‘Çoğu trans arkadaşım hayatımı kıskanıyor’

21 Haziran Pazar günü yapılacak Trans Onur Yürüyüşü’nden önce, Bedi Keskin’le buluştuk. Keskin, Ermeni bir transeksüel. Bir anlamda ‘ötekinin ötekisi.’ 51 yaşındaki Keskin, Kapalıçarşı’nın en iyi mıhlayıcılarından.

Ayrımcılıktan, nefretten, şiddetten en çok zarar gören bireylerin başında transeksüeller geliyor şüphesiz. Hafta başında başlayan 6. Trans Onur Haftası’nda altı çizilen konuların başında da nefret cinayetlerine ilişkin yasa talebi geliyordu. 21 Haziran Pazar günü yapılacak Trans Onur Yürüyüşü’nden önce, Bedi Keskin’le buluştuk. Keskin, Ermeni bir transeksüel. Bir anlamda ‘ötekinin ötekisi.’ 51 yaşındaki Keskin, Kapalıçarşı’nın en iyi mıhlayıcılarından. Erkek olarak başladığı sanatına, kadın olduktan sonra da aynı yerde, erkek egemen bir ortam olan Kapalıçarşı’da devam etmeyi başarmış. Hem de ağabeyleri ve yeğenleriyle birlikte. Ailesinin desteği ve işindeki başarısıyla kendini kabul ettirmiş biri. İçinde saklı tuttuğu çok şey var. Ben sorabildiklerimi soruyorum, o da anlatabildiklerini paylaşıyor. Bir saatlik sohbetimizin sonunda, unutamayacağım bir söz söylüyor: “Senin yaşadığın bir hayat var, benimse başarmam gereken bir hayat...”

Kendinizi kadın hissetmeye başladığınız ve kadın olmaya karar verdiğiniz yıllarla başlayalım...

Düşünebilmeye başladığın yaşta anlıyorsun. Daha çocuklukta hissediyorsun ki erkek değilsin. Ben o zaman bile ablalarımın elbiselerini giyinirdim, oje sürerdim, gizlice ruj sürerdim. Doğuştan var. Kadın ruhuyla doğdum. Bedenimi ruhumla bütünleştirmeye karar verdiğimde 28 yaşındaydım. Bir buçuk sene östrojen tedavisi gördüm, epilasyona gittim. En zor dönem, o geçiş dönemi. 30 yaşında da ameliyat oldum.

Aileniz ne zamandan beri biliyordu?

Anne ve babaların genelde çocukları üzerinde bir taktikleri var; çocuklarını aslında çok iyi tanıyorlar, ama yüz göz olup meşrulaştırmak istemiyorlar. Babam beni psikoloğa götürdü. Doktor benimle 10 dakika konuştuktan sonra, “Bu kadındır” raporunu yazdı. Görüyorlardı, ben nakış yapıyordum, kızlarla arkadaşlık yapıyordum. Bu konuda kararlıydım. İş hayatımda taşların yerine oturmasını bekledim. 27 yaşındayken aileme söyledim.

Aileme, ‘Böyle bir yola girdim. İsterseniz yanınızda yaşamaya devam ederim, isterseniz giderim’ dedim. ‘Aramızda ol, gitmeni istemiyoruz’ dediler. Eve döndüğümde, sanki her şey değişmişti.

Nasıl söylediniz?

Tatile gidip bir daha eve dönmemeyi düşünüyordum. Annemi, babamı, kardeşlerimi kırmak istemiyordum. Yedi kardeşin en küçüğüyüm. Üç ağabeyim, üç ablam var. Evden çıkarken iki ağabeyim de biliyordu. Aynı iş yerinde çalışırken söylemiştim. Onlar farkındalardı ama yüz göz olmak istemiyorlardı. “Peki ne yapacaksın?” dediler, “Nasıl yaşayacaksın?” Abim evden çıkmaya hazırlandığımda kapının önünde durdu, kollarını açtı, “Gidemezsin” dedi. “İğne olmaya başladım, değişim başladı artık, durduramazsın” dedim. Annem gördü ve bir şeylerin ters gittiğini anladı. Kapıyı vurdum çıktım. Dördüncü gün, kardeşlerim annemin ağlamasına dayanamamışlar. Kaldığım eve, annemi ve babamı getirdiler. Orada konuştuk. “Böyle bir yola girdim. İsterseniz yanınızda yaşamaya devam ederim, isterseniz giderim” dedim. “Aramızda ol, gitmeni istemiyoruz” dediler. Ben dört gün sonunda eve döndüğümde, sanki her şey değişmişti. Bir şey kopmuştu. Onların kafasındaki erkek çocuk gitmişti. Ben de kadın olarak dönmüştüm sanki. Birbirimize yabancılaştık bir süre.

Geçiş dönemi en zoru, diyorsunuz. Neler yaşadınız?

