Sivil toplum örgütleri kaygılı: Savaş çözüm değil

Suruç Katliamı ve Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesinin ardından askerî operasyonlar ve çatışmalar, yeniden başladı. Türkiye genelinde devam eden operasyon dalgası da sürüyor. İHD, 21-28 Temmuz tarihleri arasında 41 kişinin hayatını kaybettiğini, 1038 kişinin gözaltına alındığını açıkladı. Her gün ölüm haberleri gelmeye devam ediyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, HDP’lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasını istemesi de kaygıları arttırdı. İnsan hakları ve sivil toplum örgütleri gelişmelerden endişeli.

UYGAR GÜLTEKİN
GÖZDE KAZAZ 

“Mesele yönetime katılma hakkında düğümleniyor”
İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan

Çözüm sürecinden geri dönüş olursa, 90’ların bile hafif kalacağı daha kötü bir döneme girileceği anlamına gelir. Nereye varacağını kimse kestiremez. Çünkü Ortadoğu çok kaygan bir zemindir. Suriye’deki gelişmeler, Rojava’daki, Irak’taki gelişmelerden bağımsız değil. Çok daha kapsamlı düşünmek lazım. 90’larda yaşananlar kısmen Irak, fakat daha çok Türkiye sınırının içiyle ilgiliydi. Şimdi Türkiye, Suriye, Irak ve İran’ı ilgilendiren gelişmelere tanık oluyoruz. Topyekûn savaş demek, büyük bir yıkım demektir. 100 yıl önceki statüko, Ortadoğu’da parçalanıyor. Türkiye’yi yönetenlerse, bu gelişmeleri okuyamıyor.

“PKK silah bırakmadı, bunlar oldu” söylemi propaganda

Devleti yönetenler, hâlâ ulus-devlette ısrar ediyorlar. Bu direnç, antidemokratik bir tutum. Bütün dünya deneyleri gösteriyor ki, savaştığınız güç kimse, onunla masaya oturur müzakere sürecine girerseniz. Hükümet, müzakere değil, diyalog istiyor; yani tek başına çözmek istiyor. Kürt tarafı da bu yaklaşımı kabul etmiyor, “çözeceksek, birlikte çözelim” diyor.

AKP’nin uzun iktidar yıllarının getirdiği tıkanmışlık ve statüko, bu süreçte etkili. Çok sayıda insanın bir araya gelerek kurduğu bu parti, bugün tek bir insanın partisi olmuş durumda. Parti içi muhalefeti olmayan bir partinin sağlıklı düşünmesi mümkün değil. Bu da Türkiye’nin meseleleri önünde en büyük engel. Kürt meselesi, Türkiye’nin demokratikleşmesiyle yakından alakalı bir mesele. Çözüm süreci ilerlerse, Türkiye’de yeni bir anayasa, yeni bir siyasi düzen gündeme gelecek. Eski siyaseti savunan partiler de, siyasetin doğası gereği tasfiye olacak. Yeni bir siyaseti savunan HDP, yüzde 13 oy aldı. Statükoyu savunanlar, aslında bunu da görüyorlar. “PKK silah bırakmadı, o yüzden bunlar oldu” söylemi, propagandadır. Madem öyle, çözüm sürecini neden başlattınız? Halk aldatılmaya çalışılıyor.

Şimdi halk şuna karar verecek: Daha merkezî ve katı bir sistem mi, yoksa yetkilerin yerele dağıtıldığı, Öcalan’ın demokratik özerklik dediği modele mi geçmek? Bu iki tez arasındaki çatışmaya şahit oluyoruz. Mesele, artık kültürel haklar boyutunu aşıp yönetime katılma hakkında düğümleniyor.

