. Kapıları camları kırmak ve açık havaya haykırmak gerekir: “Tuz koktu, duymuyor musunuz?”  Tuz kokarsa nefes kalmaz. Hepimizin derin derin iç çekmesi bundandır.