‘Yalnızca babamı değil, hayatım boyunca reddettiğim bir parçamı da buldum’

Soykırımın 100. yıldönümü vesilesiyle bir proje için Türkiye’de olan fotoğrafçı Diana Markosian'la Agos’ta buluştuk. Son birkaç yıldır dünyanın dört bir yanına gidip oralardaki hikâyeleri fotoğraflayan ve bu eserleri daha önce The New York Times, The Times gibi prestijli yerlerde yayımlanan belgesel fotoğrafçısıyla, başta anne ve abisiyle göç ettiği ABD hikâyesi olmak üzere pek çok konu hakkında sohbet ettik.

Hayat, insana her zaman istediği imkânları sunmaz. Sunmadığı gibi, genelde sürüklediği yolu kabul etmeye mecbur kılar. Yedi yaşındaki küçük kız, annesinin söylediğine göre Ermenistan’daki akrabalarını ziyarete gitmeye hazırlanırken kendini Los Angeles Havalimanı’nda buldu. Tek kelime İngilizce bilmeden gözünü Los Angeles’ta açan kız, henüz 20’sindeyken, ABD’nin en prestijli üniversitelerinden biri olan Columbia’da, gazetecilik alanındaki yüksek lisansını tamamladı. Altı yıldır profesyonel olarak belgesel fotoğrafçılığı yapan genç kadının eserleri, bu süre zarfında 19 farklı ödüle layık görüldü.

Diana Markosian ismine ilk olarak National Geographic’in instagram hesabında denk geldim. Sıkı bir takipçisi olduğum hesapta Markosian’ın fotoğraflarını görünce, Ermeni olmasından mütevellit kendisiyle bir röportaj yapmayı içimden geçirdim. Ancak kendisinin Türkiyeli olmadığı çok aşikârdı. Markosian’a nasıl ulaşabileceğimi düşünürken, meğer fırsat ayağıma gelmiş. Soykırımın 100. yıldönümü vesilesiyle bir proje için Türkiye’de olan genç fotoğrafçıyla Agos’ta buluştuk. Son birkaç yıldır dünyanın dört bir yanına gidip oralardaki hikâyeleri fotoğraflayan ve bu eserleri daha önce The New York Times, The Times gibi prestijli yerlerde yayımlanan belgesel fotoğrafçısıyla, başta anne ve abisiyle göç ettiği ABD hikâyesi olmak üzere pek çok konu hakkında sohbet ettik. 

"Gözümü açtığımda LAX, yani Los Angeles Uluslararası Havalimanı’ndaydık. Havaalanında öylece durdum ve anneme “Burası Yerevan değil” deyince, “Hayır, Diana. Burası Amerika” diye cevap verdi. Bundan sonra ne olacağına dair hiçbirimizin bir fikri yoktu."

Aileniz neden ABD’yi tercih etti?

Sanıyorum o zamanlar, yani 90’larda, ABD’ye dair büyük bir reklam kampanyası vardı. Bundan ötürü annem hep ABD’de yaşama ve ABD’li olma hayalini kurdu. Ancak bu hayal, babam için geçerli değildi. Dolayısıyla bu fikir, ikisini ayırdı. Ben doğduğumda ikisi artık birlikte yaşamıyorlardı. Annem Moskova’da olmaktan, sıkıntılı bir yaşam sürmekten bıkmıştı. Aslında ABD’de tanıdık birileri vardı ama onlarla hiç iletişime geçmemiştik. Moskova, Yerevan’a nazaran daha kozmopolit bir şehir ancak yine de çaresiz durumdaydık. Yerevan ise çok daha yoksunluk içindeydi. 90’larda bir yıl boyunca Yerevan’da kalmıştık, çok iyi hatırlıyorum, hiç elektrik yoktu. Abim elinde poşetlerle yedinci kata kadar karanlıkta çıkardı. Bir gün annem bizi uyandırdı ve gezmeye gideceğimizi söyledi. Genelde uçağa bindiğimizde Ermenistan’daki büyükannemi ve büyükbabamı ziyarete gideriz, bu yüzden Yerevan’a gideceğimizi düşündüm ve sırt çantamı hazırladım. Hiç unutmam, en önemli şeyleri çantama atmıştım; barbie bebeğim ve onun kıyafetleri. Elbette annem asıl önemli şeyleri yanına almış ama ben bilmiyordum bunları, sadece kendim için değerli olanları koydum çantama. Uçağa bindik ve yolculuğumuz başladı. Gidiyoruz da gidiyoruz, bu, Yerevan’a doğru gittiğimiz en uzun yolculuğumdu. Yol bu kadar uzun sürünce anneme “Yerevan bu kadar uzakta değil” dedim, o da bana, “Sus ve uyu” diye cevap verdi. Gözümü açtığımda LAX, yani Los Angeles Uluslararası Havalimanı’ndaydık. Havaalanında öylece durdum ve anneme “Burası Yerevan değil” deyince, “Hayır, Diana. Burası Amerika” diye cevap verdi. Bundan sonra ne olacağına dair hiçbirimizin bir fikri yoktu.

