YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

‘Faiz lobisi’, komplo teorileri ve gerçekler

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Faiz indirin” ısrarıyla tetiklenen dolar krizinin tam ortasındayız. Bu yazının yazıldığı saatlerde Erdoğan, Merkez Bankası (MB) Başkanı Başçı ile görüşecekti ama bu görüşmenin sonucunu beklemeye gerek yok. Buraya nasıl gelindiği, durumun nasıl izah edildiği de epey şey anlatıyor memleket üzerine, ve bunlar sadece ekonomiyle ilgili değil.

Kriz nasıl gelişti? Hükümet yaklaşık iki yıldır faizlerin düşürülmesini talep ediyor aslında. Bu yeni bir şey değil, ta Zafer Çağlayan zamanından beri her ay, hükümetin popülist kanadı MB’nin faiz politikasını eleştirir, global sistemle irtibatı sağlayan Ali Babacan ve Mehmet Şimşek de, “MB işini yapıyor” yönünde, yuvarlak açıklamalarla ortalığı sakinleştirirdi. O vakitler de hükümetin temel argümanı şu idi: “Faizler yüksek olduğu için işadamları kredi alamıyor, dolayısıyla yatırım yapamıyor. Faizler düşürülmeli, işadamlarımız ucuz kredi bulmalı ve sanayi şahlanmalı.” Tam da bu dönemde büyüme, sanayi üretimi, işsizlik gibi verilerde genel bir bozulma emarelerinin başgösterdiğini not düşelim. Ve yine bu dönemde, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın sarf ettiği, “İnşaatla olmaz, sanayiye ağırlık vermek gerekir” mealindeki sözleri hatırlayalım.

Toplam tabloya baktığımızda, hükümetin resmî anlatısının, aslında AKP’nin büyüme modelinin sonuna gelindiğini örtmeye yaradığını ya da böyle bir gaye güdüldüğünü düşünmek mümkün. Zira işsizlik %10 civarında kemikleşti; 2014 üçüncü çeyrek büyüme verisi beklentilerin çok altında, %1,7’de kaldı; sanayi üretimi de eksiye dönmüş durumda. “Kriz var” denemez belki, ama tablo AKP’nin büyüme modelinin artık zorlandığı ve tıkandığına işaret ediyor. Üstelik, Amerikan Merkez Bankası FED’in yeniden faiz artırması gibi bir mesele var. 2008 krizinden sonra bir önlem olarak faizleri düşüren FED, büyümeye destek olmak için parasal genişleme programı başlatmıştı. Bu dolar bolluğu içinde, mesela 1,3 TL’lik dolar seviyeleri ve yıllık %5’lik enflasyon oranları gördük. Yukarıdaki tabloya ek olarak, ABD ekonomisinde de işler düzelme yoluna girdi; işler düzelince FED’in parasal genişleme politikasını sürdürmesi için sebep kalmadı. Önce tahvil alım programı daraltıldı, sonra da faizlerin ne zaman artırılacağı konuşulmaya başladı. Özetle, FED’in faiz artırması demek doların tekrar ülkesine dönmesi, bir yatırım aracı haline gelmesi ve tüm dünyada değerinin yükselmesi demek. Bu da, Türkiye için zor günler anlamına geliyor. FED’in ne zaman faiz artıracağının, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de endişeyle beklenmesi bundan.

Bu manzara içinde, Erdoğan bir cumhurbaşkanı olarak MB’nin üzerindeki baskıyı artırdı, hatta Başçı’nın “başkalarının hizmetinde” olduğunu söyleyiverdi. Yani bir tür ‘vatan hainliği’ne getirdi lafı. Argüman aynı: Tüm dünyada faizler düşükken Türkiye’de neden yüksek? Enflasyonu doğuran faizdir; faizler yüksek oluğu için üreticiler yatırım yapmıyor.

