Deklarasyona onay değil, muhatap gerek

VADİP toplantısı sayesinde geçen hafta kamuoyuna yansıyan 24 Nisan deklarasyon krizinin yankılarını Samatya Surp Kevork Kilisesi Onursal Başkanı Melkon Karaköse ve Düşünce Platformu üyesi Harut Özer'e sorduk.

Vakıflar Arası Dayanışma ve İletişim Platformu’nun (VADİP) toplantısı sayesinde kamuoyuna yansıyan ve Agos’un geçen hafta “2 deklarasyon 5 tuhaflık” manşetiyle duyurduğu deklarasyonlardan 24 Nisan ile ilgili olanı, Ermeni toplumunda geniş tartışma yarattı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın danışmanına da “görüşleri alınması için” giden deklarasyonla ilgili genel fikir, yanlış bir yol izlendiği yönünde. İçinde bulunduğumuz hafta içinde, söz konusu metinle ilgili hiçbir gelişme yaşanmamasına rağmen, bu girişimin havada kalmayacağı ve bir sonuca ulaştırılacağı düşünülüyor. Önümüzdeki hafta bu konuda bir toplantı yapılacağı da edinilen bilgiler arasında.

‘Mağdur biziz önce devlet konuşmalı’ 

Samatya Surp Kevork Kilisesi Onursal Başkanı Melkon Karaköse, deklarasyon tartışmalarının bu kadar dağınık ve yanlış bir zeminde yürütülmesinin, ‘Siyasi Komisyon’un eksikliğini gözler önüne serdiğini söylüyor. Karaköse, Ermeni toplumu tarafından yayınlanacak bir deklarasyonun, Ermenistan ve Diaspora’da yankı bulacağı, bu yüzden işinin ehli olan isimler tarafından hassasiyetle hazırlanması gerektiği görüşünde.

24 Nisan’da yayınlanmak üzere bir deklarasyon hazırlanması yönündeki girişimleri, nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ermeni toplumunun yayınlayacağı deklarasyon, çok hassas bir konudur ve yüz yıl sonra yapılacak bu beyanat, mutlaka Ermenistan’da ve Diaspora’da yankı bulacaktır.Bunun için aralarında akademisyenlerin de bulunduğu âkil insanlardan oluşan bir heyet toplanmalı ve Patrikhane’nin önderliği ve VADİP’in iştirakiyle bu yayınlanmalı. Biz, binlerce yıldır yaşadığımız bu topraklarda, sevgi ve barış olsun istiyoruz. Ama yaşanılan acılardan bahsetmez, bunları göz ardı ederseniz, bu dışarıda çok yanlış algılanır ve bildirinin baskı altında yayınlanmış olduğu izlenimini uyandırır. Bu yüzden, böyle bir deklarasyonu, mutlaka ehillerine yazdırmamız gerekiyor. Özellikle de içinde bulunduğumuz dönemde, siyasetle uğraşanların bu çalışmaların içinde olması çok yanlış olacaktır.

Söz konusu metinler sunulduğunda, Patrik Genel Vekili,hiçbir değerlendirmeye tâbi tutmadan bunları reddetmiş. Bu tutumu doğru buluyor musunuz?

Patrikhane’nin tutumu tabii ki bu olamamalıydı. Geçtiğimiz yıl yaptığımız röportajda,geçmiş deneyimlerimden yola çıkarak toplumun nasıl sağlıklı bir şekilde örgütleneceğine dair düşüncelerimi aktarmıştım. Orada 6 farklı komisyondan bahsetmiştik. Bu durum da tam olarak Siyasi Komisyon’un alanına giriyor. Patrikhane, bu kurulu görevlendirerek çalışmalar yapabilirdi. Bugün bakıyorsunuz, herkes bir bildiri yayınlamaya çalışıyor. Eğer Patrikhane de bir söz söyleyecekse, bunu kurullara danışarak yapması gerekir.Bizler de o dönemlerde aktif görevdeydik ve geçmiş patrikler tarafından her ne bildiri yayınlandıysa, bu işin ehilleri çağrıldı ve bildiriler o şekilde hazırlandı.

Sonuçta, bir aydan kısa bir zamanda bu oluşumların hayata geçirilmesi o kadar da kolay olmayacaktır. Ne olacak? 100. yıl es mi geçilecek?

Cismani bir kurulumuz yok. Sonuçta Patrikhane’nin bu işlere ön ayak olması gerekir. Bir ay bunun için yeterli bir süre. Eğer bu işin ehilleri görevlendirilirse, bu iş, üç günlük bir iştir. Patrik Genel Vekili’nin durumu seyretmemesi gerekir; bir an önce bunun organize edilmesi şart.

Başlangıçta maalesef ne VADİP, ne de Patrikhane bir çalışma yaptı. Patrik Genel Vekili, VADİP üyelerini çağırıp “bir deklarasyon yayınlamamız gerekir mi, gerekmez mi” diye, bunu tartışmaya sunması gerekirdi. Eğer bu yapılsaydı, bu komisyon kendiliğinden oluşacaktı. BaşepiskoposAteşyan’ın bir an önce bu durumu netleştirmesi gerekir.         

Deklarasyon yazılması gerekiyor mu sizce?..

Şunu unutmamak lazım, bu ülkede acıyı çeken bizleriz. Bizim bir deklarasyon yayınlamamızdan önce, devletin ne söylediği önemlidir. Bizler de artık ciddi bir deklarasyon bekliyoruz. Bu beklenti, sadece Türkiye Ermenilerinin beklentisi değildir; dünyada yaşayan on milyon Ermeni, bu beklenti içerisinde. Mağdur olan bizleriz. Bizlerden önce, devletin konuşması gerekiyor.

