BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

Gönül divanedir umar

Pek severim bu sözü; eşim Arto sıkça kullanırdı, ben de kullanır oldum artık. Çoğu zaman karşılığı “Ne umduk, ne bulduk” olsa da, gönül dediğin hep divanedir, gene umar, gene umar, hep umar. Bizim divane gönüller de her seçim öncesi umar, sonrasında hiçbir zaman umduğunu bulmaz ama yine deli deli umar. Belli bir yaşa gelen insan, gönlü ne kadar divane olsa da, daha az ummayı öğrenir, zira yaşlandıkça geriye baktığında görecek daha çok örneği olur. Anlar ki bazı şeyler kemikleşmişse, değişmez. Bizdeki siyaset de öyle, zihniyet de. Hele “Nereden nereye geldik?”, “Neler değişti?”, “Ne kadar geliştik?” gibi sorulara takılıp geriye bakmaya kalksa şoka girer. Çok geliştik, çok... Yollarımız var, köprülerimiz, tünellerimiz, gökdelenlerimiz, havaalanlarımız var, daha da olacak evelallah. Daha ne termik santraller kurulacak, ne boğazlar açılacak, ne dağlar delinecek... Kaçkar Dağları’nın tepesine de, adı ironik bir şekilde ‘Yeşil Yol’ olacak, gereksiz ve de hiçbir amaca hizmet etmeyen bir yol yapılacakmış; ne güzel... Yok edilen nice orman, kurutulan dere gibi, Karadeniz’in o güzelim faunası da yok edilecek. Neymiş? Turist gelecek... Turist, o yeşili yok eden yeşil yolu ne yapacak bilmem. Ha, bir de bir türlü vazgeçilemeyen Çılgın Kanal projesi var. Doğal yaşam da neymiş ki? Ne gerek var? Bu gereksiz ve ‘dostlar alışverişte görsün’ harcamaları kimin cebinden çıkıyor, kimin cebine giriyor acep? Yani işte ta buralara geldik, daha da gidiyoruz. Bu arada, parantez içinde, siz hiç dar gelirli siyasetçi gördünüz mü? Nasıl oluyor da hepsi özellikle siyasete atıldıktan sonra zengin oluyor bilmem. Bi garibim Ecevit zengin olamadıydı vaktinde, onun da açığını etrafındakiler kapadıydı zaten. Onların her birine ne idiler, ne oldular şeklinde bir göz atmak iyi olurdu ama neme lazııım, ben ülkenin nereden nereye geldiğine göz atmakla yetineyim.

İlginç bir istatistik dolaşıyor bu aralar sanal ortamda. Can Dündar’ın bir kanalda Alevi-Bektaşi Federasyonu Genel Sekreteri Turan Eser’le yaptığı bir söyleşide konu olmuş. Şaşırtıcı rakamlar var ki, deşilmezse kimse dikkat etmiyor. Uzunca bir liste, ben yalnızca en çok ilgimi çeken birkaçını yazayım diyorum. Mesela, Türkiye’de 67 bin okul, 6 bin 300 sağlık ocağına karşılık 85 bin cami varmış. 70 küsur bin doktora karşılık 90 bin din görevlisi; 13 kentte devlet tiyatrosu, 81 kentte Kuran kursu, tüm ülkede 1 opera, 11 bale, 10 heykel, 18 resim, 18 sinema, 38 tiyatro derneğine karşılık 35 bin cami yaptırma derneği varmış. Bütün bakanlıkların bütçeleri birkaç yüzer trilyondan öteye gitmezken, sırf Diyanet İşleri’nin bütçesi 1,5 katrilyonmuş, yani sekiz bakanlığın bütçesi kadar ve 22 üniversitenin toplam bütçesine denk. Hayret verici değil mi?

Sonra da “Bir ülke, Diyanet’e bütün üniversitelerine ayırdığı bütçe kadar pay ayırıyor ve bunu son iki yılda ikiye katlıyorsa, doktordan, öğretmenden fazla imam yetiştiriyorsa, hastane değil cami yaptırıyor, kütüphaneden çok Kuran kursu açtırıyorsa, o ülkenin durup bir daha düşünmesi gerekmez mi?” diye yorumlamış Can Dündar. Eh, bunun da yorumu size kalmış artık. Ne de olsa şimdilik ön planda olan sorun, hükümet kurma sorunu. Bakalım ne olacak, ne bitecek, kim kiminle, nerede, nasıl, ne uğruna, ne pahasına gibi bir dolu soruya açılan, ciddi bir sorun. Benim asla ahkâm kesemeyeceğim bir sorun.

Sahi, siz şu Deniz Baykal’ın yeniden piyasaya çıkmasına ne diyorsunuz? Ama adam Saray’a da gitmedi ha... Acaba bir tükürdüğünü yalama meselesi mi söz konusu? Geçen gün malum görüşmeden sonra kendisiyle yapılan bir röportajı okudum. Malum kaset olayı dahil, neler sormuşlar neler... Sorulanlara verdiği sayfalar dolusu cevaplar bana Demirel’in tarzını hatırlattı. O da öyle bir dolu şey söyler görünürdü ama asla sorulanın tam cevabını vermezdi. Bir zamanlar denizlerimizde sismik araştırma için dolaşan ve Ege’ye her çıkışında bizi Yunanistan’la savaşın eşiğine getiren, birkaç yıl önce jilet olmaktan son anda kurtulan Hora gemisiyle ilgili soruya “Hora gemisi, bir balıkçı gemisi değildir. Balıkçı gemisi olsaydı balığa çıkardı, öyle değil mi ama?” şeklinde başlayıp, uzata uzata verdiği cevapla epey taklidini yapardım. Tıpkı o.

Neyse, şimdi ben de bu konuyu daha fazla uzatmayayım. Ama bir şey var dikkatimi çeken, söylemesem çatlarım. Siz de fark ettiniz mi bilmem; adam hiç yaşlanmamış, yaşlanmıyor. Özel bir ‘deep freeze’ yaptırdı da geceleri orada mı uyuyor acaba? Bi yol biz de öğrensek de uygulasak diyorum. Selam olsun divane gönüllere.