"Demirbaş’ı tutuklamak cinayettir"

Berfin Demirbaş, babası Abdullah Demirbaş ve bütün hasta tutsakların serbest bırakılması için bir kampanya başlattı. Kampanyaya destek her geçen gün büyüyor.

Binlerce Kürt siyasetçinin yıllarca tutuklu kalmasına neden olan KCK operasyonları sırasında, 2009’da Diyarbakır Adliyesi’nin bahçesindeki fotoğrafıyla hafızlara kazındı Abdullah Demirbaş. Ellerinde plastik kelepçe, kolunda çevik kuvvet polisi.

Demirbaş, 2004’te Diyarbakır’ın tarihî semti Sur’a belediye başkanı seçildi. Türkiye’nin çok dilli belediyecilikle tanışmasını sağladı. Belediye çalışmalarında Kürtçe, Ermenice, Zazaca, Arapça ve Süryaniceyi kullanmaya başladı. Belediye personelinde, Kürtçe, Zazaca, Ermenice bilenlere öncelik tanıdı. Önce ilçe girişinin tabelalarını, ardından belediyenin tabelalarına Kürtçeyi, Ermeniceyi ve Süryaniceyi de ekledi.

Yasaklara rağmen

Bütün bunları yaptığı için yargılanmakla da kalmadı, yüzde 56 oyla seçildiği belediye başkanlığından, Danıştay kararıyla 2007’de görevden alındı. Danıştay, görevden almaya gerekçe olarak Kürtçe, Arapça, Ermenice, Süryanice, Keldanice, İngilizce dillerinde belediye için hizmet broşürü bastırmış olmasını gösterdi. 2009 Seçimleri’nde bir kez daha aday oldu ve oylarını yüzde 66’ya çıkarttı. 2009’da, KCK operasyonları sırasında yeniden tutuklandı. Hastalığı ağırlaştı ve hastaneye kaldırıldı. Tedavisi için yurt dışına çıkması gerekiyordu, ama yurtdışı yasağı kondu. Uzun süre yasağın kalkması için mücadele etti.

Abdullah Demirbaş, 2005’te Kızıltepe’de 13 yaşındayken polis tarafından öldürülen Uğur Kaymaz’ın heykelini dikti. 2009’da, kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda önemli bir adım atarak, belediye işçileriyle yaptığı toplu iş sözleşmesine kadına yönelik şiddet maddesi koydurdu; aile içi şiddet uygulayan personelin maaşının yüzde 50’sinin eşine ödenmesini sağladı.

Ermenice ve Kürtçe masal kitapları bastırdı. Belediyede Ermenice kursları başlattı.  Ortadoğu’nun en önemli kiliselerinden olan Surp Giragos’un restorasyonu için destek verdi.

Diyarbakır’a, üzerinde Türkçe, Kürtçe, İngilizce, Ermenice, İbranice ve Arapça “Acıları Ortaklaştırdık ki Bir Daha Yaşanmasın” yazılı anıt diktirdi.

8 Ağustos’ta, çözüm süreci yerini çatışmalara bırakmaya başlayınca, Sur Belediyesi’ne düzenlenen operasyon kapsamında tutuklandı. 

Demirbaş’a 2002’de tedavi edilmezse ölüm tehlikesi olan ‘hewrediter derin ven trombozu’ (kalıtımsal kan pıhtılaşması) teşhisi konuldu. 

