Zohrab’ın dilinden Avrupalılara Ermeni Meselesi

EZGİ BERK

Krikor Zohrab’ın Marcel Léart müstear ismiyle kaleme aldığı bir küçük kitap var elimizde… Tanıklıkların önemini bir kez daha, yine, yeniden her satırda hissettiğimiz bir metin bu. Gayet açıklayıcı, derdini son derece yalın bir dille, diplomasi oyunlarına hiç girmeden, olanı biteni gözler önüne seren ve çözümü yine kendisi öneren Osmanlı Ermenistanı’nı dert edinmiş, Krikor Zohrab. Yaşananlar, dert edilmeyecek gibi değil çünkü. 

Bu küçük kitabın başında Krikor Zohrab denince aklımıza gelen ilk isimlerden Rober Koptaş’ın uzunca bir sunuş yazısı var; kitabın yazıldığı 1913 yılını ve öncesini anlatıp bir panorama çiziyor okuyucuya. Koptaş, sunuşunda, Marcel Léart’ın Krikor Zohrab olduğunu nereden öğrendiğini açıklıyor. Mektuplar yine başrolde. Elimizdeki kitabın niyetini açıklayan Rober, Krikor Zohrab’ın hayat hikâyesini de şu satırlarla anlatıyor:

‘Hikâyelerin prensi’

“Krikor Zohrab 1861’de İstanbul Beşiktaş’ta doğdu. Beşiktaş ve Ortaköy’deki, Makruhyan, Tarkmançats ve Lusavoriçyan Ermeni Okullarında okuduktan sonra Galatasaray Mekteb-i Sultanisi’nde mühendislik ve hukuk eğitimi aldı. Avukatlık yaptı, aynı zamanda dönemin en önemli Ermeni yazarlarından biriydi. Osmanlı Ermeni toplumunun gündelik yaşamını, farklı sınıflardan insanlar arasındaki gerilimleri, kadınların sorunlarını, gerçekçi bir perspektifle kaleme aldığı eserleriyle Ermenice edebiyatta ‘hikâyelerin prensi’ unvanını kazandı.

Zohrab, 1906’da, İştip’te işkence gören Bulgar bir devrimciyi savunduğu için avukatlık yapmaktan men edildi. İki yıl boyunca mesleğini icra edemedi. Abdülhamid istibdadı altında siyasi sakıncalı addedilen ve baskıya maruz kalan pek çok Ermeni’nin yaptığı gibi, yurtdışına çıkmak zorunda kaldı. İskenderiye’de yaşamak üzere önce Avrupa’ya gitti. Ancak henüz Paris’te bulunduğu sırada Jön Türk devriminin gerçekleştiği haberini aldı ve hızlı bir şekilde İstanbul’a döndü. Meşrutiyet’in o ilk heyecanlı günlerinde düzenlenen mitinglerde coşkulu kalabalıklara hitap etti. Darülfünun’da, Mekteb-i Hukuk’ta ders vermeye başladı. Meşrutiyet-i Osmani Kulübü’nün ve Ahrar Fırkası’nın kurucu üyelerinden biri oldu. 1908, 1912 ve 1914’teki seçimlerde İstanbul mebusu olarak parlamentoya giren Zohrab, üç dönemde de seçilen altı Ermeni mebustan biriydi. Zohrab, aynı zamanda, 1863’te kabul edilen Ermeni Milleti Nizamnamesi gereğince faaliyet gösteren Ermeni Milli Meclisi’nde de, Samatya vekili olarak görev yapıyordu.

