106. yıldönümünde Adana Katliamı’nın ardındaki gerçekler

1909 Adana Katliamı, Osmanlı’nın sonraki yıllardaki kaderini sarsacak bir isyanla, 31 Mart Vakası’yla aynı gün başlamış ve günler boyunca Adana’nın çevresine de yayılan Ermenilere yönelik şiddet dalgası, ardında büyük hasarlar bırakmıştı. 106 yıl önce bir 13 Nisan günü başlayan bu katliamı, Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’nden Doç. Dr. Meltem Toksöz’le konuştuk.

Çukurova 19. yüzyılın sonunda nasıl bir yerdi?

Çukurova’nın tarıma dayalı bir zenginleşme yaşaması bu döneme rastlıyor. Mersin Limanı, Doğu Akdeniz’de önemli liman olarak ortaya çıkıyor bu dönemde. 1880’lerin sonunda Adana-Mersin demiryolunun yapımıyla, Mersin Limanı ciddi önem kazanıyor ve neredeyse Beyrut’la yarışır hale geliyor. Dolayısıyla ticaret ağı çok genişliyor. 1905’te Adana da dünyanın genelinde olduğu gibi büyüme yaşanıyor. Pamuk fiyatlarının yükselmesiyle Mersin Limanı, ihracat hacmi açısından Beyrut’un bile üstüne çıkıyor. Liman ve demiryolu ayaklarının yanı sıra, üçüncü ayak olarak göçebe halk, hızla yerleşik hale geçiyor bu dönemde. Devletin 1860’lardan beri izlediği iskân politikasının sonucunda yaşanıyor. Benim Yukarı Ova dediğim Ceyhan ve çevresinde de ihracata yönelik tarım üretimi yapılıyor. Bu da konar-göçer nüfusun oraya yerleşmesiyle ilgili. Böylece Çukurova tam anlamıyla büyüyor ve büyük çiftlikler kurulmaya başlıyor. Buradan elde edilen büyük gelir, tekrar toprağa yatırılıyor. Bu da Çukurova’nın çehresini tamamen değiştiriyor.

Bu çehre değişikliğinde Ermenilerin payı nedir?

Osmanlı tarihinde maalesef mülkiyet çalışmak o kadar kolay değil. Bu yüzden tam olarak bilemesek de bu ticari gelişmede esas payın gayrimüslimlerde, gayrimüslimler arasında da Ermenilerde olduğu 1890’larla birlikte ortaya çıkıyor. Fakat ezici bir çoğunluktan bahsetmiyorum. Her zaman Müslümanlar da var bu gelişmenin içerisinde. Ancak Osmanlı bağlamında büyük ölçekteki toprak sahiplerinin birçoğunun Ermeniler olduğunu söyleyebilirim. Fakat çok büyük bir coğrafyadan bahsediyoruz. Ermenilerin varlığı, Aşağı Ova dediğim Haçin ve Feke’de daha netken, ova genelinde o kadar net değil. Ayrıca pamuğun yanı sıra bahçeciliğin de aynı dönemde geliştiğini ve o alanın da çoğunun gayrimüslimlere ait olduğu söylenebilir.

Meltem Toksöz

II. Meşrutiyet’in getirdiği değişim nasıl karşılanıyor Adana’da?

Müslümanlar tarafından tedirginlikle karşılanıyor. Cemiyet-i Muhammediye, bu anlamda önemli bir bileşen. Fakat bu tedirginliği de çok abartmak istemiyorum, çünkü genelin tedirgin olduğuna dair bir gösterge yok elimizde. 1908, genelde sokaklardaki coşkuyla resmedilir. Bunun Adana ve Mersin’de kent merkezlerinde yaşandığını ve sadece gayrimüslimlerin bu coşkuyu yaşamadığını belirtmek gerekir. Fakat yine de 1908 Temmuzu’ndan 31 Mart Vakası’na kadar geçen dönem, zaten sorunlu bir zaman dilimi. Çukurova için de böyleydi diyebiliriz. İktisadi açıdan da 1908, bölgede çok büyük bir değişime yol açmıyor. Bu yüzden, böyle bir değişimin getirebileceği sosyal bir patlamadan bahsetmek için de henüz erken.

