KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

Beraber yürüdük biz bu yollarda

Geçen Pazar günü saat dörtte, Kadıköy’deki Karaköy İskelesi’nin önünde coşkulu bir kalabalık vardı. Kalabalık dediysem, lafın gelişi değil. Keza coşkulu sıfatı da rastgele seçilmiş değil.  Rengârenk kıyafetleri, saçları ve ruhlarıyla mutlu bir kalabalık, ek sefer düzenletecek bir yoğunlukla Kabataş ve Karaköy’e doğru şarkılar ve danslarla yola çıktı. O ki, gökkuşağının altında herkese yer vardı.

İşte bu herkes sözü de naif bir özne değil. Zira, 13.Onur Yürüyüşü sadece LGBTİ’lerin görünürlüğü ve varlık mücadelesi açısından değil, hareketin her kesimin sesi olabilen geniş muhalefet alanı açısından da çok kıymetliydi. Gel gör ki, kiminin kıymeti berikinin tehdidi olarak algılanabiliyor. Hele de mevzubahis, her şeyi kendi egemenliği altında tek tipleştirmeye azimli ve bu uğurda hiçbir hedef gösterme hamlesinden geri durmayan bir iktidarsa, vay gelmiş hepimizin başına.

Bu vay da kısaca polisin tazyikli su, biber gazı ve plastik mermisine tekabül ediyor. Zira başımıza gelen bunlardı. Sebep ise hâlâ muamma. Valilik, Ramazan ayı ‘hassasiyeti’ni gerekçe gösterdi, sanki bir önceki hafta yapılan Trans Onur Yürüyüşü, Ramazan’a denk gelmemiş gibi. Yetmedi, kendilerine gelmiş herhangi bir bildirimin olmadığı ileri sürüldü. Sanki 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu ve Anayasa’nın ilgili maddesi yeterince açık değilmiş gibi.  Oysa malûm, bu tür yürüyüşler valiliğin iznine bağlı değil, hatta resmî makamlara bildirme yükümlülüğü dahi bulunmuyor. Gelenekselleşmiş bu özel günün de yasaklanabilecek iler tutar bir yanı yok.

Ama devlet aklında mantık aramak, hele de o mantığı bulmak kimin haddine… Onur Haftası Komitesi, yaptığı basın açıklamasında, kurulmaya çalışılan o akıllara ziyan kutuplaştırma oyununa da dikkat çekerek şöyle diyordu:  “LGBTİ olmanın karşısına Müslüman kimliğini koymak ve bunlar iki zıt kimlikmiş gibi algılanacak kararlar almak, yapay bir gerilim üretmektedir. Bu durum, LGBTİ’lere yönelik saldırılara zemin oluşturmaktadır. LGBTİ’lerin her kesimden olabileceği bilgisi göz ardı edilerek alınan bu karar, bizleri toplum nezdinde düşmanlaştırmayı hedeflemektedir. Hükümet ve Valilik, bundan sonra LGBTİ’lere yönelik gerçekleştirilecek her türlü saldırıdan doğrudan sorumlu olacaklardır.”

Birleşmiş Milletler’de LGBTİ hakları konusunda güvence veren hükümetin, iki gün sonra İstanbul LGBTİ Onur Yürüyüşü’ne saldırması, memleketin çıldırtıcı çelişkilerine güncel bir örnek oldu. Yürüyüşe saldırma emrini veren İçişleri Bakanı, İstanbul Valisi ve İstanbul Emniyet Müdürü hakkında suç duyurusunda bulunuldu. Gel gör ki, bütün bu saldırıları mümkün ve meşru kılan siyasi toplumsal atmosfer mahkûm edilmeden, faşizme göz kırpan muhafazakâr politikalar ifşa edilip zihniyet dönüşümü tamamlanmadan, huzur bulmak mümkün olmayacak.

Hâlihazırdaki düzende, dilde ve eylemde şiddet, en gözde tercih. Cumhuriyet yazarı Çiğdem Toker’in haberine göre, biber gazının da dahil olduğu mühimmat harcamalarına, yılın ilk beş ayında 94.6 milyon lira bütçe ayrılmış. Bu oran da geçen yıla göre yaklaşık 4 kat daha fazla harcamaya tekabül ediyor.

Türkiye’de ilk yürüyüşün denendiği ve polisin izin vermeyip evlere baskın yaparak organizasyon komitesinden LGBTİ’leri gözaltına aldığı 1993’ten bu yana, çok büyük mücadele verildi. O tarihin içinde nice eşcinselin baskılar sonucu intihar edişi, nice transın erkek şiddetine kurban gidişi var. Bugün hareket, Ermeni Soykırımı’ndan Kürt halkının mücadelesine kadar, ülkenin en temel meselelerine dair söz ve siyaset üretiyor. Keza bir yandan da sırf kimlik politikası nedeniyle muhalif olma zorunluluğunda olmadığını, içerisinde AKP’den MHP’ye  geniş bir yelpazede milliyetçi, İslami görüşü savunanları da barındırabildiğini göstermeye çalışıyor. Çünkü hayatta olan her şey Ermeni, Kürt ve LGBTİ kimlikleri içerisinde de mevcut.

Gel gör ki, Türklüğü tahkir ve tezyif ve şu malum hassasiyetler dışında her nevi nefret serbest. Anayasa’da eşitliğin sağlanması, nefret suçları yasasının çıkarılarak layıkıyla uygulanması ve haksız tahrik indiriminin ortadan kalkması, bir nefeste sayabileceğimiz acil ihtiyaçlar. Hem de sadece ataerkil düzenin şiddeti sonucu hayatını kaybeden, taciz ve tecavüze uğrayan kadınlar, çocuklar, LGBTİ’ler, yok edilmeye ve yok sayılmaya çalışılan etnik ve dinî halk ve topluluklar açısından değil,  adına ülkemiz denen şu coğrafyada insan gibi yaşamak isteyen her bir vatandaş için elzem. Zira başkasının canı, kanı, hayatı, mutluluğu, varoluşu ve onuru üzerinden bir hayat inşa edemezsiniz. O haksız hayat, gelir başınıza yıkılır. Ve o zaman hepimize kısaca enkaz denir. 

Devlet ve iktidar tahakkümü altında enkaz olmaya direnen hepimiz, AKP’nin pek sevdiği ve seçim dönemi sıkça kullandığı şarkıyı, şimdi değişik bir versiyonuyla söylüyoruz kol kola girmişken: “Beraber yürüdük biz bu yollarda / Beraber ıslandık tazyikli suda / Şimdi dinlediğim tüm anonslarda / Bana her şey seni unutturuyor!”

Hadi siz de katılsanıza…