24 Nisan 1915’te tutuklanan Ermeni aydınları arasında yer almayan Zorhab, tevkifatı haber aldığı andan itibaren pek çoğu yakın arkadaşı olan bu insanları kurtarmak için çeşitli girişimlerde bulundu. Ermeni halkının Osmanlı Devleti’ne sadık olduğunu göstermek için insiyatif aldı, açıklamalar yazdı. Ancak, kısa bir süre sonra kendisi de arkadaşlarıyla aynı akıbete uğradı. 1915’in Mayıs ayının son günlerinde Erzurum mebusu arkadaşı Vartkes Serengülyan’la birlikte tutuklandı ve Divan-ı Harb-i Örfi’de yargılanacakları söylenerek Diyarbakır’a gönderildi. Konya, Pozantı, Halep üzerinden gitmekte olduğu Diyarbakır yolunda, daha önce sıkça görüştüğü Talat Paşa’ya, Hüseyin Cahit Bey’e, Necmettin Molla’ya, Alman Büyükelçisi Hans Wangenheim’a ve Halil Bey’e (Menteşe) çeşitli mektuplar göndermesine ve Diyarbakır’da değil İstanbul’da yargılanmalarını talep etmesine rağmen olumlu yanıt alamadı. Arkadaşı Vartkes Serengülyan’la birlikte, Temmuz 1915’te Urfa yakınlarında, Teşkilat-ı Mahsusa emrindeki bir çete reisi olan Çerkes Ahmet tarafından öldürüldü.”

Ölmeden iki yıl önce

Zohrab, bu kısa hayatı Teşkilat-ı Mahsusa tarafından sonlandırılmadan henüz iki yıl önce Fransızca olarak kaleme aldığı “Belgelerin Işığında Ermeni Meselesi” kitabına, ‘Ermeni Meselesi’nin Tarihçesi’ bölümüyle başlıyor. Ermenilerin iki bin yıldır Türkiye Ermenistanı’nda yaşadığını, etrafının Müslüman halkla çevrili olmasından dolayı İslamiyet’i benimsemek zorunda kalan Ermenilerin varlığını, yaşanan göçleri anlatıp bütün bu söylediklerini kitabın ekindeki resmi evraklarla kanıtlıyor. Başından beri istenenin Türkiye Ermenistanı’nda reform olduğunu kitap boyunca tekrar eden Zohrab, Bâb-ı Âli’nin uluslararası antlaşmalarda reformu kabul ettiğini, ancak uygulamadığını, Avrupalı devletlerden gelen notalara rağmen “uygulayacağız” yanıtını verip hiçbir iyileştirme yapmadığını anlatıyor; bu kitabı da Avrupa kamuoyunun Türkiye Ermenistanı’na ilgisini çekmek için yazdığını belirtiyor.

Peki neden Türkiye Ermenistanı’nda reform bu kadar elzem bir ihtiyaçtı? Hemen bakalım: 1894-96 yılları arasında bölgesel katliamlar artmış, bunlara mal mülk gaspları eşlik etmişti. 1891 yılında kurulan Hamidiye Alayları, toprak meselesinin temelini oluşturdu. Meşrutiyet’in ilanından sonra eşit vatandaşlık yolunda adımlar atılacağı düşünülüyordu. Ama 1909 yılında 20 bin Ermeni’nin öldürülmesiyle sonuçlanan Kilikya (Adana) Katliamı gerçekleşti. Meşrutiyet’in ilanından sonra, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin iktidarında yaşanan bu katliamın eşitlik beklentisi içindeki Ermenilere neler hissettirdiğini siz tahmin edin.

‘Cezasızlık sayesinde cinayetler ve yağmalar çoğaldı’

Krikor Zohrab o günleri şöyle dile getiriyor: “Bu anayasanın ona bağlanan umutları nasıl boşa çıkardığını biliyoruz. Bunun nedenlerini araştırmanın yeri burası değil. Korkunç Adana katliamları, beraberindeki alışıldık yağmalar, tecavüzler ve türlü çeşitli zorbalıkla, dini taassubun meşruti rejimde gücünden hiçbir şey kaybetmemiş olduğunu gösterdi. Adana ve civarında çocuk, ihtiyar, kadın, her yaştan 20 binin üzerinde Ermeni öldürüldü. Türkiye’de bir adalet ve eşitlik rejimi altında yaşayabileceklerine inanmış olanların tamamı bundan hızla umudunu kesti. Ermenistan’da kitlesel imha olmadı; ama faillere tanınan ve siyasi bir sisteme dönüştürülmüş olan cezasızlık sayesinde cinayetler ve yağmalar çoğaldı.”

Bu şartlarda Osmanlı Devleti’nden umudu kesen Ermeniler, reform için Avrupa devletlerine seslerini duyurmaya çalışıyor. Krikor Zohrab’ın kaleme aldığı bu küçük kitap da bu ses duyurma çabasının bir örneği.

