Seçim hasbihâli ve yorumu

Bir seçim daha yapıldı, bitti. Kazananın da kaybedenin de beklemediği sonuçlar ortaya çıktı. Seçimlerden evvel partilerin oy oranlarına dair tahmin yapmak gibi bir âdetim yoktur, çünkü benim konumumdaki birinin, yani hiçbir saha araştırması yapmadan oturduğu yerden konuşan, ülkenin çok farklı yerel dinamiklerini takip etmesi mümkün olmayan birinin oy tahmini yapması anlamsız ve mesnetsiz olur. Bırakın beni, ‘sahaya inenler’in bile durumu ortada. Öte yandan, biri net, biri mütereddit, gerçekleşmesini istediğim iki beklentim vardı. Net olandan başlamak gerekirse, kimi konulardaki eleştirilerimiz baki kalmak üzere, çoğulcu demokratik siyaset ve toplum düzeninin gelişmesi adına en büyük umut olarak gördüğüm HDP’nin oy oranının mümkün olduğu kadar yükselmesi, en azından 7 Haziran’daki oyunu koruması ve mümkünse artırmasıydı. Mütereddit beklentim ise, AKP’nin ve Erdoğan’ın yolsuzluklarından tutun da, nobran, baskıcı, otoriter, hukuk-yasa tanımaz şedit tavrına kadar, ortaya koyduğu performansın, sandıkta, 7 Haziran’da olduğu gibi, ‘ceza’ diyebileceğimiz bir karşılık bulması, dolayısıyla tek başına iktidar olmamasıydı. Bu beklentimi mütereddit yapan ise, tek başına bir AKP iktidarının mı, yoksa olası bir AKP-MHP koalisyonunun mu özgürlükler ve demokrasi açısından daha kötü olacağına karar veremememdi. (Tek parti iktidarı çıkmazsa, birinci parti olan AKP’nin CHP’yle değil MHP’yle koalisyon yapacağını öngörüyordum.) Zannederim birçok özgürlükçü demokrat kimsenin de istekleri bu yöndeydi. Gerçi, demokrat olsun olmasın birçok kimse, seçim öncesinde arzuyla tahmini birbirine karıştırdı ama şimdi konumuz o değil. 

Ben ise, hiç rahat olmadığımı, kimsenin “Nasılsa HDP barajı geçti” demeyerek ve dedirmeyerek mutlaka sandığa gitmesi gerektiğini, seçimden iki gün evvel sosyal medyada yazdım. Seçim sonuçlarına dair bir bilgim ve öngörüm olduğundan değil; biraz kişilik itibariyle hep kötüyü düşünen biri olmamdan, esas itibariyle de içinde yaşadığım ülkenin tarihini az çok bilmemden ötürü bunu yazdım. Şöyle ki, Türkiye (siz ona son dönem Osmanlı’yı da katın) söz konusu olduğunda genel ilkem şudur: Türkiye’de iyi şeyler şaşırtıcıdır, o da zaten kısa sürer. Türkiye’de, daha demokratik ve özgür bir siyasi ve sosyal yapıya doğru köklü bir değişim için genel olarak kötümserimdir – dün de, bugün de. Türkiye’de sözlerimi değişim umudundan ziyade adaletsizliğe olan isyanımla, öfkemle söylerim. Dolayısıyla, tabii ki bu oy oranlarını böyle beklemiyordum ama bu genel duruşumdan dolayı şaşkınlığımın gelmesiyle gitmesi bir oldu. Yalnız, herkes gibi ben de bir ara televizyon başında HDP barajı geçemezse diye çok korktum. Seçim sonuçları bir şekilde hazmedilir. Nihayetinde seçim sahaya dizilişi belirler, oyun ondan sonra başlar. Bu, eşit şartlarda bir oyun olmayacak ama yine de bir oyun oynanacak. Kaldı ki, 7 Haziran seçimlerinde birçoğumuz, HDP’nin oy oranı olarak %10’a bile tav değil miydik? Tavdık. Öyleyse şimdi de inandığımız doğrular ve ilkeler çerçevesinde işimize bakmaya devam edebiliriz. Amma, eğer HDP barajı geçemeseydi, o zaman tamamen bir muhterisin insafına kalacaktık, ki bu da hayatta en korkutucu şeylerden biridir. (Kim bilir belki de kaldık bile; o da ayrı.)

Buraya kadar işin hasbihâl kısmını icra ettik; gelelim yorum ve analiz kısmına. Son noktadan yani baraj meselesinden devam etmek istiyorum. Davutoğlu, seçimden sonra genellikle olumlu karşılanan, kapsayıcı, ötekileştirmeyen bir balkon konuşması yaptı. Gerçi AKP ve Erdoğan karşımıza nasıl bir başkanlık sistemi koyacak ve onun içinde seçim işini nasıl tanzim edecekler, şu anda bilmiyorum ama bu barajı aşağı çekmeyen bir AKP ve Davutoğlu’nun balkon konuşması ancak laftan ibaret kalır, zira Meclis çoğunluğuna dayanarak barajın bu seviyede tutulması düpedüz despotluktur. Her seçimde o veya bu partinin baraja takılmasını umarak milletvekili sayısını artırmaya çalışmak, ucuz bir siyasi fırsatçılıktır. Dolayısıyla, bu barajın temsilde adalet için %3’e çekilmesi şarttır. AKP’nin, öyle dar ve daraltılmış bölge diyerek gene kendi hesaplarına çalışacak bir sistemi ileri sürmesi de kabul edilebilir değildir ve bunlara dayanarak da, muhataplarına “Ben barajı düşürmeyi istedim siz reddettiniz” demesi, muhataplarını aptal yerine koymaktır. Ayrıca, anlaşıldı ki baraj kalp sağlığına da zararlı.                

