KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

Avzer’in dengesini bozmayınız!

“Avzer ben. Aslı Mustafa da… Avzer bilin siz.” 

Karartılmış sahnenin ortasından bir sandalye. Sandalyenin üzerinde her bir kası sinirle oynayan genç bir adam. Her an izleyicinin üzerine atlayacakmış gibi de duruyor, kimseleri görmemiş gibi de… Kendi içinde, dünya dışında. Kendi ile dünya arasında bitmek bilmez bir irtifa kaybında.

Sokakta görüp ona bakmış, bakışınızın fark edildiğini düşünüp ürkmüş olabilirsiniz ondan. Ne de olsa sokağın insanlarına temkinli mesafeden yaklaşmak esastır. Evde öyle öğretirler. “Evladım, yabancılardan uzak dur.” İyi de tanışana kadar herkes yabancı. Sana anan, baban olduklarını söyleyenler bile.

Oysa bazılarımızın içinde, yaşadığımız yerle açıklanamayacak bir yersiz yurtsuzluk var. Bazılarımız sabahtan akşama sokakta yatıp kalkmasa da, kaldırım kenarına tünemeyi ve saatlerce kalakalmayı, bir bankta sabah ezanını dinlemeyi bilir. Gecenin nemini, neon ışıkların zulmünü bir saatten sonra. Şehrin değişen seslerini, maskeleşen yüzlerini. Gece, herkes çaresizce dengini arar ve elbette matematikten çakar. Bir artı bir iki değil, çifte yalnızlıktır. Sıfıra eşitlenirsin.

“Avzer ben. Aslı Mustafa da… Avzer bilin siz.”

Zaman, kıvamlı bir sıvı olmuş. Karşımızdaki adamın; şu annesinin onunla tek kelime konuşmadığı,  kaçıp eve döndüğü her sefer yine yurda bıraktığı, kendi babasını hiç bilmeyen, annesini başka birinden karnı burnunda bulunca, bir daha oraya hiç dönmeyen adamın bir hikâyesi var. Öyle kolay da anlatamıyor hani. Bedeni kasılıyor, bacakları çekiliyor. Yerinden kalkacak gibi oluyor, dizleri boşalıyor. Hırsla yığılıyor sandalyesine.   

“Biri derdini anlatırsa dinler dediler sizin için, ben olsam dinlemezdim” diyor müstehzi bir gülüşle. Avzer’in gözleri birer cam kesiği. İzleyici kısmında ışıklar açık. Hepimizin gözüne bakıyor Avzer. Çünkü hikâye dediğin, göze bakılarak anlatılır.

Avzer bir Apaçi, Avzer bir Laço. Avzer hiçbiri.  Avzer bir yabani, çünkü Mustafa’yken uygar denilen dünyadan bir şey anlamamış. Gecenin sabaha meylettiği saatlerde gece kulüplerinden çıkan en yalnız, en istenmemiş olanların yanına sokulan, kiminde bir gece, kiminde belki bir mevsim kalan Mustafa, sokakta gecelemesi gerektiğinde de boş bir inşaatta çimento torbalarından döşek yapıyor kendine.

Derken gecelerden bir gece, o boş binada tuhaf sesler işitiyor Mustafa. Sanki bütün Ankara ayakta, sanki herkes kalp ritminde coşmakta. Sankisi yok, öyle. Mustafa bize gaz fişeklerinin arasındaki o şehri gösteriyor. Meydanlar, ara sokaklar bir ağızdan bağıran, dans eden, polis saldırısı başladığında da hep birlikte koşuşturan, birlikte direnen, birbirine el veren insanlarla dolu.

Mustafa, kalabalığın içinde onları görüyor birden. Bir kızla bir oğlan. Kız, Mustafa’ya Avzer diye sesleniyor ısrarla. Hayalindeki kurtarıcı o. Zaman, herkesin kendi büyülü gerçekliğini yaratabildiği olağanüstülükte akıyor. Avzer, bu koca tiyatro sahnesinde yerini coşkuyla alıyor. Ne de olsa sokaklar onun doğal meskeni. Ve hayatında ilk kez, o artık evsahibi. Kızla oğlanın yazdığı duvar yazısı da bunun teyidi gibi: ‘Artık Hiç Bi Şii Eskisi Gibi Olmayacak Sil Gözyaşlarını’.

Ankaralı Mekân tiyatro topluluğunun ortak çalışması olan Şamil Yılmaz’ın yazdığı, Cansu Yumuşak’ın yönettiği ve adını bu duvar yazısından alan oyunun Mustafa’sı ve Avzer’i, ruhu ve bedeniyse Ahmet Melih Yılmaz. Mustafa’nın içinde onu yiyip bitiren, ama aynı zamanda tehlikelerden koruyan bir hayvan var. Oğlana bir gaz fişeğinin isabet etmesine ramak kalınca, Mustafa’nın hayvanı polisin peşine düşüyor. Ama o hayvan, aynı zamanda Avzer’in pamuklara sarası gelen oğlanı fırlattığı taşla yanlışlıkla kan revan içinde bırakacak kadar da denetimsiz ve çaresiz.

Mustafa/Avzer bir terk edilme ustası, bitmek bilmeyen kaybedişlerin mağrur karşılayıcısı. Bu sefer de beyhude arayacak, gücü ancak bir yere kadar ona eşlik etmeye yetenleri. “So’ra kalktım gezindim biraz. Onnarı aradım. İnsan uykudan uyanır. Karnı acıkır insanın. Soluk alır, gözünü kırpar. İnsan kanar kessen. Kanamaz mı? Aynen. İnsan bunnarı niye yaparsa, aynı sebepten aradım onları. O’lan niye baktı bana? Ne dedi kıza? O yazıyı niye yazdılar o duvara? Onnarı aradım.”

Sen bulamazsın ki kimseleri Avzer. Allah aşkına, seninle kim aşık atacak. Geriye kalan ancak Turgut Uyar’ın dizeleridir, kendi dilinden mırıldanabilirsin belki. Aynen.

“Benim bir gizli bildiğim var
Sizin alınız al inandım
Morunuz mor inandım
Ben tam kendime göre
Ben tam dünyaya göre
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız”