OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Adalet cesetler üzerinde yükselmez

Yaşayanlar için cehennem, seyredenler için korku filmi olan ülkemizde, 31 Mart 2015 tarihi de hikâyeye yeni bir dehşet sekansı olarak eklendi. Eklendi ve bütün yenilik laflarına rağmen, hem bu gayrimeşru eyleme girişenler hem de devlet, temel kodların, söylemlerin ve de davranışların ne kadar aynı kaldığını acı biçimde hepimize gösterdi. Ben diyeyim 1970’ler, siz deyin 1990’lar…

Bir kere açık olarak şunu söyleyeyim: bu eyleme güzelleme düzülmesini ne kabul ne tasvip ederim. Şehit edebiyatı devletten gelince kötü, başka yerden gelince makbul değil; insan hayatının bir hiç olarak harcanması sonra da buna methiye okunması, sorgulamayan akılları rehin almak için kullanılan bir araçtır. Kendine İslamcı diyen de yapsa bu böyledir, solcu diyenler de yapsa böyledir, değişmez. Bu olayın Berkin Elvan davasına ne mahkeme salonunda ne kamuoyunda olumlu katkı yapmayacağı da açık. Bu eylem olmasaydı, Berkin davasında suçluların cezalandırılacağını söyleyecek kadar saf değiliz fakat bu eylem de adalet dahil hiçbir şey sağlamadı, bitmez ölüler listesine üç isim daha eklendi sadece. Ölümlerle yürek soğutanlardan da olmamaya çalışıyoruz; çünkü bu, insanı fena kirletiyor. 

Tabii asıl korkutucu devamlılık devlette, hele o yargısız infaz dili yok mu, Salı gecesi bir karabasan, bir hortlak gibi peyda oldu: “Devlete kalkan eller kırılır”, “Ölü ele geçirildi”, “Gereği yapıldı…cezalandırıldılar”. Evet o devlet, ne kadar gaddar ve hayatı hiçe sayan, taviz olarak gördüğü bir şeyi yapmaktansa, kendinden olsun olmasın, insan canına kıymakta hiç tereddütetmeyecek bir tıynette olduğunu bir kez daha gösterdi. Yargısız infaz söz konusu olduğunda Çiller- Ağar devletiyle Erdoğan-Davutoğlu devleti arasında bir fark olmadığını gördük. Ne dedi Erdoğan: "Polisimizi kutluyorum. Odaya girerek gereğini yapmışlardır". Eski devleti yeri gelince çok eleştiriyorlar ama onun yargısız infaz kültürünü pek benimsemişler. Davutoğlu da Bingöl suikastlarından sonra öldürülenler için “Cezalandırıldılar” dememiş miydi? Sonra anlaşıldı ki öldürülenlerin suikastla bağlantısı yok ama fark etmez(di), öldürülenler bizzat suikastı düzenleyenler bile olsalar bir Başbakan’ın polisin bu eylemi için “cezalandırma” tabirini kullanması skandaldır. Bir hukuk devletinde cezalandırmayı kim yapar? Bunları söylemek bile zül ama bir kez daha hatırlatalım: insanlar arasında yasaları çiğneyen olur, cinayet işleyen olur; devlet onların cezasını hukuk çerçevesinde veren yapının adıdır, devlet bunun için vardır. “Devlet yasaya, ondan da önemlisi hukuka uysun” dendiğinde “ama ötekiler” demenin manası yok çünkü devletin yasalara uymasının şartı ötekinin berikinin uyması değildir.

Adliye baskını hakkında sorulması gereken iki önemli soru “Nasıl oldu?” ve “Neden oldu?” sorularıdır. Nasıl olduğu sorusu, her biri son derece önemli alt sorulara ayrılıyor ve bunlar tartışılıyor ve daha da tartışılması gerek. İktidarlar ve destekçileri bu tür olayları özgürlükleri kısıtlamak veya cezaları ağırlaştırmak için bir fırsat olarak kullanmaya her zaman eğilimlidirler. Nitekim, olayın üzerinden saat geçmeden “idam” türküsü çağıranlar sosyal medyada boy gösterdi. Bu tip eylemlere girişenleri ölüm cezasının caydıracağını iddia etmek, olayın oluş ve bitiş şeklini düşününce bayağı saçma oluyor. Bu fırsatçılar karşısında özgürlükçü demokratlar dik durmalı.

Yukarıda “Nasıl”a dair zikrettiğim alt sorular çok çeşitli. Silahla adliyeye nasıl girdikleri de önemli bir soru ama asıl sorular operasyon anına dair olanlar. İçeriden gelen silah sesleri üzerine operasyon yapıldığı iddia ediliyor. Kafasına silah dayadığınız birini öldürmek istiyorsanız kaç el ateş etmeniz gerekir? Ayrıca, görgü tanığı gazetecilerin ilkönce silah sesleri değil bir patlama duyulduğu yönünde ifadeleri var. Eğer doğruysa bu, devlet yetkililerinin operasyonu meşrulaştırmak için söyledikleri sözü tamamen boşa çıkarır. Savcı Kiraz’ın beş kurşun yarası aldığı söyleniyor. Bu kurşunların hepsi aynı silahtan mı yoksa farklı silahlardan mı çıkmıştır? Bütün bunlar ciddi bir soruşturmanın konusu olacak mı? 

Bir de operasyonu akıllarınca başarılı göstermek için savcı Kiraz’ın hastaneye ağır yaralı kaldırıldığını lafını haber kanalları yardımıyla yerleştirmeye çalışıyorlar. Oysa doktorlar canlı yayında, iki dakika uzaktaki hastaneye geldiğinde yaşam fonksiyonlarının tamamen durmuş olduğunu söylediler. Nitekim, görüntülerde hastanenin önünde ambulansın kapısı açıldığında savcıya kalp masajı yapıyorlardı. Yaşayan birine kalp masajı yapılır mı? Gerçek şu ki operasyon savcıyı kurtaramamıştır, eğer bizzat ölümüne sebep olmadıysa.

Eylemcilerin silah sayısı ve çeşidi, çatışmanın süresiyle ilgili sorular da sorulabilir. Bunlar, yapılandan başka yapacak bir şey olmadığına kamuoyunu ikna etmek için açıklanması gereken noktalar. Gerçi bizim kamuoyunun hesap sormak gibi bir alışkanlığı yoktur ya. 

Öte yandan, neden oldu sorusu da çok önemli. Eylemcileri kınamak, terörist demek kolay. O kadar kolay ki ben de kınıyorum ama meselenin özü şudur: bu olay ve ölümler devlet adaleti sağlamadığı için yaşandı. Berkin Elvan vurulmasının üzerinden neredeyse iki, ölümünün üzerinden bir yıldan fazla zaman geçti. Bunca zaman sonra bölgede görevli polislerin isimlerinin belirlenmesini ilerleme olarak konuşmamız bile davanın geldiği nokta ile ilgili acıklı bir gösterge. Devlet/hükümet, katilleri koruyacağına ilk günde ciddiyetle üstüne gitse pek tabii adliye baskını da olmayacaktı ama biliyoruz adalet bu devletin fıtratında yok. Bu gerçek saldırıyı meşrulaştırmaz ama bunu söylemeden mesele de tartışılamaz. Devlete bu yönde baskı yapılmadığı sürece yakın veya uzak geçmişte benzer olayların tekrarlanması olası demektir, istersek sabah akşam kınama yapalım fark etmez, adaletin yerini tutmaz.

Velhasıl Türkiye, bir kez daha geride sadece ölülerin var.