Dünya bir insandır

NAZLI KARABIYIKOĞLU 

'Seraphita’, Jaguar Kitap tarafından, İsmet Birkan’ın çevirisiyle Türkçe’ye kazandırıldığında, ‘İnsanlık Komedyası’nın daha önceden dilimize çevrilmemiş bu eksik parçasına artık ulaşabileceğimizi düşünüp sevinmiştim. ‘Goriot Baba’, ‘Vadideki Zambak’, ‘Köylüler’, ‘Eugeine Grandet’ gibi eserlerinde alışkın olduğumuz gerçekçiliğin uzandığında bir yerden sesleniyor bu kez büyük yazar bize. Belki de ‘İnsanlık Komedyası’nın en mistik parçası olarak külliyat içinde yerini buluyor Seraphita.

Madam De Hanska’nın peşinde

Balzac’ın eserleri arasında üstün bir yere koyduğu (daha sonra okurları da bu ayrımı yapacaktır) Seraphita’ya ilişkin birkaç şey söylemeden önce, büyük yazarın eseri kaleme aldığı döneme şöyle bir bakmak faydalı olacaktır. Seraphita’nın ithafında yer alan Madam De Hanska, nam-ı diğer Kontes Rzewuska ile uzun süren gizli mektuplaşmalar (Yabancı Kadın) nihayet mutlu sona ermiş, Kontes çabalamaları sonucu kocasını ikna ederek uzun bir İsviçre, Avusturya ve İtalya seyahati planlamıştır. Seyahat dahilinde Balzac ve Kontes, Cenevre’de buluşacaktır. Plan sorunsuz işler, Balzac müthiş ikna kabiliyeti ve göz boyama ustalığı ile Hanski ailesinin içine girmiş, sevgilisinin yakınında olabilmenin mutluluğuna doyasıya varmıştır. Fakat bu buluşmanın başka bir anlamı daha vardır Balzac için: Yazar, hayallerine ulaşmasını sağlayacak zengin eşi bulmuştur! Mösyö de Hanski’nin ölmesini ve Kontes’le evlenerek büyük mirasa konmayı senelerce bekleyecek olmak onu mutluluğundan vazgeçiremez bile. Bütün bir Viyana seyahati boyunca kendisinden uzakta duran Madam de Hanska’dan belki bir öpücük koparmış ya da koparamamıştır, yine de içi içine sığmaz. Paris’e böyle bir coşkuyla döner.

Günde 46 fincana varan kahve tüketimi, yorucu seyahatleri ve uzun süredir üretmiyor olmak heyecanı ile elleri titreyip bitkinlikten baygın düşse de (ki doktorları kendisini ciddi şekilde uyarmıştır) Balzac belki de en verimli yazma sürecini tecrübe etmeye başlar. Dizginleyemediği hayal gücünü uzaklara doğru salar. Asla bitiremeyeceği büyük tasarısı ‘İnsanlık Komedyası’nın bölümleri ardı ardına çıkmaya başlar kaleminden. İşte 1834’te ‘Seraphita’nın ilk bölümünü böyle bir hal içindeyken bitirir Honore de Balzac. İzleyen aylar su gibi geçer ve ‘Seraphita’ 1835’te tamamlanarak yayıncısına teslim edilir.

Aşk üçgeninin ortasında

‘Goriot Baba’ gibi bir eserin çokça kez, ‘Seraphita’nın ise ömürde bir kez yazılabileceğini söyleyen Honore de Balzac, romanına uzun pastoral bir tasvirle giriş yapar. Romanın geçtiği Norveç, Stromfjord dolaylarındaki doğayı, fiyortların nefes kesen görüntülerini anlatır. Burada iki kişinin karlı doruğa tırmanmaya çalıştığını görürüz. Bunlardan biri diğerine hayran küçük bir kız, Minna’dır. Diğeri ise kızın gözünden gördüğümüz adam, Seraptihus’tur. “Seraphitus ne küçümseme ne de soğukluk belirtisi göstermeksizin başını eğdi. Bu hareket, onu neredeyse meleksi kılan zarafetine karşın, bir kadında görülse baş döndürücü bir işvebazlık sayılabilecek bir tür yadsımayı da ele veriyordu.” İlerleyen sayfalarda ise bir delikanlıyla tanıştıracaktır Balzac bizi. Wilfred, aynı küçük Minna gibi Seraphitus’a ya da -daha düzgün söylemek gerekirse- Seraphita’ya aşıktır. Ana karakterini cinsiyetsizleştirmesini işte bu aşk üçgenin ortasında kalıverince anlarız. Balzac, öncelikle androjen bir karakter yaratarak aşkı cinsiyetten ayırmış ve her iki yan karakterin de eş zamanlı hayranlığını, heyecanını, coşkusunu ve kabına sığmazlığını aynı varlığa duydukları yüce sevgiyle anlatmıştır. Oysa Seraphita ne kendisini çok yakışıklı bir erkek olarak görüp kendini ona vermek isteyen Minna’yı (küçük kıza göre Sraphitus Rafaello’nun en güzel portrelerini geçebilecek bir simadır) ne de beraber dünyayı fethetme teklifleriyle içi yanan Wilfred’i görür. O zaten biri tarafından sevilmektedir.