ABD’deki ilk yılınız nasıldı?

Gittiğimizde, annem, ücretsiz kalabileceğimiz bir yer olduğunu söylemişti. Yanımızda toplam 200 dolar gibi bir para vardı. Oraya otobüs bileti aldık ve ondan sonra tüm paramızı birilerinden ödünç alarak elde ettik. Benim içinse kesinlikle muhteşemdi. Kendimi bir filmin içinde gibi hissediyordum. Tüm bu barbie bebekler, bu kıyafetler, tüm bunları hak edecek ne yaptım?

Oraya turist vizesiyle gitmiştik, kalmak için yalnızca iki hafta iznimiz vardı. Daha sonra annem iş buldu, biz de her şeyin mümkün olduğu bu dünyaya entegre olduk. Oraya gittiğimde ilk olarak yapmak istediğim şey, Amerikalı olmaktı.

İlk yıl en çok annem için zordu. Ücretsiz kaldığımız yer bir barınaktı, orada iki yıl kaldık.

Bugünden baktığınızda annenizin ABD’ye göç etme kararının doğru olduğunu düşünüyor musunuz?

Doğrusu o zamanla şimdiyi kıyaslamak çok zor. Ben de, kardeşim de aslında hep olduğumuz insanlardık, halen öyleyiz. Ancak babamla yeniden ilişki kurduktan sonra artık kim olduğumu bilemiyorum. Bir süre annemden nefret ettim, babama kızdım. Daha sonraysa bir ailenin başına ne gelmesi gerekiyorsa, o gelir diye düşündüm. ABD’ye göçü uzun vadeli düşünecek olursak, kesinlikle doğru bir karar olduğu görüşündeyim.

Babanızla halen görüşüyor musunuz?

Babamı tanımıyordum. Annem, babama çok kızgındı çünkü ona göre tam bir hayal kırıklığıydı. Üniversiteden sonra tanışmışlar, bir yıl sonra da evlenmişler. Evlendikten bir yıl sonra kardeşim doğmuş, yani birlikteliklerinde her şey çok kısa bir süre içerisinde gerçekleşmiş.

Daha sonra işler sarpa sarınca önce konuşmayı, ardından da görüşmeyi kesmişler. Annem bütün bunlar kendi suçu, çünkü babama çok aşıktı, çok bağlıydı. Dolayısıyla kimseye tek kelime etmeden aniden ABD’ye gitmesini, bizi de yanında götürmesini oldukça radikal buluyorum.

Babamla ayrıldıktan 15 yıl sonra onu Yerevan’da yeniden buldum. Nerede yaşadığını ben değil, abim hatırlıyordu. Birlikte gittik ve onu bulduk. Bu, bugüne dek yaptığım en zor şeydi çünkü yalnızca babamı değil, hayatım boyunca reddettiğim bir parçamı da buldum. Kimsenin birini böyle bir duruma hazırlayabileceğini düşünmüyorum, o yüzden kendi kendimi hazırlamam gerekiyordu. Onu gördüğümde ne hissedeceğimi bilemiyordum.

Babanız sizi ilk gördüğünde ne dedi?

Kapıyı açan babam değil, büyükbabam oldu. Büyükbabam, biz ortadan kaybolduktan sonra bizi gerçekten arayan, izimizi süren tek insandı. Biz gittikten sonra gazetelere ilan bile vermiş. Yakın zamanda hayatını kaybetti ve ölene dek de konuyla ilgili konuşmadı.

Babamsa aşırı sevinmişti çünkü onun için artık birer yara izi haline gelmiştik. 15 yıl sonra bir yön buldu kendine, tıpkı bizim gibi.

Babanızı gördükten sonra, annenize dair bir kızgınlık hissettiniz mi?