“AKP tasfiye sürecine girdi”

Şu anda Erdoğan, kendi yarattığı statükoyu korumak uğruna, kendi partisinin ömrünü kısaltıyor. AKP’nin tasfiye sürecine girdiğini gösterir bu. AKP kurulurken hep “Yeni, demokratik Türkiye” dendi. Şimdi “Savaşan Türkiye, kindar, dindar Türkiye” deniyor. Gelinen nokta hazindir. 

“Kürt tabanının ümidi Öcalan’ın mesajlarının kamuoyuna ulaşması”
Mazlumder Diyarbakır Yönetim Kurulu Üyesi Reha Ruhavioğlu

Sürecin Dolmabahçe Mutabakatı’ndan sonra bozulduğunu görüyoruz. Ondan önce taraflar birbirinden şikâyetçi de olsa somut olarak atılan adımlar vardı. Bu süreç boyunca daha önce de hem asker, hem sivil, hem de gerilla kayıpları yaşanmıştı ama süreç buna rağmen bozulmadı. Bu sefer Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesi, bunun “Apocu Fedai Timi” isimli bir tim tarafından yapılmasının PKK tarafından destekleniyor sayılmasıyla süreç bozuldu. Ardından KCK’den iki polisin öldürülmesi olayının PKK tarafından yapılmadığı açıklaması geldi. Kaldı ki, Ceylanpınar’da, Suruç’taki bombalı saldırıyla doğrudan ilgisi olmayan iki kişinin, PKK’nin yöntemlerinde çok görülmeyen bir biçimde öldürülmesi düşündürücüydü. Ama iki taraf da pratikte, biten sürece dahil olmuş bir pozisyona girdi. Artık Ceylanpınar saldırısının PKK tarafından yapılıp yapılmamasının bir önemi kalmadı.  

“Fezlekelerin hazırlanması, demokratik siyaset ortamını tamamen bitirir”

Sivil siyaset yolunun kapatılması, 30-40 yıldır denenenin tekrar denenmesi anlamına gelir. Silahlı aktörlerin eylemliliğini çok daha fazla arttırdığı bir dönemde sivil siyaseti bitirirseniz, siyasetin alanını da çatışmalara bırakırsınız. Asıl yapılması gereken, sivil siyaset imkânlarını güçlendirmek. HDP’nin PKK’yle aynı zeminde durduğunu biliyoruz, ama sivil imkânı güçlendirmemiz, bu açıdan HDP’ye yardımcı olmamız gerekiyor. Bu anlamda dokunulmazlıklarının kaldırılması, fezlekeler hazırlanarak HDP milletvekillerini Meclis dışında bırakmak, azalmış olan demokratik siyaset imkânını tamamen kaldırmak anlamına gelir. 

Diyarbakır’da kimse süreç bitti demek istemiyor. Ama bütün görüntü, sürecin bitmiş olduğu yönünde. Şehrin içinde iki polis öldürüldü. Kentin ortasına şiddetin dönmüş olması, kentte kaygıyı üst noktaya taşıyor. Öte yandan, Diyarbakır’dan kalkan uçaklar, PKK kamplarını bombalıyor; o kamplarda insanların akrabaları var neticede. Dolayısıyla kentte ciddi bir kaygı var. Öcalan’ın mesajlarının İmralı Heyeti eliyle kamuoyuna ulaşması sağlanırsa, belki Öcalan’dan ‘çatışmaları bekletin’ mesajı gelecek. Kürt tabanında böyle bir beklenti var.

Çok aktörlü çatışma süreci

Sadece PKK ve devlet değil, IŞİD, El Nusra, Hizbullah gibi grupların da içeri çekilmeye çalışıldığı bir çatışma süreci var. Yani, bundan sonraki süreci, çok aktörlü bir çatışma sürecine döndürmek isteyen bir planın göstergeleri var. Süreci yakından takip eden hak örgütleri olarak, sürecin mümkün olduğunca şeffaf ve yasal bir zemin üzerinde yürümesi gerektiğini düşünüyorduk. Bu bir haftada gördük ki, iki buçuk senelik çaba, bir anda bozulabiliyor ve tüm çabalar boşa gidebiliyor. Yarın HDP milletvekillerinin İmralı ya da Kandil’e gidip görüşmeleri suç unsuru olabilir. Süreç keyfi kararlar üzerinden değil, yasal zemin üzerinden ilerlemeli. En azından ümidimiz bu yönde.