1909 Nisanı’nın öncesindeki Adana’da böyle bir etnik çatışmanın öngörülebileceği bir ortam var mı?

Bunun izini çok sürmeye çalıştım, fakat böylesi katliamı öngörebileceğimiz bir ortam yoksa da öncesinde yazılanlara bakınca havada bir şeyler olduğu görülüyor. Ancak böyle bir planı net olarak görebilmek mümkün değil. 1908’in yazı itibarıyla şehirde atmosfer ciddi anlamda yükseliyor. Ermenilerin devrim coşkusu, Müslümanları rahatsız ediyor. Bu coşkuyu Ermenilerin kendilerine çok fazla güvenmesi olarak yorumluyorlar. Mart ayında Cemiyet-i Muhammediye’nin -31 Mart Vakası’ndan hemen önce Volkan gazetesi etrafında toplanan İttihad-ı Muhammediye cemiyetinin bir diğer adı- yeni kurulduğu için Adana’da şube kurulması üzerine toplantıları yapılıyor ve kışkırtıcı çıkışlar var orada. Bu katliamı, daha çok 1908 atmosferi içinde değerlendirmek gerekiyor. Katliam planlarının izine bile ancak Nisan ayından birkaç hafta öncesinde rastlıyoruz.

1894-96 Ermeni katliamları, arkasından 1909 Adana Katliamı ve sonunda 1915 Ermeni Soykırımı’nı düşündüğümüzde, Ermenilere yönelik sürekli yükselen bir şiddet dalgasından bahsedebilir miyiz?

Şiddet açısından bakınca bu soruya evet diyebilirim. Ancak şunu ayırmak gerekir, 1909 Adana Katliamı, daha çok 1894-96 katliamlarına benzer. 1908’deki Meşrutiyet Devrimi’nden sonra yaşanmasına rağmen böyledir. Çünkü 1909 yılı, devrimin sancılarının halen yaşandığı bir yıl. Ancak yöresel özellikler bakımından incelendiğinde, 1915’ten ayrılır elbette ki.

Adana Valisi Cevat Bey

Katliam, 31 Mart Vakası’yla aynı gün başlıyor. İstanbul’da eski rejimi isteyenlerin isyanının Adana’ya yansıması diyebilir miyiz katliam için?

Evet, böyle dememiz daha doğru. Ancak katliamın 31 Mart’la aynı gün başlaması tesadüftür demek de, tesadüf değildir demek de o kadar kolay değil. Bu iki olayın birbirinden habersiz olduğunu söylemek zor. Fakat tersini söylemek de zor. Çünkü Adana ile İstanbul arasında net bir haberleşmeyi göremiyoruz. Çok daha yerel bir olay diyebilirim, ancak yine de net bir şey söylemek mümkün değil elimizdeki verilerle. Adana’da Ekim ayındaki Ramazan Bayramı’ndan bu yana tırmanan atmosferi de hesaba kattığımızda, Adana’da 13 Nisan günü toplanan ve bu işi yapmaya niyetli kalabalığın Adana özelinde örgütlendiğini düşünebiliriz. Fakat o sırada, İstanbul’dan gelen isyan haberi, son damla oluyor sanırım. Ancak 31 Mart Vakası olmasaydı, böyle sonuçları olmayabilirdi. Çünkü Adana Valisi Cevat Bey’in bu kadar kifayetsiz kalmasının sebebi, İstanbul’da o anki otorite boşluğu. İstanbul’dan haber alamadığı için vali kendini çekiyor ve tüm işleri feriğe bırakıyor. Bu yüzden de bu ayaklanma askerileşiyor. Dışarıdan gelen taburlar Adana’da rahatlıkla silah dağıtıyor ve Ermenilere yönelik şiddete destek oluyorlar. Fakat Vali İstanbul’dan haber alabilseydi, bu ayaklanma daha sivil kalacaktı belki de. Şiddeti daha az olacak olsa da, bu katliam 31 Mart Vakası olmasaydı da, bence yaşanacaktı.

