KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

Küçük esnafın ülkesinde

Çocukluğumu tanımlayan en önemli unsurlardan biriydi esnaf. Mahalle, biraz da küçük esnafından bilinirdi. Bakkal amca, anahtar alınıp verilen yerdi misal. Anneler çok fazla sakız, şeker, çikolata yememizi yasaklamışsa, bakkal suç ortağımız olur, bizi aramızda sır kalacak sürprizlerle sevindirirdi. Manavın tezgâhından meyve aşırmaksa, tatlı bir günlük rutindi. 

Bugünkü halimin müjdecisi olarak, bakkaldan sonra en çok sevdiğim küçük esnaf, mahallenin kırtasiye dükkânıydı. Üstelik duygularımız karşılıklıydı! Dükkânın sahibi ve çalışanları da bu saçları iki yandan örgülü ve kurdeleli minik kızı, maskotları ilan etmişlerdi. Benim için bir köşeye, boyuma uygun bir tabure bile koymuşlardı. Çıkartma, kalem, silgi, defter, oyuncak teftişim bittikten sonra o tabureye kurulur, yeni gelen çocuk kitaplarına gömülürdüm.

Şimdi hep yâd ediyorum o mekânları. Semtim Kadıköy, bu aralar hızla değişiyor. Yılların dükkânlarını akşamdan sabaha uyandığımda göremez oluyorum. Gün öncesinde börekçi, terzi, saat tamircisi, tuhafiyeci, kumaşçı olan dükkân, bir bakmışım kafe ya da pub’a evrilmiş. Meğerse buna sebep,  on yılı aşkın kiracıların evsahibi tarafından gerekçe gösterilmeksizin çıkarılabilmesi yönündeki düzenlemeymiş . Mülk sahipleri, gelirlerini misliyle katlayan kafe ve barları tercih ederken, küçük esnaf ve onunla birlikte mahalle yapısı da giderek yok oluyor. Kasaptan, manavdan bozma  mekânlardan yükselen müzik, ortamdaki herkesin muhabbetini yutarken, arka avluya bakan yatak odalarının duvarlarında titreşiyor. Kentsel dönüşüm, sığındığım bu son köşeyi de başıma yıkar mı endişesiyle evin odalarında dolanırken, bir yandan da bir an sonrası öngörülemeyen bu ülkede, insan uzun süreli neyin planını yapabilir diye düşünüyorum.

Düşünmek ve hissetmektir benim işim; ne beyhude, ne enayice bir faaliyet. Gözde duyarlılıklardan beş yıllık kalkınma ve kariyer planları devşirilen bir ülkede, insan sadece ilke, içgüdü, iyilik, hakkaniyet, anlam gibi şeyler üzerinden kırılgan bir hayat inşa etmeye yeltenirse, onu başına yıkmazlar mı?.. Kafamdan aşağı inen cam seslerini duyabiliyorum.

O cam seslerini, Kadıköy Yeldeğirmeni'nde arkadaşları ile kartopu oynayan gazeteci Nuh Köklü, vitrin camına kartopu geldiği bahanesiyle aktar Serkan Azizoğlu tarafından kalbinden bıçaklanıp öldürüldüğünde de hissetmiştim. Şu benim küçük esnaf, hani gece geç geldiğimde bir köşeden dükkân ışığını görünce güvende hissettiğim küçük esnaf, hangi ara camına kartopu geldi diye tezgâhın altından bıçağı çekip kalbe saplar hale gelmişti? Şu benim küçük esnaf, hani öylesine gidip çayını içtiğim küçük esnaf, ne ara Eskişehir’de sivil polisin saldırısından kaçan Ali İsmail Korkmaz’ı tenha bir sokak arasında döve döve öldürür hale gelmişti?  Cinnet parçalarının tutkalı, tam da Ali İsmail Korkmaz'ın katillerinin yargılandığı gün konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şu sözleriydi: "Bizde esnaf ve sanatkâr demek, ticaret yapan insan demek değildir. Bizim milli ve medeniyet ruhumuzda esnaf ve sanatkâr gerektiğinde askerdir, alperendir, gerektiğinde vatanını savunan şehittir, gazidir, kahramandır. Gerektiğinde asayişi tesis eden polistir, gerektiğinde adaleti sağlayan hâkimdir hakemdir, gerektiğinde de şefkatli kardeştir.”

İşte bu ‘şefkatli kardeşler’den biri, durumdan vazife çıkararak "Birinci kez uyardım. İkincide arbede yaşandı, dükkâna üçüncü kez girdiğimde sopayla çıktım, dördüncüde de bıçakla çıktım. Ben vurmadım, bıçağın üzerine düştü. Bıçakla vurma ânını hatırlamıyorum” dedi, Nuh Köklü davasının ilk duruşmasında. Zaten malum, bütün cinayet ve katliam davalarında, hafıza ânında buhar olurdu.

Tabloyu son tamamlayan fırça darbesi ise sanığın ağabeyi Barış Azizoğlu’nun Cumhurbaşkanı’na hitaben yazdığı ve nedense dava dosyasına giriveren mektubu oldu. Mektubunda, Nuh Köklü ve arkadaşlarının o gün, AKP’nin iç güvenlik paketini protestodan geldiğini” yazan ağabey Azizoğlu, “Vefat eden kişi AKP’ye karşı ve Gezi olayının öncülerindendir” diyerek,  Erdoğan’a “Bu olayda yanımızda olmanızı temenni ederiz. Rabbime emanet olun. Allah yardımcınız olsun”  diye sesleniyordu.

Allah yardımcımız olsun, dedim. Dayanalım, direnelim, dönüştürelim. Küçük esnafın küçülmediği bir ülke inşa edelim. Yoksa da enkazın altında kalalım, olsun bitsin.