YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Çanak çömlek patladı...

“Ermeni Diasporası, dünyanın her yerinde soykırım iddialarına dayalı kampanyalarla, Türkiye düşmanlığını geniş toplum kesimlerine aşılamaya çalışıyor. Dikkatinizi çekiyorum, bu kampanyaların amacı, tarihin bir döneminde Ermenilerin yaşadığı acıları canlı tutmaktan ziyade, doğrudan ülkemize ve milletimize düşmanlık yapmaktır.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçtiğimiz Perşembe günü “Dünya Arşiv Yöneticileri Kongre ve Sergisi” açılışında konuştu ve Diaspora, 1915 meselelerine değindi. Konuya da şu yukarıda okuduğunuz cümlelerle girdi. Sonra da şöyle devam etti:

“Ey Ermeni Diasporası, ey Ermenistan yönetimi, gelin, buyurun bizim arşivlerimiz... Belgeler burada. Bizim şu anda yüz binlerce, milyonu aşmış tasnifi yapılmış belgemiz var. Senin ne kadar belgen var? Çıkar belgelerini. Tarihçileri görevlendirelim, arşivcilerimizi görevlendirelim, siyaset bilimcilerini görevlendirelim, hatta hatta arkeologları, hukukçuları görevlendirelim. Gelsinler, bu belgeler üzerinde çalışsınlar, her şey ortada. Gerçeği burada arayalım. Ülkeleri dolaşıp, oralara biraz da şöyle para yedirmek suretiyle, oralarda lobiler oluşturmak suretiyle, ahlaki olmayan yollara tevessül etmek suretiyle, Türkiye'nin aleyhine yapacağınız kampanyalardan bir şey kazanamazsınız.”

Şu cümlelerin analizine birazdan geleceğiz, ama bu çıkışı önce nereye oturtmak gerekir, ona bakmak lazım. Çok değil daha bir ay önce, vakıf ve dernek yöneticileri ile basın temsilcilerini Ankara’da toplayan Başbakan Davutoğlu’nun sözleri, hâlâ not defterimde. “Diaspora, bizim Diasporamızdır”, “Diaspora açılımımız devam edecek”, “Siz onların uzantısı değilsiniz, onlar sizin uzantınızdır”, “Ermenilerin yaşadığı acıyı hissediyorum” “İttihat ve Terakki’yi sahiplenmek durumunda değiliz” demişti Davutoğlu. Bu açıklamalar, toplantıya katılan vakıf ve dernek yöneticileri üzerinde de olumlu bir etki bırakmıştı. Kişisel olarak benim zihnimde ise bunların taktik çıkışlar olup olmadığı ve ne kadar “iktidar”ın görüşü sayılıp sayılmayacağı ile ilgili büyük soru işaretleri vardı.  Zira, Davutoğlu’nun bir Başbakan olarak pozisyonu daha o günlerden tartışmalı hâle gelmişti ve 24 Nisan’a bir Çanakkale anması koyan, lobiler konusunu yine ağzına dolamış, Talat Paşa Komitesi’ne hayırhah bakar hâle gelmiş bir hükümet karşımızda duruyorken, bu sözler, doğrusu sallantılı görünmekteydi. Zaten bu açıklamanın peşine, önce Hakan Fidan krizi yaşandı, ki herhâlde bunu Davutoğlu-Erdoğan arasındaki çatlağın ilk ve en görünür örneği olarak görmek mümkün. Eş zamanlı olarak Merkez Bankası krizini yaşadık, sonrasında ise malum “Kürt sorunu yoktur”çıkışı ve çözüm süreciyle ilgili “İzleme Heyeti” krizi geldi. Erdoğan, İzleme Heyeti oluşturulmasına, aynı Hakan Fidan’ın adaylığında olduğu gibi açıkça karşı çıktı, bildiğiniz gibi.

