KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

Sonrası

Bitti işte. Obama soykırım demedi. İstanbul’da kiliselerin çanları çalmadı. 24 Nisan kurbanlarının anısının yad edildiği, ruhlarına huzur dilendiği ayin de devletin uygun gördüğü biçimde tamamlandı.

Taksim’de taşın üzerine otururken, Diaspora’dan gelen o kadının kırık Türkçesi ve titreyen sesiyle anlattığı hikâyeyi dinliyordum. Dört bir yanım, tarihi tarihçilere bırakmayanlarla doluydu. Dede ve ninelerin yalan söylemeyeceğini bilen, acının dipten gelen iniltisine kulak verebilenlerle. Kadının atalarının hikâyesi de en çok o sesin titreşmesindeydi. Bir de onca uzaklığa, onca yıla rağmen unutulmayan Türkçede. Bu hikâyeyi anlatmak üzere İstanbul’a gelişindeydi  işin özü. En beklemiş umutta.

Devletin diliyse en kibirli, en pervasız tonlamasını kuşanmıştı.  “Şuanda giyiminde, yaşamında, her türlü ülkemizin imkânlarından gerek vatandaş olan Ermeni vatandaşlarımız gerekse olamayan ama ülkemizde kendi ülkelerinden kaçıp gelerek bulunan Ermeniler noktasında biz bunları 'deport' edebilirdik. Etmedik” diyordu. ‘Bunları’ diyordu insanlara; yerlerinden sökülüp yollarda yok edilen bir halkın bugününü o en acılı tarihe gönderme yapan ‘deport’ sözcüğüne sığıştırıyordu.

Hem bahaneler vardı canım. Saymakla bitmezdi. Nitekim o ses de haykıra haykıra sayıyordu zaten. “Geçen yüzyılın başında Rusların, Fransızların, İngilizlerin ve bölgede hesabı bulunan diğer devletlerin tahrikine kapılan Ermeniler, yüz binlerce Müslüman’ın kanına girerek, tehcirin kapılarını bizzat kendileri araladı.”

Kendi kendini zorla sürdüren, süründüren bir halk elbette bugün de asılsız bir biçimde ve toplu cinnet halinde bir soykırım tarihi yaratmıştı kendine. Ha bir zamanlar milyonlarla ifade edilen nüfusun neden ve nasıl seksen binlik bir topluma inmiş olduğu ayrı bir soruydu. Ama sorular zorunlu seçmeliydi zaten ve ancak devlet tarafından tescil edilmişlerine, kalıp yanıtları ile birlikte servis edilenlerine müsaade vardı.

Ötesi de geldi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ermeni soykırımının 100. yılı anma törenleri için "Kendileri çalıp kendileri oynayacaklar" diyebildi. Yas evinin ortasına çalgılı çengili bir giriş yaptı.  İnsanlar en feci şekilde katledilen dedelerini ninelerini, canlarını anmak üzere sessizce yürüyor ve hiç sönmeyen bir ateşe çiçeklerini bırakıyordu.

Her şey bitip de ayın 25’i olduğunda yeni gündemlere doğru yelken açtı ülke. Seçimlere kadar daha kaynatılacak nice kazan, kurulacak nice oyun vardı. Böylece oturmuş gecenin bir vakti yazı yazarken kimlerin hangi sistemli kötülükleri kurgulamakta olduğunu düşünüyordum. Yorgunluğun eşiği geçilince uyunmuyordu. Korkunun eşiği geçilince hareket edilmiyordu. Öylece duruyordum içimde deli gibi dönenen bir topaçla.

Topacı durdurmaya söz yoktu. Bütün sözlerin içini boşalttıklarında, tutunacak tek bir hece bırakmadıklarında bir şiire sığındım. İlkyardım kutum birkaç şiir kitabından ibaretti zaten. Edip Cansever’e sordum ‘ya sonra’ diye.

Ne kalır ne kalır /Tuz gibi susayan, nane gibi yayılan /Dokuzu unutulmuş on yüz mü kalır /Onu da unutulmuş bir şiir belki kalır /On çizik, on çentik, on dudak izi /Bir çay bardağında on dudak izi /Aşklardan sevgilerden /Suya yeni indirilmiş bir kayık gibi /Akıp geçmişsem, gidip gelmişsem /Bir de bu kalır.

Kimliğin onuruyla oynamaya yeltendiklerinde kendi kişisel yaralarını hatırlar insan. Hatırlamak da değil, sönmüş yanardağın ilk fokurdayan lavları gibi açılmış yaranın iltihabına bakarken bulur kendini. Çentiklediklerini çıkarır ortaya. Hayatının yamalı bohçasını. Türlü aptallıklardan, yanılgılardan, aldanmışlıklardan, hatalardan mütevellit o koca çıkını. Güvenilmiş insanların kıyıcı sözleri, ihanetleri rüzgâra salınmış çarşaflar gibi gerilir boşlukta.

Ne kalır benden geriye, benden sonrası kalır /Asıl bu kalır.

Benden sonrası tufan dedirtmişlerdir. Bir hayatı kasırgalarla çöktürenlerin ardından diyecek başka bir şey yoktur ki. Vakit dört bir yana saçılmış parçalarını toparlama vaktidir. Kendini toplamaya çabalarsın. Toparlanıp gidersin, kalamadığın için. Birilerinden, bir şeyler geçersin. Vazgeçersin bir inançtan, bir ısrardan, bir umuttan. Kalan sağlar senindir. Avucunda kendi elini tutarsın.

Akşam olur, bir günden dibe çökerim /Su içer, dibe çökerim /İyimser bir duvarcıyım, her gün bir tuğla

düşürürüm elimden /Bu yüzden gecikirim /Size bu sıkıntı kalır.

Tortular dibe çöker. Tuğlalar kafana isabet eder. Toz ve kandır ortalık. Hayat akmaya devam eder.  Kalırsın, gidemediğin için. Mevsimler gıyabında geçer.

Sonrası kalır. Biraz pas tadı, biraz ekşilik, biraz plastik.