Berfin Demirbaş

‘Endişeliyiz’

Demirbaş’ın kızı Berfin Demirbaş, babasının sağlık sorunları nedeniyle tahliye edilmesi için mücadele ediyor ve çok endişeli:

“Babamın bu hastalıktan dolayı kullandığı ilaçların kanı sulandırdığı için herhangi bir operasyon geçiremiyor. Bu yüzden, pıhtı oluşmadan müdahale edilmesi, sürekli doktor kontrolü altında olması gerekiyor. Eğer beyine, akciğere veya kalbe giden damarları tıkayan bir pıhtı olursa, doktorların müdahale edememe riski var. Cezaevinde birkaç defa rahatsızlanmış, burun kanaması yaşamış, atak geçirmiş. Bu atakların artması, hastalığının kötüye gittiğini gösteriyor. Babamın hayatı büyük bir tehlike altında. Bizler, 2009 yılında yaşanan süreci tekrar yaşamak istemiyoruz. Babamın böylesine ciddi bir atağı kaldıramayacağından korkuyoruz. Kullandığı ilaçların dozajlarının bile sürekli doktor kontrolünde belirlenmesi gerekiyor. Kanaması olduğu zaman durdurulamıyor, bu yüzden büyük bir endişe içindeyiz.”

Demirbaş, daha önce de, geçirdiği ağır bir krizin ardından tahliye edilmişti. Berfin Demirbaş, babasının cezaevinde yeni bir kriz geçirmesinin oldukça kötü sonuçlara yol açmasından korkuyor:

“Elimizde bir çok hastane raporu var. Ayrıca, 2010 yılında verilmiş bir adli tıp raporu var. Bu raporlarla, tahliyesi için başvuru yaptık, ancak kabul edilmedi. 2009’da, babam cezaevindeyken böyle bir süreç atlattık. Çok ciddi bir rahatsızlık geçirdi, hemen hastaneye kaldırıldı. Doktor gözetiminde 55 gün hastanede yattı, asker başındaydı. O krizin ardından serbest bıraktılar. Sürekli doktor gözetiminde olması gerekiyor. Yargılama tutuksuz da devam edebilir. O koşullar babam için uygun değil. Babamı tutuklamak, ölüme terk etmektir.”

Seçimlerin ardından

Berfin Demirbaş, seçimlerin ardından başlayan tutuklamalarda, ilk olarak babasının tutuklanmasının bir anlamı olduğunu düşünüyor:

“Anadilinde eğitim için verdiği mücadele, çok dilli belediyecilik, azınlıklarla olan ilişkileri yüzünden ilk onu aldılar. Babamın yaptıkları bir yerlere değiyor çünkü. Devlet, babamdan sonra çok dillilikten bahsetmeye, Kürtçe demeye başladı. Babamın üstlendiği görevler, kendisini destekleyenler vardı ve bunları yapmak zorundaydı.”

Demirbaş’ın dosyasındaki gizlilik kararı da devam ediyor. Henüz iddianame hazırlanmış değil. Gizlilik kararına yapılan itirazların da tamamı reddedilmiş. Berfin Demirbaş, dosyadaki gizlilik kararının, babası hakkında hiçbir delilin olmadığı için verildiğini düşünüyor:

“Babamın suçsuz olduğunu biliyorum. Dosyada babamla alakalı hiçbir şey olmadığına inanıyorum. Babamın gözaltına alınmasıyla başlayan bir süreç var. Babamdan sonra da alınanlar var. Belediye başkanları tutuklanıyor. Düşünceleri tecrit ediyorlar. ”

Berfin Demirbaş, babası ve bütün hasta tutsakların serbest bırakılması için bir kampanya başlattı. Demirbaş, adalet ve içişleri bakanlıklarına hitaben başlattığı imza kampanyasına desteğin büyüdüğünü söylüyor.

Demirbaş: Ölüme terk edilerek yargılanmayı istemiyorum

Abdullah Demirbaş, Oral Çalışlar'a cezaevinden yazdığı 18 Eylül tarihli mektubunda, adil yargılanma hakkından ve hasta tutsakların serbest bırakılmasından bahsediyordu. 

