OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Perşembe

Çarşambadan beri geleceği belli olan perşembe, öyle görünüyor ki, geldi. Devletin Kürt siyasetinde, daha önce onlarcasını yaşadığımız türden bir şiddet dönemine girer gibiyiz ne yazık ki. PKK da buna karşılık vermekten çekinmeyeceğini defalarca göstermiştir. Böyle zamanlarda yazı yazmak, söz söylemek zordur. Şiddet dili ve pratiği bir kere ortama hâkim olunca, sükûnet, sağduyu çağrıları beylik laflar olarak görülür ve ancak boş kazandaki kepçe tangırtısı kadar etki yapar; yokuş aşağı giden olayları durdurmaya yetmez. Ne var ki, bizlere düşen gene de budur. Seslerimizi birleştirebilirsek, ancak o zaman, o da belki, bu makûs talihi geri döndürebiliriz. 

Olayların bu noktaya gelmesinde çeşitli aktörler arasında sorumluluk paylaşımı tabii ki yapılabilir. Fakat, benim açımdan bu sorunu devlet doğurmuştur; bitirecek olan, bitirmesi gereken de odur. Kim pislettiyse o temizler. Bu meselede PKK’yı şeytanlaştırıp, ‘bütün kötülüklerin anası’ yapıp işin içinden sıyrılmak kolaydır ama fayda getirmez. Evet, PKK da 30 yıllık bir tarihi olan ve bu tarihi boyunca, yakın veya uzak zamanlarda tasvip edilmesi mümkün olmayan, gayrimeşru, insan haklarına aykırı birçok eyleme, işe imza atmış bir örgüttür. Fakat, ‘Kürt meselesi’ denen olgunun tarihinde PKK da daha ‘dünkü çocuktur’. Bu meselenin PKK’yla başlamadığı, onunla da bitmeyeceği gibi temel bir noktayı ısrarla gözlerden kaçırmaya çalışanlar var. Kaldı ki, Kürt meselesinin 30 küsur yıllık bu son kısmında terörden bahsedeceksek, bir değil iki örgütten bahsetmemiz gerekir. Zira, hukuktan, başta yaşama hakkı olmak üzere insan haklarına dayalı yönetim anlayışından ayrılmış bir devlet kadar büyük bir terör mekanizması ve teşkilatı yoktur. Eh, biz bu memlekette devletin örtülü ve açık kuvvetlerinin yargısız infazlarını, asit kuyularını, onbinlerle ifade edilen faili meçhulleri, binlerce köyün yakıldığını görmedik mi? Bunların hangisi hukuka, insan haklarına uygundu? Bunlar bölge halkı ve hatta ülkenin geneli üzerinde terör estirmedi mi? Başta son 13 senenin iktidarı AKP olmak üzere bütün partiler, diğer siyasi ve sivil toplum aktörleri, devletin bu hukuksuz şiddetiyle aralarına söylemsel ve eylemsel düzeyde nasıl ve ne kadar bir mesafe koydular ki, HDP bileşenlerine PKK şiddetiyle aralarına mesafe koyması gerektiğini, üstten bir tavırla, tekrar tekrar hatırlatıyorlar? Yukarıda zikrettiğimiz suçlarla, facialarla nasıl ve ne ölçüde yüzleşildi ki? Bunlar için kaç kişi yargılandı, kaç kişi mahkûm oldu? Adalet yerini buldu mu? Bu işler vicdanlarda mahkûm edildi mi, yoksa hâlâ memlekette Kürtler söz konusu olduğunda “Oh olsun, beter olsunlar” diyenler mi var? Bu sorunun cevabında tereddüt edenler, Suruç katliamından başlamak üzere, Van Depremi’ne kadar, yakın dönemli hafızalarını bir yoklasınlar. Arada Roboski’ye uğramayı da ihmal etmesinler. AKP iktidarı –ve aslında, hesabını soramadığımız için hepimiz– bu vebalin altında(yız). AKP bu konudaki geleneksel devlet politikalarıyla arasına mesafe koyduğu iddiasındaysa, önce Roboski’nin sorumlulularını bulsun, yargı önüne çıkarsın da inanalım. Yoksa, Roboski’nin 90’ların faili meçhullerinden ne farkı var? Bu sorun, önce “Kürt sorunu vardır” deyip, bir kanal iki kurs açtıktan sonra “Kürt sorunu bitmiştir” diyecek kadar hafif ve zikzak kaldırır bir mesele değildir.

Çözüm süreci denen son ve galiba biten safhaya gelecek olursak... AKP devletine ve onun sözcülerine göre, süreci bitiren, PKK’nın “silah bırakmaması”dır. Daha evvel de söylediğim gibi, bu “silah bırakma” tabiriyle ne kastedildiği belki de bilerek muğlak bırakılıyor. PKK’dan istenen nedir veya neydi? Erdoğan’ın ağzından birkaç kere “betona gömmek” tabirinin çıktığını hatırlıyorum. Yani, PKK ve onun bir uzantısı olarak gördükleri PYD, sahip olduğu bütün silahları imha edecek. Suriye, Irak’ın durumu düşünüldüğünde bu bir şaka dahi olamaz. Bunu şart olarak öne süren cenah, “Ben masayı devirmek istiyorum” diyordur. Silah bırakmaktan kastın silahlı unsurların Türkiye dışına çıkarılması olduğunu söyleyenler de var; onlara göre örgüt bunu yapmadı, yani silahlı unsurları ülke dışına çıkarmadı. Bu geri çekilme işinin detaylarını ve başka çok önemli ayrıntıları Demirtaş Radikal’den Ezgi Başaran’la yaptığı mülakatta aydınlatıcı biçimde anlatmış. Her şeye rağmen, senelerdir bir çatışmasızlık ortamı, dolayısıyla devletin bu sorunu Kürt halkının eşit yaşam ve varoluş koşullarını sağlayarak çözmesi için gerekli ortam vardı. Ne yapacaktınız da, PKK’nın silahı unsurları tamamen ülke dışına çıkmadığı için yapamadınız? Madem muhatabınızın Kürt halkı olduğunu söylüyorsunuz, boşverin PKK’nın ne yapıp yapmadığını; Kürtlerin ve herkesin kendi kimliklerini koruyarak, kendi iradelerinin kendileriyle ilgili kararlara yansıdığı, demokratik ve özgür bir siyasi ve idari düzen için yapılması gerekeni yapın. Belki o zaman Kürt halkı PKK’yla arasına, o çok istediğiniz mesafeyi koyar.