KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

Çocuklar, cennet mekânlar ve bir tuhaf ülke

Bazı mekânlar diğerlerinden farklıdır. Günlük hayat koşuşturması içinde hiç farkına varmadan içinden geçtiğimiz yerler olur. Buraların bizde hatrı yoktur, dolayısıyla belleğimizde iz bırakmazlar. Bir yer ancak onunla bağ kurduğunuzda sizin olur çünkü. Ve bu bağ da asla maddi sahiplenişle açıklanabilecek bir şey değildir. 

Kamp Armen, kendisiyle kurulan gönül bağıyla gündeme gelen böyle simge mekânlardan biri. Dünya gözüyle tapusu kerelerce el değiştirdi. Gel gör ki, gasp edilmiş olması gerçeği hiç değişmedi.  Yıllarca Anadolu’dan gelen Ermeni çocuklara yaz mevsimlerinde yuva olan, ve çocukların bizzat kendi elleriyle inşa ettikleri Kamp Armen’i  kamuoyu ilk kez yıllarını orada geçiren ve ardından da eşi Rakel Dink’le birlikte kampın yöneticiliğini yapan Hrant Dink’in 1999’da bir televizyon programında anlattığı hikâyesiyle duymuştu. Bir insan gözyaşları içinde isyandan sesi titreyerek uğradıkları haksızlığı ve yıkılan cennetlerini anlattığında da artık orası soğuk bir hukuki sorun başlığı, çoktan hasıraltı edilmiş bir dosya konusu olmaktan çıkmış, gerçek bir insan hikâyesi olarak izleyenlerin yüreğine ulaşmıştı.

Kamp Armen’de 6 Mayıs’tan bu yana bu hikâyeye sahip çıkmak üzere bir direniş sergileniyor. Devlet gaspının simgesine dönüşen alanda, villa inşaatına girişmek üzere yıkım harekatının başlamasıyla oluşan Kamp Armen Dayanışması, sadece bugünkü aciliyetli durumun değil, yıllardır hüküm süren haksızlığın da bir kez daha gündeme taşınmasına vesile oldu. Sergilenen dayanışma ve sürdürülen pazarlıklar sonunda  kampın şimdiki sahibi Fatih Ulusoy, kampın Gedikpaşa Ermeni Proteston Kilisesi Vakfı'na  iade edileceğine ilişkin açıklamada bulundu. Gelgelelim, yaptığı açıklamada “1915 yılı ile ilgili çeşitli spekülasyonlarla toplumumuzun hassasiyetlerinin tahrik edilmeye çalışıldığı günümüzde; Ermeni vatandaşlarımızın düşünce ve hassasiyetlerine, ülkemizin sosyal barışına ve birliğine katkı sağlamak amacı ve temennisiyle” araziyi asıl sahibine bağışlayacağını söylerken aslında bütün bu gasplara zemin hazırlayan Ermeni düşmanlığını da bir kez daha yineliyordu.

Bu ifadenin yanına seçim kampanyası sırasında "Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim" sözünü anımsatan ve HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ı kastederek "Arkadaşı Ermeni diasporası olandan Kürt'e, Türk'e, Arap'a fayda gelir mi?” diye meydanlardan haykıran Başbakan Davutoğlu’nu da ekleyelim… Belli ki ölmeyen Ermeni halen bir sorun teşkil ediyor ve ciddi bir siyasi rakibi hedefe koymak için de ideal bir malzeme oluşturmaya devam ediyor.

Hayat çelişkilerden ibaret. Memlekette bunlar olurken hafta içinde bir kitap söyleşisi için davet edildiğim Adapazarı Enka Okulu’nda tıpkı o eski Kamp Armen gibi emekle sevgiyle yaratılmış bir cennet mekânla karşılaştım. Bir süreliğine sözün kirini bıraktım, iyi insanların dünyasına ışınlandım 1999 depremi sonrası anne babasını, eski hayatını kaybeden çocuklara sahip çıkmak üzere prefabrik konutlarda eğitime başlayan okul, bugün halen maddi imkânları kısıtlı ya da aile desteğinden yoksun çocuklara yuva olmaya devam ediyor. Kurdukları seradan, dans, müzik, satranç kulüplerine, sıra düzeninden bağımsız yuvarlak masaların çevresinde oturulan sınıflardan bağışlarla oluşmuş kütüphanelere kadar her köşesiyle sahiplendikleri okullarında bu çocuklar yokluk ve acıdan devşirilen umudun ta kendisi.  

Hayatın iyi ve kötüsünü olgunlukla karşılayabilmenin ve manevi olarak büyümenin ifadesi bu iki mekân ve oraların farklı kuşaklardan çocukları, yüz yıldır kötülükte direten devlet rejimi karşısında ibretlik bir duruş sergiliyor. Tıpkı Edip Cansever’in dediği gibi:

Ne kadar mendil varsa o kadar acılıyım
Her iki gün arasında
Bir titreyiştir yüreklerimiz
Ve artık her şey
Her yere bir çocuktur
Elma dilimlerine ve pencerelere
Otomobil farlarına ve cep fenerlerine
Gece karanlığına ve güneşe
Ve kapıyı çalan herkese
Kendine bile bir çocuktur
Ben kederlerin vardığı yeri severim
Bir çiçeğin vardığı yeri sevdiğim gibi
Unutmam

Öldürülmüş vatandaşlarının torunlarıyla arkadaş olmayı suçlama ve aşağılama olarak sunabilen bir ırkçı zihniyetin gölgesinde bu vahalar bir nefeslik hava sunuyor. Sonrası ama yine o aynı tuhaf, o aynı zeminini, dolayısıyla dip noktasını yitirmiş ülke. Sonrası yine o aynı boğuntu. Cennet mekânları ve çocuklarını küçük bir cam şişede bir tılsım gibi saklıyorum.

Kederin içinden varılan o çiçekli yeriyse hiç ama hiç unutmuyorum.