BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

Anlamlı el sürçmesi

Konuşurken, bazen, o anda düşünmediğimiz, söylemek istemediğimiz bir kelime çıkıverir ağzımızdan. Ya da alakasız bir kelimeyi çağrıştıran başka bir kelimeyi söylerken, alakasız olanı pat diye öne geçer. ‘Tabak’ yerine ‘kabak’ demek gibi... Ya fark etmeden söyleyiveririz, ya da tam ağzımızdan çıkarken fark edip kekeleriz. Bunlara dil sürçmesi diyoruz. Yazı yazarken de, hiç öyle bir şey düşünmediğin halde elin bir kelime yazıverir bazen. Her yazana olmuyordur belki ama bana oluyor. Ben bunlara el sürçmesi diyorum. Ki bazıları, gerçekten garip bir şekilde, hatalı olacağına anlamlı oluyor. Çünkü bu el sürçmeleri, bazen yalnızca aklımdan geçirdiğim halde yazmak istemediğim bir kelime olur, bazen de –belki inanmayacaksınız ama– telepatik olur. Yani henüz olmamış ama kısa süre içinde olacak ya da o esnada olmakta olup da benim daha sonra duyacağım bir şeyle ilgilidir. Geçen haftaki yazımda da işte tastamam böyle bir şey oldu dostlar. Öyle şaşırdım ki, paylaşmadan edemeyeceğim.

Okuyanlar hatırlar; Deniz Baykal’ın konuşma tarzını, Süleyman Demirel’in uzun uzun konuşup hiçbir şey söylemeyişine benzetmişim yazının bir yerinde. O satırları yazarken (Pazartesi’ydi), elim kendi kendine Demirel’in önüne “rahmetli” yazmış, hiç farkında değildim, sonradan göz gezdirdiğimde gördüm ve “Aman Allah’ım, adam daha yaşıyor” diyerek telaşla sildim. Hatta “Ay, nasıl bir gaf yapıyordum, adamı durup dururken öldürüyordum az daha” diye, bir arkadaşıma da anlattım. Ne dersiniz buna? Haberlerde duyduğumda ve gazetede gördüğümde ne hissettiğimi tahmin edin artık. Demek tekrar okuyup da silmeseydim, böyle bir son dakika haberini ben birkaç gün önceden müneccim gibi bilip de yazmış olacaktım. Alın size son derece anlamlı, telepatik bir el sürçmesi.

Epey düşündüm bu konuyu; o halde insan beyninin, sık sık anlatılan, o bir dolu bilimsel açıklaması olmayan becerisiyle birlikte, aklımızın ermediği nice ilginç güçleri var daha. Ayrıca elimizin ayağımızın bile kendince sezgileri var herhalde ki, bazen aklımız başka şey yapmayı emrederken onlar başka şey yapabiliyorlar. Gerçi her uzvun kendi belleği olduğunu duymuştum da, sezgisini yeni deneyimledim. Hani, piyano çalmasını bilen birinin, notalarını unuttuğu bir parçayı elleri tuşlara değer değmez kendiliğinden çalmaya başlaması var ya, uzuv belleği öyle bir şey. Sezgisi de böyle bir şey oluyor demek. Neys,e uzatmayayım, biraz daha kurcalarsam bilimsel bir yazıya dönüşecek bu. Ama günlerdir kafama takılanları yazmasaydım da rahat edemeyecektim doğrusu. Ellerim kendiliğinden yazmaya kalkmadan, ben yazıp kurtulayım dedim.

Gelelim Süleyman Demirel’e. Madem ‘hissikablelvuku’ ile kendiliğinden dalıverdi yazıma, bari iki laf edivereyim ben de. Doğrusu, 91 yıl az buz bir ömür değil, hem de oldukça eli ayağı tutar ve aklı başında olarak. O 91 yılın ancak azıcık bir bölümünü kapsıyormuş meğer siyaset hayatı, oysa bize bir asırdır orada gibi gelirdi. Olur olmaz zamanlarda bir taşın altından çıkıverirdi rahmetli. Ülke siyasetine getirdikleri veya götürdükleri ile ilgili bir şey söylemek istemem, zaten günlerdir konuşuluyor, konuşulacak. Gençlikten, siyasete falan bulaşmaya hiç niyetimiz olmasa da zorla bulaştırıldığımız yıllardan günümüze kadar, nice karikatüre konu olmuş, kendine has ‘inci’leriyle hatırlarım onu en çok, bir de Deniz Gezmiş’in idam kararı için iki elini birden hışımla kaldırmasıyla. O ânı düşündükçe gözlerim dolar, yine doldu, ama o konuya girmeyeceğim.

Kimi diyor ki, onun hükümran olduğu yıllarda (ülkemizde yönetici konumda olmak hükümdarlık gibi algılanır daima), basın, özellikle mizah konusunda daha özgürdü. Bana sorarsanız Özal döneminde daha özgürdü. Gırgır’ın, kapağındaki fiyat bölümüne, TL yerine ‘Turgut’ yazmasını hatırlayın. Kimi de diyor ki, o zamanlar mizah daha seviyeliydi, bugünkü gibi hakaret içermezdi, hatta Demirel az buçuk hakaret sezinledi mi kök söktürürdü. Bir dolu örneği var, merak eden araştırsın. Bense, ne derlerse desinler, hiçbir dönemde bugünkü kadar baskı yoktu derim. Cesareti olan, bir yerlere TL yerine ‘Tayyip’ yazıp bir denesin.

Başka bir şey yazasım yok valla; bugün de beynim “Yaz” diyor, elim yazmıyor. İsterseniz rahmetlinin tarihe mal olmuş en ünlü birkaç özlü sözünü hatırlayalım da, her şeye rağmen gülümseyerek bitirelim: “Memlekette petrol vardı da ben mi içtim? Kömür vardı da ben mi yedim?”, “Ege Yunan gölü değildir, Türk gölü de değildir, binaenaleyh Ege göl değildir”, “Türkiye yönetilmez, idare edilir.” En hoşuma gideni şu: Gazeteci sorusu: “Memleketin durumunu tek kelimeyle açıklar mısınız?” Cevap: “İyi.” Şaşırıp da arka arkaya sorunlar sayılınca: “Sen tek kelime dedin, ‘iyi’ dedim, iki kelime deseydin ‘iyi değil’ diyecektim.” Daha çok var tabii, ama bence bu final olsun. “Meseleleri mesele etmezseniz, ortada mesele kalmaz!” Gülümseyin.