İnsanların sana selamı kesiliyor. Korkular başlıyor. Yalnızlığa düşüyorsun. Kardeş gibi gördüğün kişiler, değişim sürecinde seni görüp şaşırıyor, yüz çeviriyorlar. Bu insanlara bir yanlışım yok diye düşünüyordum. O kadar geniş bir çemberin içinden sadece küçük bir çembere, aileye kalıyorsun. “Acaba hep böyle mi olacak?” korkusu başlıyor. O dönem, ablam Alis ve ağabeyim Harut, çok yardımcı oldu. Harut benimle işe gidip geldi. Ablam kimseye laf söyletmedi. Üzülüyordu belki, ama bana belli etmiyordu.

Şimdi babanız ve ağabeyinizle birlikte yaşıyorsunuz. Onların dışarıya karşı tutumları nasıl oldu?

Benim etrafımdaki erkeklerin sanki kendilerini daha çok kanıtlamaları gerekiyor. “Ben öyle değilim” demek zorunda hissediyor olabilirler kendilerini. Çünkü yanlış bir algı var. Bulaşıcı olduğunu düşünenler var. İki erkek yeğenim yanımda çalıştılar, sonra evlendiler. Karşı tarafa dürüst olmaları gerekiyordu. Beni söylediler. Karşı taraftan bir şey hissetmedim. Ama ben, karşı tarafın, çocuk olduğunda benim gibi olur mu diye düşünüyor olabilme ihtimalini düşünüp üzüldüm. Şimdi yeğenimin bir çocuğu var. Benim torunum gibi.

Askerliğiniz nasıl geçti?

Gaziantep’te 18 ay askerlik yaptım. Anadolu insanıyız sonuçta, babam katıydı. Bu kadar anlayışlı olacağını bilseydim askere gitmek istemezdim. Askerde çok üstüme geldiler. Sıkıntılar oldu. Zaman zaman bölük komutanına açıklayıp geri dönmeyi düşündüm, ama ailemi zor duruma düşürürüm korkusu, orada kalmama neden oldu. Askere giderken 48 kiloydum 80 kilo olarak geri döndüm. Özel cezalar verdiler bana. Sırtımda yük, her gün 10 kilometre koştum. Çok narindim, beni kabalaştırmaya çalıştılar. Bense o bedeni kabul etmek istemiyordum. Bana ne kadar kabalık yükledilerse, o kadar yıkıldım.

Kaç yıldır Kapalıçarşı’da çalışıyorsunuz?

10 yaşında, yazın işe başladım. Mağazada çalıştım. Ustaya dedim ki, “Her dükkânda var, sen de pırlantalı iş koysana mağazaya.” Usta aldı, koydu. Kendimi kaptırıp vitrini izlerdim saatlerce. Pırlanta gördüğümde içim akıyordu. Beşinci sınıfı bitirir bitirmez, babam aldı beni mıhlayıcı yanına götürdü. Bir baktım, pırlantalar var. “Burası benim yerim” dedim. Bir senede kalfalığa geçtim, çok hızlı öğrendim. 38 sene mıhlayıcılık yaptım. 51 yaşına geldim. Son bir yıldır, artık tezgâh başına çok geçmiyorum, gözlerim yoruldu ama Çarşı’dan kopmuş değilim.

Kapalıçarşı’daki aile şirketinde mıhlayıcılık yapmaya devam ettiniz. Böyle erkek egemen bir ortamda, transeksüel olarak kalmayı nasıl başardınız?

İş hayatımı etkileyeceğini düşünmedim, çünkü herkes sanatımın kuvvetini dile getiriyordu. Geçmişte bıraktığım bir güven ortamı vardı. Ben çok dürüst çalıştım. İyi sanatçıyım. Çarşı’nın en zirve isimleriyle çalıştım. Ne yaşantı olarak, ne işle ilgili kimse benim için bir hata yaptı diyemez. Hanın en üst katında, ağabeylerim ve yeğenlerimle atölyemizde çalışıyorduk. Benim geldiğim saat, bütün dükkân kapıları açık, birbirlerine “İşte geldi oğlum, bu” diyecekler. Her şeye kulağımı kapattım. Geçiş döneminde epilasyona gidiyordum. Yüzümden bir deri soyuldu. O zaman peçeteyle kendimi saklıyordum. İyileştiğim anda kendime dedim ki, “Kimden kendini saklıyorsun, sen insanlığına güvenmiyor musun? Sen iyi bir insansan, karşındaki seni hor görmüş ne önemi var?” Önce kendimi kabullendim. İyi tepkiye de kötü tepkiye de hazırlıklıydım. İnsanlığımdan emin olduğum sürece, kimseye aldırış etmemeye başladım. İşime tutundum. Sonra bu geçiş döneminde bana bir teklif geldi. Eskiden yanında çalıştığım ustalardan biri işini büyütüyordu ve bizim de ona bağlı çalışmamızı istedi. Ağabeylerime gidip onunla konuşmalarını ve beni bu durumumla kabul edecekse çalışabileceğimizi söylemelerini istedim. O da, “Ben onun sanatını, işini istiyorum. Özel hayatı beni ilgilendirmez” dedi. Tabii çok zorluk yaşadım, ama kendimi herkese sevdirdim. 

