Cezayirliyan’ın kartonpiyer atölyesi Bienal’e taşındı

14. İstanbul Bienali için hazırlanan projelerden biri, kartonpiyer ustası Garabet Cezayirliyan’ın zanaatına odaklanıyor. Cezayirliyan’ın, İstanbul’daki tarihi öneme sahip binalara yaptığı alçı süslemeler, Michael Rakowitz’in yerleştirmesinin temelini oluşturuyor.

 Geçen yıl Kasım ayında İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) Agos’a verdiği bir ilan dikkat çekmişti. İlanda, ünlü kartonpiyer ustaları Kayserili Parsek Cezayirliyan ve oğlu Garabet Cezayirliyan’la ilgili bilgi sahibi olan kişilerin İKSV’ye ulaşması için çağrı yapılıyordu. Bu ilanın sırrı, yayımlanmasından yaklaşık 10 ay sonra, 14. İstanbul Bienali’nin açılmasıyla birlikte açığa çıktı. Galata Özel Rum Okulu’nda sergilenen Michael Rakowitz imzalı ‘Eti sizin, kemiği bizim’ başlıklı iş, Garabet Cezayirliyan’ın İstanbul’un ikonlaşmış binalarına yaptığı, ‘Art Nouveau’ (Yeni Sanat) tarzı alçı süslemeler üzerine kurgulanmıştı. Serginin yerleştirmesi de, Cezayirliyan’ın Tophane’de bulunan St. Eugene Sarayı’ndaki (1868’de yetimhane olarak inşa edilen St. Eugene, Fransız Yetimhanesi olarak da biliniyor) atölyesini anımsatacak şekilde düzenlenmiş.

Emek Sineması, Yıldız Sarayı, Mısır Apartmanı, Sait Halim Paşa Yalısı gibi yapılara, süslemeleriyle imzasını atan Garabet Cezayirliyan’ın özgeçmişine de, eserlerine de ulaşmak çok zor. İKSV’nin ilan vermesi de bu yüzden. Rakowitz bu projeye, bienalin küratörü Carolyn Christov Bakargiev’le birlikte Cezayirliyan’ın Tophane’deki atölyesini ziyaret etmesinin ardından başlamış. Kemal Cinbiz’in, 1947 yılında ustası Garabet Cezayirliyan’dan devraldığı, bugün hâlâ aktif olan atölyede, Cezayirliyan ve Cinbiz tarafından farklı dönemlerde yapılmış kartonpiyer kalıpları da sergileniyor.

Kemik tozundan harç

Atölye ziyaretinin hemen ardından konu üzerine düşünmeye başlayan Michael Rakowitz, Cezayirliyan’ın orijinal kalıplarının yanında kendi kalıplarını da üreterek sergilemeyi planlıyormuş. Cezayirliyan’ın elinin değdiği yapılarla ilgili bilgiye ulaşmak çok zorken, bu yapıların çoğunun tahrip edilmiş olması, Rakowitz’in önüne çıkan önemli zorluklardan biri olmuş. Kemal Cinbiz’in projeden desteğini çekmesi ve sanatçının Cezayirliyan’a ait orijinal kalıpları kullanmasına izin vermemesi, projeyi iyice zora sokmuş. Bunun üzerine Rakowitz ve asistanları, ellerine kâğıdı kalemi alıp, Cezayirliyan’ın İstanbul’da bıraktığı eserlerin peşine düşmüş.

2013’te yıkılan Emek Sineması’nın alçı kalıplarına Kemal Cinbiz’in öğrencilerinden biri aracılığıyla ulaşan sanatçı, Yıldız Sarayı ve Sait Halim Paşa Yalısı’ndaki motiflerin çizimlerini yapmış.

Cezayirliyan’ın döneminde, bina süslemelerinde kullanılan alçının, hayvan kemiklerinden elde edilen bir tür yapışkanla karıştırıldığını öğrenen Rakowitz, kendi ürettiği kalıplarda da bu yöntemi kullanıyor. Onun için bu kemiklerin nereden geldiği de önemli. Toz haline getirip harcına kattığı hayvan kemiklerinin çoğunu, Anadolu’nun eskiden Ermenilere ait olan terk edilmiş çiftliklerinden ve Vakıflı köyünden getiriyor.

Sivriada’dan topladığı köpek kemiklerini, kartonpiyer tasarımlarında kullanan sanatçı, 1910 yılında İstanbul’da 80 bin köpeğin öldürülmesiyle sonuçlanan hayvan katliamına da gönderme yapıyor.

Olayların  sessiz tanığı binalar

Rakowitz’in projesine, zamanla, Cezayirliyan’ın yaptığı bina süslemelerinin yanı sıra, kiliseler, mezar taşları, şehirdeki çeşmelerden aldığı kalıplar da dahil oluyor. Burada, yok edilen, unutulan kültürel miraslar tekrar tekrar gündeme geliyor.

