1960’larda Bizans’ta olmak

WILL WASHBURN

ürgündeki Rus şair Joseph Brodsky, İstanbul üzerine yazdığı 1985 tarihli ‘Bizans’tan Kaçış’ yazısında Boğaziçi’nin kıyılarında durmak ve “Üçüncü Roma’nın uçak taşıyıcılarının (Sovyetler Birliği) Birincisine yolculukları sırasında ağır ağır İkincisinden geçişlerini” izlemek hakkında yazmıştır. Bugünlerde, Türkiye sıklıkla Batıyla (İslami) Doğu arasında bir köprü olarak görülürken, sadece on yıllar önce, oldukça farklı bir Doğuda Amerikan yandaşı olarak görüldüğünü unutmak kolaydır: Doğu Bloku.

‘Eski çağ’

Ünlü yazar ve çevirmen MaureenFreely’nin yeni romanı ‘Bizans’a Yolculuk’, bizi 1960’ların başındaki bu ‘eski çağ’a götürüyor; Boğazdan hiçbir köprünün geçmediği, sokak köpeklerinin büyük oranda aşısız olduğu ve geleneksel Amerikan yiyeceklerinin sadece çevrilen diplomatik dolaplarla edinilebildiği yıllara. Freely’nin bu çevrede geçen üçüncü romanı ‘Bizans’a Yolculuk’, dokuz yaşındaki duygusal Mimi’nin bakış açısıyla anlatılıyor.

Mimi açık fikirli Amerikalı bir fizikçinin ve onun özgür ruhlu, kabare şarkıcısı eşi Grace’in kızı; çift McCarthy dönemi Brooklyn’ini bırakıp çocuklarını da alarak İstanbul’a geliyor. Gelişlerinden yaklaşık bir yıl sonra ABD Jüpiter füzelerini Türkiye’de konuşlandırarak nükleer savaşla tehdit ediyor. Sovyetler Birliği de kısa süre sonra kendi füzelerini Küba’ya göndererek buna tepki veriyor. Bu gergin politik ortamda, Mimi’nin ebeveynleri çocukları ve bir grup barışçı arkadaşlarıyla birlikte Sovyet bayraklı bir gemi olan Felix Dzerhinsky ile çelişkili biçimde Mısır’a yolculuk ediyor. Grace, Mimi’nin baktığı her yerde Komünist öcüler görmeye meyilli olduğunu bildiğinden, kızını yaptıkları yolculuğu eskiz defterine limon suyu görünmez mürekkeple kaydederek aklını dağıtması için teşvik ediyor.

‘Dünyanın Sonu Partisi’

Roman doruk noktasına 27 Ekim 1962 gecesi gerçekleşen nükleer kıyametin hemen öncesinde verilen ‘Dünyanın Sonu Partisi’ ile erişiyor. Bu partinin 50. yıldönümü bugün, Mimi’nin ailesi ve arkadaşlarıyla bir araya gelmek ve o gecenin anılarının parçalarını birleştirmek için İstanbul’a dönüşüyle, kısa bir çerçeve hikâye sunuyor.

‘Bizans’a Yolculuk’, mülteci yaşamının bitimsiz hareketini ve İstanbul’a hâkim olan arada kalmışlık duygusunu iyi yakalıyor. Büyük oranda İstanbul’da geçen bir roman olmasına karşın, olayların çoğu Mimi ve ebeveynleri Avrupa ve Ortadoğu’da tatilde gezerken yaşanıyor. İstanbul’daki hayatları Bebek ve Beyoğlu’nun kozmopolit sınırları dâhilinde, yabancı diplomat ve casusların, akademisyenlerin, sanatçı ve müzisyenlerin katıldığı, sıkça yapılan gürültülü partilerle geçiyor.

Sürgün edebiyatına son katkı

Sonuç olarak ‘Bizans’a Yolculuk’, dokunaklı biçimde, özenle çok sayıda katmana bölünmesi gereken biyografik gerçekliğin tanımlanamazlığını ortaya koyuyor. Küçük  bir çocuğun hayali dünyası, yabancılardan oluşan, birbirine sıkı sıkıya bağlı bir topluluğun yaptığı dedikodu; Soğuk Savaşın ortak paranoyası; hafızanın geçen zamanla ancak büyüyen güvenilmezliği ve ebeveynlerin çocuklarını sakinleştirmek için söylediği amacına uygun yalanlar. Dokunaklı, ilginç ve herdaim kavrayışlı, sürgün edebiyatı kanonunun bu son katkısını kaçırmayın. 

Çeviri: Gökçe Metin

Bizans’a Yolculuk
Maureen Freely
Çeviri: Özge Çallı Spike
Everest Yayınları
305 sayfa.