13 Nisan günü Adana’da tam olarak ne oluyor?

13 Nisan, 1909’da Salı gününe denk geliyor. O gün Adana’da tüm ürünler için büyük pazarlar kuruluyor. Yani bölgenin tüm alıcı ve satıcıları şehirde o gün. Kervan kervan ve akın akın gelen insandan bahsediyorum. Aynı zamanda, 11 Nisan Ermenilerin Paskalya Yortusu. Pazartesi günü dükkânlar kapalı olsa da Salı günü pazarların da olmasından ötürü Ermeniler çarşıdaki dükkânlarını açıyorlar. Ayrıca ilkbaharın başlangıcı, Çukurova’nın çapa mevsimi olduğu için, şehirde çok sayıda göçmen işçi var. Bir de bölgedeki misyonerlerin yıllık toplantıları da tam o döneme denk geliyor. Hatta o sene 50. yıl toplantısı olduğu için neredeyse Anadolu’daki tüm misyonerler Adana’da. Bu anlamda, şehirde var olan kalabalığın her zamanki kalabalık olduğu düşünülüyor başta. Ancak kalabalığın gün içinde dağılmadığı görülünce, başka bir şeyler olduğu anlaşılıyor. Çünkü alım-satım sekteye uğruyor. Müslümanların dükkânları tebeşirle işaretleniyor. Yağmalanmaması için yapılsa da pek işe yaramıyor. Kalabalık gün içinde giderek hareketleniyor. Sopalar ve tüfekler ortaya çıkıyor. Şehirdeki İngiliz Konsolos Yardımcısı Doughty-Wylie önemli bir tanıklık aktarıyor, Çarşı’da dolaşırken bu gerginliği net bir şekilde gördüklerini söylüyor. O sırada İstanbul’dan haber geliyor 31 Mart Vakası’nın yaşandığına dair. Akşama doğru gerginlik çok artmış olmalı ki, Doughty-Wylie, yabancı misyonerler ve Ermeni ruhanilerle birlikte Hükümet Konağı’na çıkıp bu ahalinin dağıtılmasını istiyor. Doughty-Wylie, “Vali’nin bir şey yapmasını bekledik ama bir şey yapmayınca çareyi ona gitmekte bulduk” diye yazıyor. Vali, onları bir şekilde teskin ediyor. Bu sırada, Vali’nin İstanbul’a telgraf çektiğine dair bazı belirtiler var ama ben, o telgrafları tespit edemedim. Telgrafta cevap olarak da, ‘Yabancıları koruyun’ cümlesinin yazdığı anlatılır.

1909 Adana haritası (Kaynak: Meltem Toksöz arşivi)

Olaylar esasen 14 Nisan’da mı patlıyor?

Çarşamba günü kalabalık yine dağılmıyor. Aynı heyet, yine Hükümet Konağı’na çıkıyor. Bu kez Vali, elli kişilik bir taburla feriği görevlendiriyor. Çarşıyı teftişe çıktıkları anda silah sesleri gelmeye başlıyor. İlk silah, Çarşı’daki Yağ Camii’nden geliyor. Silahlar atılmaya başlayınca ferik, rütbesi düşük bir subayı bırakıp Hükümet Konağı’na geri dönüyor. Bu, ne yapacaksanız yapın anlamına geliyor. Doughty-Wylie ve yanındaki misyonerler de yaralanıyorlar. Hatta bir misyoner hayatını kaybediyor. Kimsenin kaçmasına fırsat verilmeden Çarşı’nın bitişiğindeki Ermeni mahallesine saldırılıyor. Öğlene kadar şiddet iyice tırmanıyor. Yağma başlıyor, Ermeni okulları ve kiliseleri yakılıyor. Perşembe günü, Vali İstanbul’a telgraf çekiyor ve “Bölge bir ihtilal içindedir, yardım edin” diyor. Osmaniye’den de tabur çağırılıyor. Yani müdahale için askeri birlik toplanmaya çalışılsa da gelen yardım çok düzensiz. Gelen taburlar bile bir süre sonra saldıran ahaliye karışıyor.