Ancak Erdoğan’ın eli artırması ve dengeleri bozacağı sinyalini vermesi, piyasa tarafından soğukkanlılıkla karşılanmadı. Dolar aldı başını gitti ve 2,60’lara dayandı. Önce şunu bilelim: Doların bu düzeye oturması durumunda, harcamalar da artacağından enflasyonun düşmesi hayal olur; enflasyon düşmezse, faizi düşürmek de teknik olarak çok zor. Dolayısıyla, konu ikili bir sarmala girmiş vaziyette. Doların değeri hem tüm dünyada yükseldiği için, hem de Erdoğan’ın bu çıkışlarının bir belirsizliğe işaret etmesi yüzünden yükseliyor. Babacan, Şimşek ve Başçı uluslararası piyasaları teskin etmeye çalışsa da, ekonominin yukarıda tarif etmeye çalıştığım durumu, ülkedeki bu ‘içe kapanma’ hali, Erdoğan’ın şeflik takıntıları ve dış koşullar, zor bir döneme girdiğimizi gösteriyor. Yani mesele sadece Erdoğan’la ilgili değil ama onunla da ilgili.

Bu manzara içinde, hükümet, dolardaki yükselişi faiz lobisine bağladı – yani, kim olduğu belirsiz dış mihraklar. Türkiye şu açıdan çok elverişli bir ülkedir. Her türlü haltı yiyip, sorumlu olarak dış mihrakları ilan edebilirsiniz. Her siyasi akım bunu yüksünmeden yapar, çünkü en saçma komplo teorisinin bile bu ülkede müşterisi her zaman vardır. Hele biraz üzerine düşünülmüş bir komplo teoriniz varsa, yırttınız demektir. Bu ülkede kimse bir şey yapmaz, yaptığı işin sorumluluğunu almaz çünkü. İlgisiz gibi görünen ama aslında pekâlâ ilgili örnekler hatırımızda olsa gerek. Eski zamanları hatırlasanıza; Kürt sorunu diye bir şey yoktu, dış ülkeler bunu kaşıyordu, Ermeni meselesi dış ülkelerin kışkırtmasıydı (yeni TTK Başkanı’na bakarsak hâlâ öyle), 12 Eylül öncesi ve dolayısıyla darbesi de dış güçlerin eseriydi, Sivas katliamı zaten öyleydi. Bu ülke hiçbir şey yapmamıştı, hiçbir şeyde sorumluluğumuz yoktu.

Böyle yaşayabilirsiniz elbette. Her şeyi bir komploya bağlayabilirsiniz. Gayet de rahat edersiniz. Hiçbir konuda sorumluluğunuz olmaz, hiçbir şeyle yüzleşmezsiniz, kimseye hesap vermezsiniz. Taraftarlarınız, tabanınız için de uygun bir çözümdür bu. Onlar için de hiçbir konuya kafa yormaya gerek kalmaz, ne, niçin, nasıl oluyor gibi meselelerle o güzel zihin meşgul edilmez; “birileri” denir, çıkılır işin içinden.

Ekonomiyle başlamıştık, ekonomiyle bitirelim. 2001 krizini hatırlayalım. Hani, Cumhurbaşkanı Sezer’in Başbakan Ecevit’in önüne anayasa kitapçığı fırlatmasıyla başlayan krizi... Krizin gerçek sebebi bu olabilir mi? Mümkün mü? Çok belliydi ki yapısal bir mesele vardı ve siyasi bir gerilim sadece katalizör vazifesi görmüştü. Ancak 15 yıl boyunca, siyaset esnafı, bilhassa AKP ve çevresi, Sezer karşı kampta oldukları için, krizin bu yüzden, yani anayasa kitapçığı fırlatma yüzünden çıktığını söylediler. Eğer öyleyse, şunu söylemek mümkün: O krizi Sezer’in çıkardığına inanıyorsanız, bu dalgalanmayı da Erdoğan’ın yarattığına inanabilirsiniz. Yok, o vakit yapısal bir kriz var idiyse, şimdi de yapısal bir kriz vardır.