Asıl sebep Suriye
Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi

Aslında her iki taraf için de işler yolundayken, bir anda özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın anlaşılmaz tutumu ve açıklamaları üzerine, süreç tersine döndü. Özellikle devlet ve hükümet açısından Öcalan’ın 30 yıl süren silahlı çatışma sürecinin, Kürt siyasi hareketi liderlerinin silahları tümden devreden çıkartmak için kongre çağrısında bulunması ve bunun gerçekleşmesi arifesindeydik. Böyle tarihî bir gelişme imkânı ortaya çıkmışken, Erdoğan, Dolmabahçe’yi önemsizleştirecek açıklamalar yaptı.

Asıl sebep, Suriye’deki gelişmeler. Koalisyon güçlerinin PYD ile ittifak yapması, özellikle Kobanê ve Cizre kantonlarının birleşmesinden sonra, PYD iradesindeki bir Kürt bölgesi oluşumunu tehlikeli gördüler. Amerika’yla yaşanan gerginliğe son vererek, başka bir yol seçildi. Cumhurbaşkanı, ABD’yi suçlayan açıklamalarına son verdi. Öyle anlaşılıyor ki, süreci sonlandıran mesele, Suriye meselesi.

Kürt siyasi hareketinin dikkatli olması gerekiyor. Rojava’da böyle bir fırsat ortaya çıkmışken, IŞİD’le savaşı nedeniyle dünyanın sempatisini kazanmışken, çok büyük demokratik bir başarı ve güç elde edilmiş, 80 milletvekiliyle güçlü bir grup kurulmuşken, daha dikkatli olmak gerekiyor.

AK Parti Kürtleri gözden çıkarttı

Yeniden çatışmaların başlaması, AK Parti’ye kaybettirir. AK Parti, galiba Kürtleri gözden çıkardı. Oy bakımından önemsemiyor. Cumhurbaşkanı’nın toplumu aşağılayan “Daha ne istiyorsunuz? Yapacak bir şey kalmadı” şeklindeki açıklamaları ve sürece ihanet eden tutumu karşısında Kürtler, Ak Parti’den uzaklaştı. Kürt seçmen tavır aldı ve HDP’ye fırsat sundu. AK Parti’nin çatışmacı siyaseti karşısında, Kürt oylarının ve Türk toplumunun HDP’ye desteği devam eder.

Henüz 90’lara dönüldü diyemeyiz, ama olağanüstü bir atmosfere girilmiş durumda. Bütün şehirlere giriş çıkışlarda güvenlik noktaları ve aramalar var. Toplum tedirgin.  

Cumhurbaşkanı’nın üslubu, bu noktaya gelmemize katkı sağladı
Güneydoğu Sanayici ve İş Adamları Derneği Başkanı Şah İsmail Bedirhanoğlu:  

Seçimden önce başlayan gerginlik, seçimde de devam etti  ve gerilim yükseldi. Siyaset kurumları arasında dil ve üslup o kadar çok gerildi ki, seçim sonrasında da devam etti. Çözüm sürecinin seçim öncesinde rafa kaldırıldığı algısı, geniş kesimlerde vardı. Kobanê ve Suriye’deki gelişmeler, çözüm sürecini etkiliyordu. Kürtlerde, hükümetin, Suriye’de Kürtlerin siyasal kazanımlarına karşı bir tutum içinde olduğu algısı oluşmuştu. Bu algı, bir anlamda çözüm sürecine olan güveni ciddi bir şekilde tıkadı. Cumhurbaşkanı’nın üslubu ve tavrı, işlerin bu noktaya gelmesine katkı sağladı. Suruç Katliamı ve iki polisin öldürülmesi, birden süreci tırmandırdı. Hükümet zaten bir anlamda teşneydi bu duruma ve operasyonlara mazeret yarattı. Gerilim daha üst seviyeye çıktı.

