KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

Gezegeninin tanrıçası Lale Müldür'le başbaşa

Bombalar patlıyordu, oyun üzerine oyun kuruluyordu çünkü yine bir seçim zamanıydı. Çünkü yine seçenek bile olmayanlar kendini dayatacaktı çünkü iyi, haklı, adil olan korkuturdu. Yürüyorduk birlikte göstere göstere tuzağı, tehlikeyi, yakın yıkımı. Her bakan görmüyordu ama. İçimde bombalar patlıyordu.

Gerçekten bir şey oluyor burada. Gizemli bir şey.
Bir denizaltı kadar görkemli ve garip.
Gri bir günde camlardan yağmuru seyretmek.
Saydam yusufçuklar yavaşça uzaklaşıyor ve beni
sana getiriyorlar topaz tapınaklarda.
Sen bir güneş tanrısı gibi gülümsüyorsun.
Biliyor musun kaç yıl tek başınaydım ben
karmaşanın içinde. Bir türlü tutunamıyordum işte.
Bir tek senin yanında yürümüştüm ben
topaz bir günde ve suya yakın.

Bir başınalığa alışırsın zaman aktıkça saçlarından. Tenin yılların yol haritası olur, hangi mevzide vurulduğunu gösterir. Çiçek açtığın kırları, sığındığın orman kuytularını da. Aşk gelip bulduğunda seni, gözün kamaşır. Renklere şırıngayla parlaklık zerk edilmiş sanki. Güneş de rüzgâr da okşuyor bedenini. Kalabalıklar, tiyatro oyununun sonunda anfi tiyatrodan çıkış kapılarına doğru akan seyirciler gibi kaybolmuş ufukta. O var. Ondaki sen. Sendeki o var. Birlikte yüründüğünde çoğunluk olarak az olmak var.  

boynumda yağmurdan bir kolye…
ıslak taşlara oturuyorum bugünlerde…
bir siyam kedisi ve ben… pek çok şeyi geriye doğru unutuyoruz…

Bazı hatıralar nemlidir, içe işler. İlk rüzgârda ürperirsin o yüzden. Hatıra, şimdiki zamandır. Duyulara kaydedilen her şey bir çağrışımla ayaklanır. Hatırladığın anda unutman gerektiğini bilirsin. Ve hâlâ unutamadığını da. Dahası içinde bir kuyu olduğunu anlarsın, çıkrığın sesi boşlukta yankılanır. Unutmaya çalışmak, en çaresiz hatıra toplayıcılığıdır. 

Unutuşum başka bir sendi. Ben ölüyordum Tropiko.
Unutuşun beyaz romansıyla ölüyordum.
Söyleyecek başka bir şeyim yok artık.
Unutmak istemiyordum oysa.
Güzel kalan yaralar da vardır çünkü…
Limon kokulu, yağmurlu kadınlar vardır.
Hiç unutmayan kadınlar vardır… limon kokulu…
herşeye rağmen… yağmur kalan kadınlar vardır…

Unutmamak karardır bazen. Sahip çıkmak yaralara bile. O ki hatalardan öğrenir en çok insan. Yanıla yanıla bilinir şaşmaz hakikat. Bellek inadımız olur. Kokuyu, dokuyu kuşanırız. Zaman çembere dönüşür; her bir anında geçmiş, şimdi ve gelecek buluşur. Ve esas olan kendini anımsamaktır yaşananların sonunda. Kadınlığına kastedilen kadınlar iyi bilir yerden parçalarını toplamayı. Dahası kendilerini yeniden yekpâre kılmayı. Bir kez daha, bir kez daha yağmayı.

gizem bir geyik başı gibi
uzanıyor aramızda. boynuzlarında
senin karmaşan ve sana ait
bilmediğim ve bilmek istemediğim
onca şey. buna benzer çözemediğim
birçok şey ormanda sarı yapraklar
birer ikişer düşmeye başladığı
zaman saçlarının arasından.
sarı bir yaprak fosili boynunun
tam kenarında

Kenetlenişlerini anımsa. Varlığının aşkın halini. Ama sevmenin yetinmezliği var işte. Yetmeyişi bir şeylere. En yakındakine başka bir gezegendeymişçesine mesafelenmek var. Herkesin mühürlü kapıları var, paslı anahtarlarını kaybettiği. Birlikte o kapıların önüne kadar gelir, kapıların varlığını inkâr edilemez kılarsın. Sonrası ama tek kişilik yoldur. Sonrası ama, karşındakinin taşıma gücüdür. O kapıyı gösterdiğin için seni lanetleyecek mi, açıp içinden geçtiği için şükredecek mi varlığına. Kapıların ardıyla sınanır sevgi. Yapmaya ya da yıkmaya. 

seninle biz hiç kavga etmeyelim
çünkü geyikler kavga ettiğinde
boynuzları birbirine dolanır ve
ölürlermiş.

Birbirini tanımak bir muharebe. Deri sıyıran, kan akıtan, can acıtan bir savaş. Birbirinde iz bırakmak, ruh tayfınca renklere kırılmak, beyazını korumak ömürlük bir çaba. O en yakın yekdiğerinle, birbirini iliğinden bilmenin gücünü kötüye kullanmamak, kalbe nişan almamak için söz verirsin bazen karşılıklı. O kadar seversin işte, onu kendinden sakınacak kadar. O kadar sevilirsin işte, bütün çelişki ve zaaflardan korunaklı kılınacak kadar. Çünkü bazı kavgaların ihtimali bile öldürür. Düşündüğünüz anda sımsıkı sarılırsınız. Allah muhafaza kucaklaşmasıyla.

seni bir gün en yakının ele verirse eğer,
öğren susmasını ve ağlamamasını.
bir kavanozun içinde mavi bir gül
yetiştir her gün daha çok yaşayan.
bir masalın ağzını kapat ve yat
geniş odalarda. bir oksijen çadırında.

Günlük hayatın sınırlarına, zamana ve mekâna meydan okumanın, büyüyle yaşamanın bedeli var. Yaşadıklarını nasıl anlatamadıysan, çiğliğe çarptığın, ortandan yarıldığın ânı da anlatamayacaksın. Gönül indirmeyeceksin daha doğrusu, anlatmaya. Nefesin kesilmiş acıdan. Soluk almaya çalıştıkça ciğerin parçalanıyor. Olsun varsın, inanmadan sevilmez ki. Kanar mavi kalbin. Gülümseyerek bakarsın mor kesen dünyana. Mor, bedelinin rengidir. Bir gün belki yine seversin, olanca morluğunla.