Soykırımı televizyona taşıyan yönetmen

Amerika’da, Ermeni Soykırımı’yla ilgili ilk televizyon filmi çeken belgeselci Ted Bogosian, geçen hafta İstanbul’daydı.

Malatyalı bir anne ve Harputlu bir babanın ikinci oğlu olarak New York’ta dünyaya gelen Bogosian, 1988 yılında Mardin’de çektiği ‘An Armenian Journey’ (Bir Ermeni Yolculuğu) adlı filmin ardından ilk kez Türkiye’ye gelmişti. “Kariyerinde belli başarıları elde etmiş, entelektüel kapasitesi olan her Ermeni, soykırımla ilgili ya film çekti, ya kitap yazdı, ya da elinden ne geliyorsa yaptı” diyen ünlü belgeselci, Anadolu Kültür ve Civilitas Vakfı’nın davetlisi olarak, kendi hikâyesini anlatıp, Türklerle soykırımı konuşmak için İstanbul’da bulunuyordu. 27 yıl önce Amerikalılara soykırımı anlatmak için çektiği film, Bogosian’ın kariyerinde dönüm noktası olmuştu. Türkiye’nin büyükelçilik düzeyindeki tepkisinin yanı sıra ölüm tehditleri de alan Bogosian, “Holokost’la ilgili film çekmiş bir Yahudi yönetmene sunulabilecek olandan farklı bir standarda maruz kaldım. Bu durum, elbette, Türkiye’nin inkârcılığından kaynaklanıyor” diyor.  

‘Bir Ermeni Yolculuğu’nu çektiğinizde, dönemin özel zorlukları bir yana, soykırımla ilgili pek bir film de yoktu...

Tek bir film bile yoktu. Kaliforniya’da Marko Hakopyan’ın filmler çektiğini biliyordum ama onlar televizyonda gösterilmiyordu. Benim istediğim, Ermeni Soykırımı’yla ilgili ilk ulusal televizyon programını prime time’da yayınlatmaktı. Bütçeyi toparladıktan sonra filmle ilgili çalışmalara başladım. Ermeniler kadar, Ermeni olmayan kitleye ulaşmak için çabalamam gerektiğini düşünüyordum. Sözlü tarih çalışmalarına baktım ve Maryam Davis’in hikâyesiyle karşılaştım. Bu hikâyenin en güçlü yanı, Davis’in ABD’de büyümüş olmasıydı. Kolay anlaşılır, berrak bir dille konuşuyordu; soykırımdan kurtulup Amerika’ya gelen ve bir Amerikalı gibi konuşan ender kişilerden biriydi. Bu durum onun hikâyesini Ermeni olmayanlar için de ulaşılabilir kılıyordu. Gazeteciliğin eksiksiz ve tamamen tutarlı olması gerektiğini biliyordum; filmle ilgili üstesinden gelinmesi gerekecek şeyin, Türkiye lobisi olacağının da farkındaydım. Dolayısıyla filmi bu bakışla hazırladım. İlk bölümde Ermeni Soykırımı’yla ilgili tarihsel kayıtları anlatıyorum: Ermenistan nedir? Ermeniler kimdir? 1915’te neler yaşandı? Ardından, soykırımdan kurtulan Maryam’la bir röportaj... O dönem Meksika’da yaşıyordu, onu alıp Mardin’deki köyüne götürmeye karar verdim. Onun kişisel hikâyesini başka kaynaklarla güçlendirdik. Türklerin bakış açısını yansıtacak birini bulmak için Vaşington’daki Türk Çalışmaları Enstitüsü’ne gittim. Bana Justin McCarthy adında birini önerdiler. İki sene boyunca bir buluşma ayarlamaya çalıştıktan sonra, onu kamera karşısına geçirmeyi başardım. Cevapları öyle umursamazcaydı ki, tam anlamıyla inkârcılık bile yapmamıştı. Tüm bu malzemeden, bir saatlik bir film yaptık.

Filmi yayınlatmakta zorluk çektiniz mi?