‘Aidiyet duygusu toplumdan koparıldı’

Düşünce Platformu üyesi Harut Özer, ‘24 Nisan deklarasyonu’ ile ilgili, toplumun çeşitli katmanlarından tepkiler geldiğini ifade ediyor. Türkiye Ermeni toplumunun 1915’ in yüzüncü yılında 24 Nisan’la ilgili, , mutlaka bir söz söylenmesi gerektiğine inandığını söyleyen Harut Özer, bunun bizleri temsil edenlerin, bugüne kadar ortaya koydukları söylemlerden farklı olması gerektiğini vurguluyor. Vadip’in böyle bir girişimde bulunmasının doğal olduğunu, yapı olarak korunması ve desteklenmesi gereken önemli bir kurum olduğunu, fakat demokratik bir yapıya kavuşması için yapıcı eleştirilerden de geri durmamak gerektiğini söylüyor.

Geçtiğimiz hafta ortaya çıkan deklarasyon konusunda ne düşünüyorsunuz?

‘Helalleşme’ olarak ifade edilen ikinci deklarasyona değinecek olursak, yazının danışmanı aracılığıyla Cumhurbaşkanı’nın onayına sunulması, en başta eleştirilmesi gereken konu. Uygulama biçimi olarak baktığınızda, yazacağınız yazıyı muhatabının onayına sunmak, tam anlamıyla baskının içselleştirilmesi anlamına geliyor. Demokratik toplumlarda bunun yeri olmadığı gibi toplumun kendini esir gibi hissetmesine neden olur.

Toplumdaki dağınık görüntünün de bunda payı var mı?

Toplum, aidiyet duygusundan koparılmış olduğu için meselelerle ilgilenmiyor. Bakıyorsunuz, bir tarafta kilisenin önderi konumundaki insan, kiliseye ait olmayan bir bakış açısıyla söylemler ortaya koyuyor. Patrik Vekili olarak Ankara’ya gidildiğinde, taziye mesajı değerlendirmesi olarak sarf edilen “Cesetler artık kokuyor” söylemi, toplumun büyük bir kesimini rencide etmişti. Siz Ankara’da bu toplum adına söz söylediğinizi iddia ediyorsanız ve bir din adamı olarak bu konuda yeterliliğiniz yoksa, birilerinden yardım almalısınız. Öteki tarafta da en önemli sivil yapılanmamız  “devletin onayına sunduktan sonra size bilgi veririm” diyebiliyor. Sunulan bu tabloya, Ermeni toplumuna ait bir birey olarak baktığınızda, kendinizi ötelenmiş hissettiğiniz andan itibaren, “Ne halleri varsa görsünler” diyorsunuz. Toplumun yaptığı da bu.

24 Nisan’da böyle bir ‘deklarasyon’ yayınlanmalı mı?

24 Nisan’da, Türkiye Ermenileri mutlaka bir şey yapmalı. Böyle bir deklarasyon olacaksa, yıllardır söylenmiş olandan çok farklı bir şey söylemek zorundasınız. Birileri ‘helalleşme’ demek isteyebilir ancak bugün bunun altyapısı ortada yok. Kimse başkaları adına helallik veremez.  Kişisel olarak, her şeyden önce, bu acının anlaşılmasını bekliyorum. Oysa tüm Dünya’da gerçekleşen acı olaylara gösterilen empatinin çok küçük bir kısmı bile bizlerden esirgeniyor.  Acıların sağaltılmasını istiyorsak acılarımızı ve kayıplarımızı birlikte anabilmeliyiz.

Bugün Başbakan’ın Danışmanı Etyen Mahçupyan ama öteki taraftan bakıyorsunuz, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Ermeni olmanın “tiksinti verici bir şey” olduğunu söyleyebiliyor. Bu acının sorumluları kahramanlaştırılıyor ve torbadan çıkarılıp yeri geldiğinde hâlâ bize karşı kullanılabiliyorsa, acımızı unutup helalleşme nasıl istenebilir. Toplumun rehabilitesi ve ötekileştirmeden eşit yurttaşlar olarak birlikte yaşayabilmek için gerekli adımlar, yıllardır söylenmekte ancak halen ders kitaplarındaki birinci düşman hala Ermeniler. Cumhurbaşkanımız, geçtiğimiz yıl Başbakan olarak taziye mesajı yayınladıktan sonra, o kadar farklı şeyler yaşanabiliyor ki, birinden ötekine toplum olarak geçiş yapamıyoruz. Taziye mesajı yayınlayan mı, “Afedersiniz Ermeni” diyen mi? Hangisi muhatabımız? Toplum olarak devletin yurttaşlarını sayarken bu toprağın Müslüman olmayan unsurlarını sürekli unutması karşısında, üvey evlat algımız oluşuyor ve maalesef bunun değişmesine fırsat vermiyorlar.

Bu deklarasyon nasıl hazırlanmalı?

24 Nisan’da ‘bu toplum’ bir deklarasyon yayınlayacaksa, toplumun katmanlarını temsil eden kişilerden oluşan geniş katılımlı bir toplantı düzenlenir ve orada ağırlıklı görüşler ortaya konulduktan sonra birileri görevlendirilir ve deklarasyon bu şekilde kaleme alınabilir.  Sadece bir isim üzerinden yürüyen bir metin, toplumun hiçbir kesimi tarafından kabul görmeyecek ve tepkilere yol açacaktır.

Kategoriler

Toplum Vakıflar Dernekler



Yazar Hakkında

1979 İstanbul doğumlu. Toplum bölümünün editörü, demokratikleşme, insan hakları, inanç özgürlüğü ve azınlık vakıflarıyla ilgili haberler yapıyor.