Hem Ermeni, hem transeksüel olmak, iki kez öteki olmak demek biraz. Bunu hissettiğiniz zamanlar oldu mu?

Bir gün çarşıda iki Ermeni dükkân sahibi konuşuyordu. Beni görünce, biri diğerine, “Gocak e gardzem” (Dönme galiba) dedi. Ben de döndüm, “Tun inç es” (Sen nesin?) dedim. “Aaa Ermeni’ymiş” deyip şaşırdılar. Bir kere, yine başka bir dükkân sahibine Ermenice karşılık verince, sonradan şöyle dediklerini duydum: “Ermeni sevgilisi var herhalde, ondan öğrenmiş Ermeniceyi.” Kuyumcu ortamında bana nasıl davranacaklarını bilemediler ilk başta. Ağızlarından bir laf kaçsa, kırıcı olacak belki. Ben konuşmalarımla onları rahatlatarak diyaloğu tekrar başlattım. Korkularını yendiler zamanla.

Günlük hayatınız nasıl geçiyor?

Evde 85 yaşında, bakıma ihtiyacı olan babam var. Ağabeyim, ben ve babam birlikte yaşıyoruz. Evin işleri, çamaşır, yemek, temizlik var. Ablamın torunu var, onunla zaman geçiriyorum. Çok arkadaşım yok. Önceden çok kalabalıktık. Daha rahat hayat yaşamak için yurt dışına gidenler oldu.

Sizin yurtdışı deneyiminiz oldu mu?

Patronum ben dahil, birkaç kişiyi Amerika’ya götürdü; orada bir sene çalıştım. Kalabileceğim bir yer olarak düşünüyordum. Ancak çok tuhaf hissettim. Oraya birlikte gittiğim iş arkadaşlarım sadece dükkânda muhatap oldular benimle; sokakta birlikte yürümek istemediler. Birçoğu da hayat kurdu orada. Amerikalıların da bana bakış açısı iyi değildi. Orada lezbiyen ve geylerin bir derneği vardı. Gittim. Bana “Sen nesin?” diye sordular. “Transeksüelim” dedim. Onlar da bana bir kimlik yükleyemediler. Arkadaş da bulamadım. Temelli kalmayı düşünüyordum, ama temelli yalnız kaldım. Geri döndüm.

Transeksüel olmanın en zor yanı nedir?

Yarım kalan sevgiler. Sende bitmeyen ama karşı tarafta bitmek zorunda olan sevgiler. İki uzun ilişkim oldu, biri beş buçuk sene, diğeri 12 sene sürdü. Sonu hep ayrılık...

Siz ağabeyinizle ve babanızla birlikte yaşamaktan mutlu musunuz?

Benim ailem ve işim var. Çoğu trans arkadaşım, benim bu hayatımı kıskanıyor. Onların da sosyal hayata tutunmalarını sağlayacak becerileri var, ama kabul görmemişler. Ben de onlara özeniyorum. Ben azınlığım, aile içerisinde yaşarken daha dikkatli yaşıyorum. Transeksüelim ve içimde birçok renk var. Ben o renklerin bazılarını yaşıyorum. 

“Trans yürüyüşlerinin bu kadar coşkulu olduğunu bilmiyordum”

Translara karşı nefretin ve ayrımcılığın temelini nerede görüyorsunuz?

İş ailelerde bitiyor. Karşı taraftan korkmamak gerekiyor. Aileler çocuklarını yetiştirirken, böyle kişilerin de var olduğunu söylesinler. Çocuğun içinde yoksa olmaz, böyle bir şeyden korkmasınlar. Çocuklar, transeksüellerin var olduğunu öğrenirlerse, büyüdüklerinde tuhaf bakmazlar.

‘Benim Çocuğum’ belgeseliyle ilgili ne düşünüyorsunuz?

Çok beğendim. Kişi hep kendi açısından bakıyor olaya. Aile büyüklerinin ne düşündüğünü bilemiyor. O filmde ailemin bakış açısını gördüm. Aile sahip çıkarsa, kimse sana dil uzatamıyor. Onlar bana destek olmasaydı gibi bir ihtimali düşünemiyorum bile. 

Trans derneklerine ve yürüyüşlerine gidiyor musunuz?

Derneklere çok gidemiyorum. Trans yürüyüşlerine iki yıldır gidiyorum. Bu kadar coşkulu olduğunu bilmiyordum. Ekranda görünmekten çekiniyordum ama baktım ,çok kalabalık oluyormuş.

 

 



Yazar Hakkında

1985 İstanbul doğumlu. Toplum haberleri, Türkiye-Ermenistan ilişkileri, güncel politika, azınlık hakları, insan hakları ve müzik haberleri yapıyor.