Mektubun tamamı şöyle: 

"Sevgili Oral Çalışlar,

2004 yılında Diyarbakır ili, Sur ilçesinde oyların yüzde 56’sını alarak belediye başkanı seçildim. Bölgedeki zengin kültürel mirasın ve kimliklerin korunması ve saygı gösterilmesi yaklaşımı çerçevesinde Sur Belediyesi başkanlığı dönemimde, belediye meclisimiz 'çok dilli ve çok kültürlü belediye hizmet sunumu' kararı aldı ve bu karar neticesinde demokratik olmayan bir şekilde görevimden uzaklaştırıldım, belediye meclisi düşürüldü.

2009 yılında yapılan yerel seçimlerde tekrar aday oldum ve halkın yüzde 65’inin desteğini alarak yeniden belediye başkanı seçildim. Kamuoyunda KCK davası olarak bilinen soruşturma çerçevesinde 24 Aralık 2009 yılında gözaltına alındım.

Kalıtımsal kan pıhtılaşması (derin ven trombozu) hastalığım sebebiyle vücudum aşırı düzeyde demir içermekte ve bu da kan pıhtılaşmasına (tromboz) neden olmaktadır. Kan dolaşımı sağlanamadığında izleri vücudumda özellikle de kollarımda ve bacaklarımda görülebiliyor. Oluşan pıhtının bacak toplardamarını tıkaması sonucu bacakta şişlik, ağrı ve yürüyememe şikâyeti oluşurken, pıhtının bulunduğu yerden kopup akciğere gitmesi ile akciğer embolisi olarak isimlendirilen nefes darlığı, öksürük ve göğüs ağrısı ile karakterize olan ve bazen ölümcül olabilen bir durum gelişebiliyor.

Ulusal ve uluslararası STK ve kurumların desteğiyle yürütülen büyük kampanya çerçevesinde 10 Mayıs 2010 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından hastalığım düzenli ve sürekli bir tedavi gerektirdiği için özel bir izinle serbest bırakıldım.

Ne yazık ki, Ağustos 2015 yılında tekrar başka bir soruşturma için gözaltına alındım ve tutuklandım. Bana karşı yürütülen suçlamalar henüz kamuoyuna açıklanmadığı gibi avukatlarım da bu bilgiden mahrum bırakılmışlardır.  Avukatlarım sağlık problemlerinden dolayı tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmam için başvurdular fakat kaçma ve delilleri karartma şüphesi nedeniyle bu başvuru reddedildi.

Belediye başkanı ve politikacı olmadan önce bir öğretmen olarak ülkenin değişik illerine sürgün edildim. Belediye başkanı ve politikacı olduktan sonra da yargısal anlamda bir dizi soruşturmaya maruz kaldım fakat asla ülkeyi terk etmek gibi bir niyetim olmadı.  Yukarıda da belirttiğim gibi Sayın Gül zamanında özel izinle serbest bırakılmıştım ve eğer böyle bir niyetim olsaydı o dönemde ülkeyi terk ederdim.

Açıkça bilinmesi gerekir ki, fikirlerim için çok emek verdim, kendimi yasal çerçevede savundum ve bundan sonra da yasal çerçevede savunacağım. Yargılanmaktan korkmuyorum, fakat sağlıklı bir şekilde yargılanmayı istiyorum. Ölüme terk edilerek yargılanmayı istemiyorum. Orantılılık ilkesi ve diğer ilkeler gereğince hasta olan ve hastalığı çok ciddi olan birinin tutuklanması yaşam hakkının ihlali anlamına gelmektedir. Yaşam hakkı, tüm temel hak ve özgürlükler bakımından en olmazsa olmaz koşuldur. Bu nedenle yaşam hakkının öncelikle korunması, kollanması ve göz önünde bulundurulması gerekir. Bu sebeple benim ve tüm hasta tutsakların serbest bırakılması için desteğinizi istiyorum.

Saygılarımla

Abdullah Demirbaş"

 

 



Yazar Hakkında

1985 doğumlu. Güncel politika, insan hakları, azınlık mülkleri ve Kürt meselesi üzerine haberler yapıyor. Musa Anter Gazetecilik Ödülleri 2008 yılı en iyi haber ödülü sahibi.