Hem de çok hissettim. Annemle bir yıl boyunca hiç konuşmadık. Babamı 2012’de buldum, o yıl boyunca annemle tek kelime etmedik. Babamla iletişim kurmaya devam ettim. Babanızı bulmanız sadece babanızı bulmanız anlamına gelmiyor, bir adam buluyorsunuz aslında. Kendisi şu an halen Ermenistan’da yaşıyor.

Tüm bu hayat hikâyesi içerisinde fotoğrafçılıkla yolunuz nasıl kesişti?

İşin doğrusu hangi konuda iyi olduğumu bilmiyordum. 16 yaşıma kadar bale yapıyordum ve bale konusunda şu anda fotoğrafta olduğundan daha ciddiydim. Bale sayesinde kim olduğumu keşfediyordum. Ancak daha sonra sakatlandım ve gerçekten başarılı olduğum bir işi artık yapamaz hale geldim. Bu, tüm coşkumu benden aldı.

16 yaşımda liseyi bitirdikten sonra aynı yıl Oregon Üniversitesi’nde lisans eğitimime başladım. Tarih okuyordum. Tarih okurken yazar olmak istedim. Dünyayı, içinde bulunduğum yeri anlamak istiyordum. 19 yaşımdayken Columbia Üniversitesi’ni arayarak orada yüksek lisans yapmak istediğimi söyledim, kabul görünce de üniversitenin gazetecilik bölümünde yüksek lisansı tamamladım.

O dönemde bir gün bir kadının sunumu vardı, fotoğraflarından bahsediyordu. Slaytta kadının eserlerini görünce, fotoğrafın gücünün farkına vardım. Kadının eserlerinin hiçbirinin kendisiyle bir ilgisi yoktu, her şey başka insanlarla alakalıydı. O an benim için en doğru olanın fotoğrafçılık olduğunu anladım. Çünkü insanları fotoğrafladığınızda kendi gözlerinizle onların hayatını yakalamak zorundasınız. Onların hayatlarına girip çıkmak durumundasınız, üstelik bunu yalnız başınıza yapmalısınız. Bunu yazarlıkla da yapabilirsin, diyebilirsiniz ama yazmakta iyi değildim. Fotoğrafçılık benim geçmişim, şimdim ve geleceğim haline geldi. Kim olduğumu anlamam için çok önemli bir yol göstericisi oldu.

Mezun olur olmaz Moskova’ya gittim çünkü orayı çok merak ediyordum. Dahası orası annemin nefret ettiği tek yerdi.

Süregelen bir projeniz var mı?

Evet, 1915’ten kurtulanların hikâyeleriyle ilgili bir proje üzerinde çalışıyorum. Ermenistan’da üç kişi buldum ve her biriyle birer röportaj yaptım. Hepsi Türkiye’den Ermenistan’a göç etmişler. Halen bu proje üzerinde çalışıyorum.

Türkiye’ye gelmeden önce buraya veya buralılara dair önyargınız var mıydı?

Üniversitedeyken Türkiyeli bir arkadaşım vardı. Türkiye’ye dair hiç konuşmadık çünkü ikimiz de istemiyorduk bunu. Zaman ilerledikçe benim en yakın arkadaşım haline geldi. Daha önceden de ne Türkiye’den ne de Türklerden karşı bir nefret ediyordum zaten. Annemin hiçbir zaman Ermenilikle bir ilgisi olmadı, o hep Amerikalı olmak istedi. Bizi de bu şekilde büyüttü.

Diana Markosian kimdir?

1989’da Moskova’da doğan Markosian, küçük yaşta annesi ve abisiyle birlikte Los Angeles’a göç etti. Orada liseyi bitirdikten sonar Oregon Üniversitesi’nde lisans eğitimini adlı, Columbia Üniversitesi’nde de yüksek lisansını tamamladı. Yüksek lisansını yaparken ilgi duyduğu fotoğrafçılığa ilk adımı, 15 yıldır görmediği babasının izini sürerek attı. Abisiyle önce Moskova’ya, yaşadıkları eve, ardından da babasının, ailesiyle kaldığı Yerevan’a gitti. Daha önce The New York Times, The Times gibi önemli gazetelerde eserleri yer alan Markosian’ın en önemli işleri arasında ‘School No:1’, (Okul No:1), ‘Inventing My Father’ (Babamı icat etmek) ve ‘Goodbye My Chechenya’ (Elveda Çeçenistan’ım) yer alıyor. Markosian’ın eserlerinin bazılarını dianamarkosian.com adresinden takip edebilirsiniz.




Yazar Hakkında

1990 İstanbul doğumlu. Kültür sanat, müzik, insan hakları ve güncel politika haberleri yapıyor.