Adana çevresinde neler yaşanıyor?

Cuma günü artık olaylar, Tarsus’a,  Sis’e, Misis’e ve Cebel-i Bereket sancağına sıçrıyor. Çok hızlı bir şekilde, önlerinde hiçbir engel olmadan oradaki Ermenilere saldırıyorlar. Bu sıçramada bir anlam daha var, kent merkezli bir olayken bu sıçramalarla kırsal alana da ulaşmış ve çiftliklere de saldırılmış demek. 16-26 Nisan arasında aralıksız devam ettiği diğer bir yöre de Cebel-i Bereket sancağı, ki en çok kayıp burada oluyor.

Katliamlar ne zaman sona eriyor?

Adana’da 14’ünde başlayıp 17’sinde ilk dalga şiddet bitiyor. Daha sonra tekrar başlıyor ve 27 Nisan’da bitiyor. 24 Nisan’ı 25’ine bağlayan gece, Cebel-i Bereket sancağındaki katliam çok şiddetlendiğinde, Rumeli’den gelen askerler Adana’ya giriyor.  Bu askerler arkalarında yerel askerler ve ahali, Abkaryan mektebine ilerlerler ve Adana’da saldırı bir gece daha devam eder.

Karşılıklı çatışmadan mı bahsediyoruz, yoksa Ermenilere yönelik bir katliamdan mı bahsediyoruz?

Ermenilerin silaha sarıldığı olaylar son derece az. Okuduğum kaynaklar da böyle bir durum neredeyse anlatılmıyor. Karşılık verilmiş olması beni şaşırtmazdı aslında. Ancak Ermeniler gerçekten gafil avlanıyorlar. Şöyle bir durum da var, Ermeni nüfusun yoğun olduğu Haçin ve Feke’de herhangi bir saldırı yaşanmıyor. Saldırıların Adana’nın dışına taştığı 17’sinde, burada yaşayan Ermeniler zaten Adana’da neler yaşandığını biliyorlar. Bir yandan hazırlıklılar, bir yandan da müftü tarafından korunuyorlar. Saldırı yaşansa, büyük ihtimalle karşılık vereceklerdi. Müslümanların bunu bildikleri için o bölgelerde bir örgütlenme yapmadıklarını da düşünebiliriz. Zaten işin sonundaki ölü ve hasar istatistiklerine baktığımızda da, bunun karşılıklı bir çatışma olmadığını anlıyoruz.

Katliamların sonunda ortaya çıkan kayıp sayısı nedir?