Kitabın ikinci bölümünde Zohrab, Osmanlı’daki Ermeni nüfusa, ticaret bilgilerine, sanayi ve eğitim alanına dair araştırmaları ve belgeleri sunuyor. Reformların söz verilip bir türlü neden yapılmadığına dair görüşleri ise ‘Türk Hükümeti, Reformları Gerçekleştirmekten Neden Âcizdir?’ başlığı altında üçüncü bölümde ayrıntılandırılmış. Bu bölümde ‘siyasi sebepler’, ‘iktisadi sebepler’, ‘toplumsal ve dini sebepler’ adlı üç alt başlık var. Burada Zohrab, fetih anlayışının Türklerde ne kadar yaygın olduğunu, bunun sonucu olarak da ziraat ve zanaatle daha çok Müslüman olmayanların ilgilendiğini anlatıyor, Kürt reislerinin ise köy ve sürüye sahip olmalarını Müslüman olmanın ‘kendilerine sağladığı cezasızlık sayesinde’ geliştiğini anlatıyor.

Dördüncü bölümde Zohrab, çözüm önerilerini sıralıyor: “Avrupalı bir vali, Ermenilerin memuriyet görevlerine katılımı, adem-i merkeziyet”. Türkiye Ermenistanı’na Avrupalı bir valinin tam serbesityet yetkisiyle getirilmesini öneren Zohrab, Ermeniler için bu isteği dile getirirken buna karşı çıkmak için ortaya atılacak argümanları da cevaplıyor: “Bu nüfus grupları şimdiye kadarki valilerden, Osmanlı memuru sıfatıyla görev yapması şartıyla, yabancı biri de olsa, ihtiyacını duydukları ilerlemeyi sağlamaya ehil bir kişinin gelmesini samimiyetle dileme noktasına gelecek kadar hayal kırıklığına uğramışlardır. Bu kişinin Osmanlı memuru sıfatıyla görev yapması, vatanperverliklerine halel gelmemesini sağlayacaktır.” Yine bu bölümde Rumeli’nin kaybedilmesi ve burada Müslümanlara yönelik katliamlar olmasının insanlarda haklı olarak intikam duygusunu tetiklediğini dile getiren Zohrab, bu duygunun haksız hedefinde yalnızca Ermenilerin olacağının altını çiziyor.

Tedbir alınmazsa…

Beşinci ve son bölüm, ‘Avrupa ve Ermeniler’ başlığını taşıyor. Burada, Türkiye Ermenistanı’nın stratejik konumunun öneminden, Ermenilerin hem kadim bir medeniyet hem de Batılı bir halk olduğundan bahsederek Ermenilere yönelik saldırılardan kimsenin kazançlı çıkmayacağını ifade ediyor. Zohrab, sorunu çözmek için gerekli tedbirler alınmazsa neler olacağını belirttiği son paragrafta, sanki iki yıl sonra olacakları öngörmüş gibi: “Türkiye bu tedbir sayesinde, Ermeni vilayetlerindeki şu anki durumun birkaç yıl daha sürmesi halinde doğu sınırında meydana gelmesi kaçınılmaz olan, kimsenin neticelerini öngöremeyeceği sarsıntıların önüne geçmiş olacaktır.”

Bu küçük el kitabının Fransa’da yayınlanmasından iki yıl sonra Ermenilerin ölüm yolculuğu başladı ve hepimizin malumu Türkiye topraklarından silinmeleriyle son buldu. Avrupa’nın büyük çoğunluğu ise bu süreçte Türkiye Ermenistanı’na kulaklarını tıkamaktan başka bir şey yapmadı. 

Krikor Zohrab’ın son çabalarının ve Ermenilerin yaşam hakkı için istediklerinin ayrıntılı dökümünün yer aldığı bu kitabı okurken zaman zaman günümüzde yaşananlarla benzerlikleri gözden kaçacak gibi değil. Zohrab’ın yüz yıl önceki metninin yüz yıl sonra bile hepimize öğreteceği pek çok şey var.  

Belgelerin Işığında Ermeni Meselesi
Marcel Léart
(Krikor Zohrab)
Çeviri: Renan Akman
İletişim Yayınları
142 sayfa.