Sanatçıyla buluştuğumuz, eserinin yer aldığı Galata Özel Rum Okulu’nun tam karşısında Surp Krikor Lusavoriç Ermeni Kilisesi bulunuyor. Sanatçı, sergi salonunun pencerelerinden de görülebilen bu yapı ile kendi işi arasında ilişki kurmuş; ürettiği kartonpiyer motiflerine, bu kilisenin ve Ani’nin dış cephelerinde bulunan üzüm şekillerini eklemiş. Kilisenin pencere süslemelerinden biri de, büyük bir yerleştirme olarak sergideki yerini almış.

Rakowitz’in Cezayirliyan’ın işlerine bu kadar büyük ilgi duyması, temelde, mimariye olan ilgisinden kaynaklanıyor. Kamusal sanat ve mimarlık üzerine öğrenim gören sanatçı, İstanbul’a son beş yıl içinde altı kez gelmiş ve şehrin mimari birikimi ve yapısı üzerine düşünmek için bol bol zaman bulmuş.

Ermeni toplumundan kalan mimari birikimin, yaşananların ve yok olan bir nüfusun da sessiz birer tanığı olduğunu söyleyen Rakowitz, izleyiciye ve kendisine, bu cansız binaların neler gördüğünü soruyor. Sanatçıyı şaşırtan durumlardan biri de, süslemeleri Garabet Cezayirliyan tarafından yapılan ve trajik bir geçmişi olan Sait Halim Paşa Yalısı’nın bugün kutlamalara, düğünlere ev sahipliği yapması. Anlatılanlara göre, yalının Ermeni sahipleri, binanın içinde asılarak öldürülmüş. Sonrasında Mısırlı Sait Halim Paşa’nın yerleştiği bu yalı, Almanya ve Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı için ittifak anlaşmasını imzaladığı yer olmuş; Sait Halim Paşa ise 1921’de İtalya’da, bir Ermeni tarafından öldürülmüş.

Mezar taşları yine bir arada

Projesine, İstanbul’da yaşamış Ermeni mimarların çalışmalarına dair unsurlar ekleyen Rakowitz’in, Balyanların tasarladığı yapılar üzerinde çalışması mümkün olmamış; onlardan kalıp veya desen alıp yeniden üretememiş. Ancak sergide ünlü Garabet Balyan ile mimar Louis Sullivan’ın mezar taşlarının çizimleri bir arada duruyor. Simon Amira Dadyan’ın mezar taşının çizimi de sergide yer alıyor. Rakowitz’in Art Nouveau tarzı alçı süslemelerindeki üzüm motifleri, Dadyan’ın kurduğu Osmanlı Baruthanesi’nde kullanılan kurşun kalıplarıyla dökülmüş.

Rakowitz, projesinin isminden de anlaşılacağı gibi, bu hikâyede, usta ile çırak arasındaki bilgi aktarımı üzerinde de duruyor. Onun için, Cinbiz ile Cezayirliyan arasındaki Ermeni usta - Türk çırak ilişkisi büyük önem taşıyor. Ailesinin bir bölümü ABD’ye göç etmiş olan Garabet Cezayirliyan’la ilgili bilgiye erişmek zor olsa da, kesin olarak biliyoruz ki, işini büyük bir sevgi ve bağlılıkla yapıyor, sanat olarak görüyor, çıraklarına ve öğrencilerine her zaman anlayışla ve sabırla yaklaşıyordu. Dileriz, Cezayirliyan, bundan sonra da sanat eserlerinde yaşar.

Emek Sineması ve Garrick Tiyatrosu’nun  ortak kaderi

Michael Rakowitz, yaşamını sürdürdüğü Şikago ile İstanbul arasında, Art Nouveau akımının yayılışı ve uygulanışı bakımından benzerlikler olduğunu düşünüyor. 1870’te çıkan Pera Yangını ve 1894 depremi sonrasında, İstanbul’da bir yeniden yapılaşmanın başladığını, Pera Yangını’ndan yaklaşık bir yıl sonra Şikago’da da büyük bir yangın yaşandığını, bu hadiseler sonrasında iki şehirde de yeni mimari akımların ortaya çıktığını ve Art Nouveau tarzının bu dönemde yayıldığını belirten sanatçı, 1891’de Adler ve Sullivan tarafından tasarlanan ve 1960’ta, çok katlı otopark yapmak üzere yıkılan Garrick Tiyatrosu ile Emek Sineması’nın kaderleri arasındaki benzerliğe de dikkat çekiyor.

Sullivan’ın yarattığı motifler zaman zaman Garabet Cezayirliyan’a da ilham kaynağı olmuş. Ünlü mimarın motiflerinden hareketle metal kartonpiyer kalıpları üreten The Edwards Manufacturing firmasının kataloğunu, Cezayirliyan’ın atölyesinde bulan Rakowitz, projesinde tüm bu bağlantıları kapsamında görünür kılmak istemiş. 

 

Kategoriler

Kültür Sanat Sergi


Yazar Hakkında