Buna yönelik sayılar çok çeşitli. Nisan sonunda Cevat Bey’in yerine atan yeni Vali Zihni Paşa’nın yaptırdığı tahkikat sonucunda ölü sayısını 1.900 Müslüman ve 1.500 Hıristiyan olarak verir. Aslında hasarların sayımı anlamında çok iyi bir tahkikat ama ölü sayısını düşük gösteriyor. Ölü sayısını 30 bin olarak veren çok kaynak var. Bana göre de ölü sayısı 30 ile 35 bin arasında. Ayrıca Tekirdağ Mebusu Hagop Babikian’ın daha sonra Takvim-i Vekayi’ye verdiği mülakattan öğrendiğimize göre, Çukurova’nın üçte ikisinin zarara uğradığını söylüyor Zihni Paşa. Bu sayı da çok yüksek. Çünkü 1909 sonrasındaki iktisadi tabloya baktığımızda, 1908 değerlerinin yakalandığını görüyoruz. Böyle bir yıkımdan sonra böyle bir verinin gerçekleşmesi pek mümkün değil. Osmanlı Bankası da 5 milyonluk bir hasardan bahsediyor. Bu hasarın çeşitliliği de çok önemli. 24 kilise, 16 okul, 2323 ev, 24 han, 3 otel, 2 fabrika, 1429 bağ evi, 253 çiftlik, 523 dükkân ve 23 değirmen tamamen yıkılıyor.

Yerel yöneticilerin bu işte payı nedir?

Katliamın büyük kışkırtıcılarından birisi Bağdadizade Abdülkadir, Vali’nin çok yakın arkadaşı. Anti-Ermeni söylemleri en fazla kullananlardan biri. Cemiyet-i Muhammediye’de de önemli bir nüfuzu var. Merkez Polis Komiseri Zor Ali, aslında 1908’de Adana’dan uzaklaştırılmış ama karar uygulanmamış. Ferik Mustafa Remzi Paşa, 1895-1896’da Maraş kumandanlığı yapmış. Dolayısıyla kolluk kuvvetlerinin sicilleri Ermeni karşıtlığı anlamında pek parlak değil. Kolluk kuvvetlerinin saldırgana dönüşmesinde veya saldırganlara bir şey yapmamasında bunun çok etkisi var. Vali Cevat Bey’in kifayetsizliği de, sadece İstanbul’dan haber gelmediği için pasif kalmasıyla değerlendirilemez. Kendisinin şehrin Müslüman ileri gelenleriyle iyi ilişkileri var. Bu ileri gelenlerin telkiniyle şiddetin tırmanmasını görse de, bir şey yapmadığını söylemek mümkün. Cebel-i Bereket Mutasarrıfı Mehmet Asaf Bey’in de katkısı çok net. Payas Cezaevi’ndeki mahkûmları salıvermesi örneğin saldırıyı arttıran önemli etkenlerden. En son kurulan Divan-ı Harp tarafından da suçlu bulunuyor.

Olay sonrasındaki yargılamalardan nasıl bir sonuç çıkıyor?

Olaylar sonrasında en başta gelen suçlama, cinayet elbette ki. Sonra yağmalama ve yangın geliyor. Kırsala geçtiğimizde tecavüz, zorla din değiştirme ve para karşılığı koruma teklif etme var. Bu suç yelpazesi zaten hıncın düzeyini gösteriyor. Ceza alan Ermeniler var, fakat idam edilen Ermeniler yok diye hatırlıyorum Bu noktada, Müslümanların da idam edilip edilmediğinden emin değilim. Verilen idam cezalarına rağmen, Ekim 1910’a kadar verilen tüm cezaların kürek cezasına çevrildiğini arşivden takip edebildim. İdamların ne zaman ve nerede yaşandığına dair net bir bilgi yok. Cemal Paşa, 47 Müslüman’ı bizzat ben idam ettim dese de bir valinin kendi kendine idam cezası verebilmesi de pek olası değil.  

‘İttihatçıların parmağı var demek, onlara fazla rol biçmek demek’

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin (İTC) bu katliamda parmağı olup olmadığı tartışmalı bir konu. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

1908 Devrimi’nden sonra İTC’nin devleti ele geçirdiği söylenemez. 1908, bunu söylemek için çok erken bir tarih. Dolayısıyla İTC’nin bu işte parmağı olduğunu, hatta bu katliamın onların komplosu olduğunu söylemek, bana İTC’ye çok fazla rol biçmek gibi geliyor. İTC’nin değil Adana’da, İstanbul’da bile güçlenmesi için daha çok zaman geçmesi gerekecek. Fakat İTC’nin yerelde nasıl işlediğini bilmediğimizi ekleyeyim. Devrim sonrasında yerelde, yoksa şubeleri kuruluyor, varsa da hemen canlanıyor. Ama o şubenin merkezle ne kadar ilişkide olduğunu kestirmek çok zor. Ancak İTC’nin Adana’daki durumu ihmal ettiğini, bu durumla pek ilgilenmediği söylenebilir.