Filmin yayından önce duyulmaması için büyük çaba sarf ettik. Bunlar internetten önce oluyor. O zaman televizyon yayın çizelgeleri iki haftalık yapılırdı. Filmin ulusal kanalda yayınlanacağı zaman Türklerden tepkiler gelmeye başladı. ABD’deki Türkiye Büyükelçisi Şükrü Elekdağ, Amerikalı bir lobi şirketiyle anlaşmıştı, Türkiye hükümetinin açıklamalarını da onlar hallediyorlardı. Televizyon yönetimi bir gece elime 22 soruluk bir kâğıdı tutuşturup, “Bunlar Türkiye hükümetinin itirazları, bu soruları sabaha kadar yanıtlaman gerekiyor” dedi. Fotoğrafların kaynağıyla, Osmanlıcadan İngilizceye çeviriyle ve diğer şeylerle ilgili, mantıklı sorulardı. Cevapları biliyordum. Yazıp ertesi sabah onlara verdim. Sonra Türkiye’den gelen baskılar durdu ama filmin 24 Nisan’daki gösteriminden önce Los Angeles ve Boston’daki yayıncılara bomba tehditleri gelmeye başladı.

Bunlar isimsiz tehditler miydi?

Evet. ASALA’nın şaşaalı günlerinin hemen sonrasıydı; Karabağ Savaşı da başlamıştı. Ermeniler gazetelerin ön sayfalarındaydı. Tehditlere rağmen, film takvime uygun biçimde yayınlandı. Üç buçuk milyon kişi izledi. Seneler boyu gösterildi, çok başarılı oldu, Ermeni Soykırımı’yla ilgili tüm yasakları yıktı. New York Times, yaşanan tartışmalarla ilgili haber yaptı. Yayıncılar, Türkiye’nin kendi bakış açısını sunan bir film yollaması durumunda yayınlayacaklarını söylediler ama Türkiye onlara sadece ülkeyi tanıtan bir turizm videosu gönderdi.

Gazete kupürlerini hala saklıyor musunuz?

Evet. Bu olaylardan sonra, hükümetlerin medya işlerini yürüten ajanslarla daha çok ilgilenmeye başladım. Film yayınlandıktan sonra Adalet Bakanlığı’na kayıtlı ajansları inceledim; bu ajansların çalışanları arasında eski senatörler, avukatlar, Beyaz Saray çalışanları vardı. Benim olayda ise, Joseph Califano isimli, 70’lerde Beyaz Saray’da bulunup Başkan Johnson’ın sağlık işleri sekreterliğini yapmış bir avukat vardı. Filmimi engellemeye çalışırken 137 bin dolar kazandı.

Filmden sonra hayatınız zorlaştı mı?

Bana ve başkalarının hayatına yönelik tehditler vardı. Bir süre sonra, özellikle televizyon dünyasındaki insanlar beni ilk defa, sadece bir belgesel film yapımcısı olarak değil, bir Ermeni yönetmen olarak görmeye başladılar. Bu durumun kariyerimi sekteye uğratan bir yanı oldu; Holokost’la ilgili film çekmiş bir Yahudi yönetmene sunulabilecek olandan farklı bir standarda maruz kaldım. Bu durum, elbette, Türkiye’nin inkârcılığından kaynaklanıyor. Bunlar 30 sene önce, Türkiye’nin inkârcı argümanlarının üstünlük kurduğu bir dönemde oldu. Aradan çok zaman geçti. Ermeniler artık soykırım gerçeğini ispat etmek zorunda olmaktan acı çekmiyorlar.

‘Bir Ermeni Serüveni’nden sonra, Ermeni Soykırımı’nı anlatan birçok başka film de çekildi. Bunları nasıl buluyorsunuz?

Elimden geldiğince hepsini izlemeye çalışıyorum, ancak daha çok okuyorum, çünkü bu konudaki kitapların sayısı, filmlerin sayısından fazla. Bu sene dikkat çekilmeyen ama bana kalırsa asıl önemli olan şey şu ki, yüz yıl önce aydınları alarak başlamışlardı, çünkü önce toplumun aklını yok etmek istemişlerdi. Yüz yıl sonra, kariyerinde belli başarıları elde etmiş, entelektüel kapasitesi olan her Ermeni soykırımla ilgili ya film çekti, ya kitap yazdı, ya gezi düzenledi, ya da kamuoyu açıklaması yaptı. Gelecekten bu seneye dönüp baktığımızda, Ermeni entelektüellerin eteğindeki tüm taşları döktüğünü göreceğiz. Yüz yılda nüfus olarak ancak toparlanabildik; entelektüel olarak de eski seviyemize gelebilmemiz için bir asır geçmesi gerekti. Umarım bir gün, ‘Schindler’in Listesi’ ya da ‘Sofi’nin Seçimi’ kadar popüler bir Ermeni Soykırımı filmi yapılabilir.

Kategoriler

Kültür Sanat Sinema


Yazar Hakkında