BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

İsterse dünya batsın, bize ne

 Dünyada olan biten hiçbir şeyi umursamadan, hatta hiçbir şeyin farkında bile olmadan, kendinden başka kimseye bir faydası dokunmadan, paraya para demeden, zevküsefa içinde yaşayan insanlara sinir oluyorum. Hep söylerim, dünyanın neresinde olursa olsun, onlar özel bir fanus içinde ve yüksekte yaşıyorlar. Aşağıda kan gövdeyi götürse onlara bir şey olmaz. Ne hava kirliliği, ne sıcak, ne soğuk, ne terör, ne de savaş ilgilendirir onları. Hangi pahalı kıyafetleri giyeceklerini, hangi lüks yemekleri yiyeceklerini düşünürken, kötülükler onlara ulaşmaz. Onların kanserlerinin bile tedavisi bulunur.

Bu sıcak havalarda pek dışarı çıkamıyorum, yazı yazıyorum, okuyorum, internete takılıyorum ya da televizyon izliyorum. Kanallar arasında dolandıkça, dünyada yaşanan tezat resmen asabımı bozuyor. Ne servetin ölçüsü var, ne sefaletin. Biri bir çift ayakkabıya 10 bin dolar verirken, bir diğeri pet şişeyi kesip ayağına bağlıyor. Biri çöp karıştırırken, diğeri havyarlardan havyar beğenmiyor. Bir kanalda, Amerikalı bilmem hangi zengin iş adamının evlilik yıldönümü için aylar öncesinden planlanan, bir dolu önemli aşçının kafa patlatarak hazırladığı, çok özel yemekle ilgili bir program vardı. Aman Allahım, o aşçılar büyük bir sınava hazırlanır gibi nasıl ter döktüler, nasıl yürek tükettiler, bilseniz... Kullanılacak tabakların şekli bile olay oldu. Yemeğin sonunda gecenin kahramanı olan çifte çok özel bir de sürprizleri oldu. Haftalarca denedikten sonra buldukları bir formülle, şarabı jel kıvamında dondurup, bir kamıştan geçirerek makarna çubuğu şekline soktular ve dokunmaya kıyamayacağımız bir kadehte, iki ucunu dışarı sarkıtarak sundular. Kadın ve adami o uçları karşılıklı olarak ağızlarına alıp makarna gibi hüpleterek, bir yandan ağızda ısındıkça eriyen şarabı yudumlarken, gitgide birbirlerine yaklaştılar, ortaya geldiklerinde de son yudumu yutup öpüştüler. Amanın ne alkış, ne alkış... Büyük başarı... Bir de dert ediyorlardı, ne kadar uğraştılar ama üç ayrı şarap rengi yapamadılar da tek renk oldu diye.

Hiç de kıskanç yaradılışlı bir insan değilim ama “Zıkkım için” dedim. Zira ondan önce haberlerde gösterilen bomba yağmurlarını, pisipisine ölen genç insanların cenazelerini falan izlemiş, üstüne üstlük bir de internette, ölü annesinin kupkuru memesine yapışmış bir bebek resmi görmüştüm. Başka ne hissedeyim? Önce, ‘Bomba yağmuru’ başlıklı bir yazı planlamıştım, muson yağmuru misali yağmurlarla kıyaslayacağım bir kara mizah yazısı olacaktı, az buçuk korku filmlerini çağrıştıran. Sonra vazgeçtim, içim çekmedi.

Biliyor musunuz, internette ‘bomba yağmuru’ adlı bir çocuk oyunu var, açıklamasında da “Düşman askerlerinin topraklarımıza bıraktığı bu bombaları kimselere zarar vermeden parçalara ayıracaksınız, yoksa tüm insanlık yok olacak” yazıyor. Oyuna bakın. Bir çocuğum olsa ona asla oyuncak silah almazdım valla. Nasıl haşır neşir, nasıl iç içe büyüyorlar, silahlarla, bombalarla… Geçenlerde bir arkadaşımın çocuğunun elinde kocaman bir tabanca gördüm. “Sen bunu nasıl yaparsın?” diye çattığımda, o da gülümseyerek, bana “Bu aralar hiç çizgi film izlemiyorsun galiba” dedi, “istersen bi göz at da bak, ne silahlar var çocukları heveslendirecek.” Biz çocukluğumuzda bir kovboy tabancasına, bir de Kızılderili okuna heveslenirdik. Başka türlüsünü bilmezdik ki... Onların da eski zamanlarda kaldığını bilir, artık insanlar bir daha savaşmaz sanırdık. 21. yüzyıl için de neler hayal ederdik ama savaşları aklımıza bile getirmezdik. Hele ülkemize hiç yakıştırmazdık. Ay, buralara hiç girmeyecektim, dünyadaki tezatlara takmıştım. Konular birbirini mi çağrıştırıyor ne… Zaten ülkemiz de dünya ülkelerinden hiç aşağı kalmaz tezatlar bakımından. Baksanıza, doğuda kan gövdeyi götürüyorken, sosyete “İsterse dünya batsın, bize ne” der gibi, tatil beldelerinde fındık kırıyor. Orada burada ne tahrik edici ‘selfie’ler paylaşılıyor. Daha ne tezatlar geliyor aklıma düşündükçe, ama keseceğim ben artık, böyle sinirlerim tepemdeyken yazmak iyi olmuyor. Olmayacak bi laf edeceğim şimdi, olmayacak insanların kulağına gidecek, gocunacaklar, ucu bana dokunacak. Zira tuzukuruların tuzu büsbütün kururken, gencecik ana kuzularının vatan görevi uğruna can verdikleri ve de kendi çocuklarını askere bile göndermeyen siyasilerin, “Evlatlarımız gerekirse vatan toprağı için can verirler” deyişleri de konu olarak yandan yandan giriyor zihnime, neme lazım. Kestim.