Swedenborg adındaki Hıristiyan mistiği

Romanın nirengi noktası da buradadır. Seraphita tarafından acımasızca reddedilen Wilfred, Minna’nın babası Rahip Becker’ın kapısını soluk soluğa çaldığında tıkanırcasına sorduğu soru Seraphita’nın aslında kim olduğudur. Rahip Becker, önce genç adama kütüphanesini gösterir. Emmanuel Swedenborg’un eserleriyle doludur kütüphanesi. İsveçli bir Hıristiyan mistiği ve din adamı olan Swedenborg’un öğretileri doğrultusunda hayatlarını değiştiren, onun ışığında evlenip dünyaya bir çocuk getiren çiftin öyküsünü anlatır Rahip Becker Wilfred’e. Kendisine gökten vahiyler indiğini ve derinin altındaki ruhu görebildiğini, geleceği tahmin ettiğini söyleyen Swedenborg bir nevi peygamber olarak kendisini şekillendirmiştir. Aslında, Balzac’ın romanında Emmanuel Swedenborg’a yer vermesi onun ne kadar araştırmacı ve meraklı olduğunu bir kez daha gözlerimizin önüne serer. Zira spiritüel bir deneyim yaşadığını iddia eden filozof meleklerle konuşabildiğini ve cehenneme gidip dönebileceğini düşündüğü ve hararetle savunduğu bir döneme giren Swedenborg birçok müridini de derinden etkilemiş ve mistik bir düşünce sistemi oluşturabilmiştir. İşte, bu dünyaya henüz bir çocuk getiren çifti de onun müritleri olarak düşünmek pek de yanlış olmaz. Dünyaya gözünü açan bu çocuk, Seraphita ya da Seraphitus, insanlar üstü bir varlık gibidir. On altı yaşına kadar kimseyle görüşmez, aile yadigarı uşağı David’i korkutan anormal perhizler yapar ve sürekli dua eder. Rahip Becker’e göreyse o, yalnızca anne ve babası tarafından beyni yıkanmış şımarık bir genç kızdır. Oysa Rahip Becker’ın düşünceleri, Minna ve Wilfred’le beraber Seraphita’nın şatosuna ona hesap sormaya (niçin bu şekilde davrandığını ısrarla sorgulamak isterler) gittiklerinde tamamen değişecektir. Çünkü Seraphita artık Tanrıya inanmayı bırakmış olan rahibe, içinden geçenleri bir bir söyleyecek, ilahi bir nutka tutulmuş şekilde görkemle kanatlarını kabartıp uzun bir söylev çekecektir.

‘Şu bir gerçek ki…’

Romanın en sağlam kurulmuş yeri de burasıdır. Balzac, Seraphita’nın ağzından ilahi güçlere, meleklere ve Tanrıya dair başkası söylese dinsel bir söylev kategorisine sokulabilecek sözleri ahenkle söyletir. “Şu bir gerçek ki” der Seraphita, “Eğer insan birimler yaratabilmişse, bunu birtakım altın parçalarına eşit birer ağırlık ve unvan vererek yapmıştır, değil mi? Öyleyse rahatlıkla yoksulun lirasını zenginin lirasının yanına koyup maliyeye bunların iki eşit miktar olduğunu beyan edebilirsiniz; ancak düşünenin gözünde elbette moral açıdan birininkinin ağırlığı öbürününkinden daha fazladır. Biri, bir aylık mutluluğu, öbürü bir anlık geçici bir kaprisi temsil eder. Demek ki iki kere iki ancak yanlış ve vicdansızca bir soyutlamayla dört edebilir.” Ve sonra haykırır: “Swedenborg’un da dediği gibi dünya bir insandır!” Tanrının insanın içinde olduğunu ve fedakarlıkla insanın onu içinde aramak için maddi hayattan vazgeçmesi gerektiğini savunur.

‘Tanrıyı yalnız kendiniz için arayın’

Aynı ateşli söylev Seraphita’nın Minna’nın ve Wilfred’in sevgilerini bir kez daha reddedip ölüme doğru yürüdüğü sahnede de yaşanacaktır. Ölmek için hayat boyu konuştuğu dört insandan ikisi olan (diğerleri Uşak David ve Rahip Becker’dir) Minna ve Wilfred’i kayalıklara doğru çağırır. Can çekiştiği görünüşünden belli olmakta bu da onu daha güzelleştirmekte ya da daha yakışıklı yapmaktadır. “Tanrıyı yalnız kendiniz için arayın!” diye haykırırken Mana’ya dönüşür Seraphita, sonra yavaşça saydamlaşır ve ışıkla dolar. Serafin’dir artık o. Kanatlarını göremesek de, onu sevene doğru gider: Artık tamamen tanrının olmuştur. Wilfred’le Minna ise birbirilerine dönerler yüzlerini, yaşadıkları bu anlardan sarhoş olmuşçasına, el ele tutuşur ve tanrıyı beraber aramaya çıkarlar.

Honore de Balzac’ın, ‘İnsanlık Komedyası’nın ‘Felsefi İncelemeler’ bölümüne aldığı ‘Seraphita’ için, kadim dostu Theophile Gautier onun “güzelliğe hiç bu kadar yaklaşmadığını” söylerken haksız değildir. Çünkü ‘Seraphita’da Balzac, mistik konulardan hoşlanmayanların, tinselliğe uzak olanların bile okurken içine çekileceği ritmik bir metin yaratmayı başarmıştır.

Unutmamak gerekir ki, Seraphita, her ne kadar Madam de Hanska’ya ithaf edilmiş olsa da, eşsiz güzelliği ile “yalnızlık sayesinde dünyanın bayağılıklarından korunmuş soylu ruhlara” da adanmıştır.

Seraphita
Honoré de Balzac
Çeviri: İsmet Birkan
Jaguar Kitap
200 sayfa.