Başbakan Yardımcısı Arınç’ın, hükümetin İzleme Heyeti konusunda kararlı olduğunu açıklaması not edilmeli. Araya Melih Gökçek’le ilgili açıklamaları eklese ve Gökçek’in yanıtlarıyla işin bu kısmı daha medyatik hâle gelmiş olsa bile, ve Arınç sonraki günlerde “Cumhurbaşkanı’nı bilgilendirmemek bizim kabahatimiz, Başbakan bu konuda masumdur” dese bile, hükümetin “Erdoğan vesayeti” konusunda bir duruş belirleme, en azından bunu şöyle bir deneme ihtiyacı içinde olduğu anlaşılıyor. Zaten Arınç da hükümetin vesayet kabul etmeyeceğine dair imalarda bulundu, bu açıklamalar boyunca. Davutoğlu, tüm bu süreç boyunca perde gerisinde kalmış ve Erdoğan ile aralarında herhangi bir sorun olmadığını söylemiş olsa bile, çanak çömlek patlamıştır ve taraflar ellerini açık etmişlerdir. Arınç’ın bilhassa vesayet konusundaki sözleri kendi kendine söylediğini düşünmek, bence güç.  Davutoğlu, bu meseleden bir ihtimal cenazeyi Arınç’ın üstüne yıkarak çıkmak isteyecektir, ancak şurası belli ki istenen mesajlar da verildi.

Peki bu tablo içinde şu sözleri nasıl değerlendirmek gerekir? Birkaç ihtimalden bahsetmek mümkün. Geçen hafta da dikkat çektiğim gibi (“Kürt sorunu yok, şirket var”, 20 Mart 2015) Erdoğan’ın siyasal Kürt hareketinin kazandığı etkinlikten ve ortak açıklama manzarasından memnun olmadığını düşünmek mümkün. Müzakere süreci sayesinde, siyasal Kürt hareketinin kendine açtığı alanın artık kendi kontrolünün dışına çıktığını düşünüyor olabilir. Muhtemelen bu konuda kendince bir fren mekanizması geliştirmek istiyor. Bu etkinliğin AKP’nin oy ve milletvekili sayısını sınırlayacağının ve HDP’nin bu seçimlerde en çok konuşulan parti hâline geldiğinin de farkında. Erdoğan gibi bir figürün böyle bir durumda ilk koşacağı yer, 90 yıllık resmî görüş ve onun argümanlarıdır.

Diaspora meselesine gelirsek. Bir ihtimal bu konuda da Davutoğlu’na patronun kim olduğunu göstermek istedi. Başka ihtimaller de var tabii. Erdoğan bu meselede -otoriter sağın sayısız varyantlarından biri olan- “Osmanlıcı”, “medeniyet inşacısı” Davutoğlu’na kıyasla, daha devletçi/tahakkümcü ve inkârcı bir konumda. Özür diliyoruz kampanyası için söyledikleri de  dahil olmak üzere, bu konudaki sözleri, kurucu kadroları ve o zihniyeti devam ettiren çizgiyi, haydi haydi tatmin edecek düzeyde. Keza şu notu da düşmek gerekir. Devletin 100. yılla ilgili bir paranoya yaşadığını da görebiliyoruz. Diaspora, Ermenistan diye diye heyula hâline getirdikleri yerlerden başlatılacak kampanyalarla, devletin zor durumda bırakılmaya çalışılacağını düşünüyorlar, belli ki. Erdoğan ve çevresinin bu konudaki zihinsel formasyonlarının klasik devlet tarafından biçimlendirildiğini biliyoruz. Dolayısıyla, böyle bir paranoya ile başa çıkmak için yine koştukları ilk yer,  klasik “kötü Diaspora, kötü Ermenistan” kalıbı oldu. Bir de tabii yaklaşan seçimler, bu seçimler için ihtiyaç duyduğu milliyetçi oylar vs. var.

Özetle, Davutoğlu’nun zaten şüpheli duran açılımının ömrü, pek kısa sürdü, ki şaşırtıcı değil. Süreçle ilgili olarak hükümet cephesinin Erdoğan’ın çıkışından sonra hızla geri çekildiğini görmek de şaşırtıcı olmadı. Diaspora ve 1915’te olup bitenler konusunda da Erdoğan ile ayrı düşmekten yüksüneceklerini düşünen yoktur herhâlde.