Katliam sonrası Adana’da yardım dağıtımı. FOTOĞRAF • HOUSHAMADYAN

‘1910’a baktığımızda 1909’daki yıkım hiç yaşanmamış gibi görünüyor’

Adana için 1910 nasıl bir yıl?

Ağustos’ta Cemal Paşa’nın vali olmasından sonra, kredilerle para toplayıp dört ayda Ermeniler için yeni bir mahalle inşa ettiriyor. Bu kadar kısa sürede yapıldığı için de bu mahallenin adı Çarçabuk. 1910’a baktığımızda da sanki böyle bir yıkım yaşanmamış gibi görünüyor. 1914’e kadarki iktisadi verilere baktığımızda da, dünya endeksinde açıklayamadığımız bir değişim yok. Nasıl böyle çabuk toparlanıldı? Bunu çok iyi cevaplayamıyorum. Bazı Ermeniler, bunu Doğu vilayetlerindeki Ermenilerin önemli yardımlarıyla açıklıyorlar.

‘Vatanın selameti birliğe, dostluğun tesisi adaletin icrasına bağlıdır’

“33 yıllık uğursuz Abdülhamid döneminde Türk vatandaşlarımızın taze hayatları Marmara balıklarının gıdasını oluştururken, biz de az ötede İstibdat’ın mezbahasında vahşi hayvanlara yem olmaktaydık. Bu kırıcı dönemi beraber atlattık. Öyle ki, bu kadar çile ve işkenceyle elde edilen milli hâkimiyette, hemen devrimin ertesinde Meşrutiyetimizin ve Osmanlı’nın temiz alnına sürülen lekeyi ortadan kaldırarak, açılan yarayı tedavi etme merhametini kendilerinden talep etme hakkımız olduğunu düşünüyoruz: Vatanın selameti birliğe; dostluğun tesisi adaletin icrasına bağlıdır.”

Garabet Çalyan’ın ‘Adana Vakası ve Mesulleri’ raporundan (Kaynak: ‘1909 Adana Katliamı: Üç Rapor’, Aras Yayıncılık)

‘Herkes ayrıldıktan sonra biz kalacağımızdan, Türklerle çok çok mezar arkadaşı olabiliriz’

“Mümkünsüzün mümkünüyle Türkiye’de bir bölünme hareketi olsa, bundan Araplar, Bulgarlar ve Arnavutlar istifade ederler. Bize yine bir şey yok. Herkes ayrıldıktan sonra biz kalacağımızdan, Türklerle çok çok mezar arkadaşı olabiliriz. Ortaçağ’da ters giden bir şey oldu mu Yahudi’den bilir, onu döverlermiş. Bu eski ve saçma kanun, bulunduğumuz asırda bize uygulanıyor. Türkiye Ermenilerinin mutluluğu Türkiye’nin selametine bağlıdır. Kısacası, mensup olduğum milletin geleceği sizin elinizdedir. Siz her şeye kadirsiniz. İsterseniz mahveder, isterseniz can verirsiniz. Can veriniz.”

Artin Arslanyan’ın Adana Katliamı’yla ilgili yargılamayı yapan Divan-ı Harp heyetine hitaben yazdığı mektuptan (Kaynak: ‘1909 Adana Katliamı: Üç Rapor’, Aras Yayıncılık)



Yazar Hakkında

1986 doğumlu. İnsan hakları, güncel politika ve tarih haberleri yapıyor.