Çözüm süreci döneminde, muazzam bir iklim oluşmuştu. Çatışmalar ve ölümler yoktu, ki bu zaten başlı başına çok değerliydi. Süreç başladığında, herhalde konuşarak çözeceğiz algısı oluştu. Zaman zaman kırılmalar olsa da, güven zedelense de, çatışmaların olmaması önemliydi. Yaralar yavaş yavaş onarılıyor, bölge toparlanıyordu. Yatırım potansiyeli de taşıyordu. Bu beklentiler bir anda berhava oldu.

Birinci sebep Dolmabahçe’nin tanınmaması
Avukat Abdulbasit Bildirici

Dolmabahçe Mutabakatı’nın Cumhurbaşkanı tarafından elinin tersiyle itilmesi, mutabakatın tanınmaması, bu yaşananların birinci sebebi. İkinci sebep ise, Öcalan’a yönelik tecrit. Öcalan konusunda çok hassas olunduğunu biliyoruz. Bunun üstüne de mutabakatın tanınmaması, Kürt hareketini sert söylemlere itti. Suruç Katliamı’nın zamanlaması da çok ilginç. Arkasından iki polisin öldürülmesi olayını PKK üstlenmedi. Hükümetin provoke edip saldırıları başlattığını düşünüyorum.  Bundan sonra olayların bir iç savaşa gideceğini düşünmüyorum. Giderse çok kötü olur, ama bunun erken seçimle bağlantılı olma ihtimali var.

İç savaş, Türkiye’nin sonu demektir. Bunun şartları yok. Barış masasında otururken olayın kopması doğaldır. Karşılıklı çatışmalar olsa da, barış masasına dönüleceğini düşünüyorum. 

Herkes üzerine düşeni yapmalı
Mezopotamya Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Selim Ölçer

Hepimiz kaygılıyız. Buraya durup dururken gelinmedi. Zemin hazırlandı. Seçim ve seçimden sonraki ortamın bunu yarattığını düşünüyorum. Ama sonuçta bu dengeler nasıl gider, bir şey söylemem zor. Bir süre sonra ortalığın yatışacağı ve her şeyin rayına gireceğini düşünüyorum. İktidarın biraz daha oturup kendine bakması lazım. Bu memleketin en son ihtiyacı olan şey, savaşmaktır. Hepimizi tüketir. Kaos tek taraflı değildir. Eğer yeniden 90’lı yıllara döneceksek, bir durup arkalarına baksınlar. 90’lı yıllarda ne felaketler yaşandı, siyasetçiler o günleri tekrar yaşamak istiyorlarsa, söylenecek bir şey yok. Ama yaşamak istemiyorsak, biraz sağduyulu hareket ederek herkesin önüne bakması lazım. Şu anda, bu savaşçı taifenin bulunduğu konuma ve yere bakın. Tam Türkiye halkı bunu unutmuş ve tarihin çöplüğüne atmışken, yeni yeni savaşçılar ortaya çıkıyor, ortalığı karıştırıyorlar. Böyle bir ortam, bizim ihtiyacımız değil. Siyasi partilerin biraz kendilerine dönüp bakması gerek. Özellikle hükümet biraz oturup sakin kafayla bunları düşünmeli. Bu bölgede çözülemeyecek sorun yok. Her şeyin düzelebileceğinden bahsetmiyorum, ama her şeyin iyiye gidebileceği bir ortam olabilirdi. Ama bunu heba ettiler. Her şeyden önce hükümet eden insanlar, bunu düşünmeli. Ben ağırlıklı olarak sorumluluğun onlarda olduğunu düşünüyorum.