Bu seçim sonuçlarına farklı birçok açıdan bakılabilir kuşkusuz ve bakılacak da. Benim açımdan üzerinde durulması gereken önemli konulardan biri, belki de birincisi Kürtlerin ekseriyetle yaşadıkları illerdeki oy dağılımındaki değişiklikler çünkü burada yaşanan değişim, yalnız bu seçimden, HDP’nin oy oranından, şu konjonktürde kurulacak iktidarın yapısından öte ve hepsini aşan bir şekilde Kürt sorunu olarak tarif edilen meselenin niteliğine ve değişimine dair kimi şeyler söylüyor olabilir. Dolayısıyla, bu oy kaymalarının nedenlerini kolay açıklamalara hemen kanmadan, çok değişkenli ve etraflıca düşünmek gerekiyor. Ama her şeyden önce, “Bölgede Haziran’da HDP’ye giden oylar Kasım’da AKP’ye geri döndü” tespitini sorgulamak lazım. Bunu test edebilmek için de AKP’nin bölgede 2011 genel seçimlerinde aldığı oyla 1 Kasım 2015 oylarını kıyaslamak en basit yoldur. Ağrı, Iğdır, Muş, Tunceli, Diyarbakır, Batman, Bitlis, Van, Mardin, Şırnak, Siirt, Hakkari, Bingöl, Kars, Erzurum, Urfa ve Antep illeri bazında böyle bir kıyaslama yapıldığında şu sonuç ortaya çıkıyor (evet, biraz çalıştım): AKP oylarında, 1 Kasım’da 2015’te 2011 seçimlerine göre Ağrı, Diyarbakır, Van, Şırnak, Siirt’te %10 ve üzeri oranında bir kayıp yaşanmıştır. AKP’nin %5 ila %9 oranında oy kaybı yaşadığı iller ise Muş, Dersim, Batman, Bitlis ve Kars’tır. Kalan yedi ilde ise ya hiç kayıp yaşamamıştır ya da %5’in altında kayıp yaşamıştır. Dolayısıyla, bölgedeki oylar AKP’ye geri döndü mü sorusunun cevabı hem evet hem hayırdır. Fakat, Haziran’a göre bütün bir illerde kayıplarını az veya çok belli oranlarda telafi etmiş gözüküyor. Tabii, şu sıralar ters bir hava esse de Kürt oylarının tek değil ama en önemli temsilcisi hala HDP’dir. Son seçimde bu 17 ilin sadece dördünde AKP’nin oyu %50’nin üzerindeyken, HDP oyunun %50 ve üzeri olduğu il sayısı 11’dir (Bitlis de %49,4).

Bütün bunlara rağmen bir soru orta yerde durmaktadır: Haziran’da HDP’ye oy veren Kürtlerin bir kısmı neden Kasım’da AKP’ye oy verdiler, beş ay zarfında ne değişti? Buradaki yaygın kanaat bu Kürtlerin PKK’ya kızarak ve onun çatışmacı yaklaşımını onaylamayarak AKP’ye oy verdiği. Şüphesiz ki bu bir ihtimal olarak dışlanamaz ama meseleyi bununla özetlemek ve kapatmak bana fazla basit gözüküyor. Yerel dinamikleri bilen birilerini dinlemek ve bu soruyu cevaplarken 7 Haziran öncesini, 7 Haziran’ı, iki seçim arasını ve 1 Kasım’ı bir bütün olarak ve çok değişkenli, çok aktörlü biçimde analiz etmek gerekiyor. Hele, “Seçmen PKK’yla arasına mesafe koymadığı için HDP’yi cezalandırdı”, demek bayağı bir ezber kokuyor. Ayrıca, bu yorumu yapan anaakım yorumcular dikkatli olsunlar zira bu yorumları ummadıkları manaya gelebilir. Çünkü bu yorumu doğru kabul edersek, tersten bakınca örneğin Diyarbakır’ın %73’ünün, Van’ın %65’nin veya Şırnak’ın %85’nin (örnekleri arttırabilirsiniz) HDP’nin PKK’ya arasına mesafe koymamasında bir sorun görmediğini de kabul etmemiz gerekir.

Ayrıca, Kürt seçmenin bir kısmının PKK’ya kızmış olması neden HDP’ye oy vermediğini açıklar belki ama neden AKP’ye oy verdiğini o kadar açıklar mı emin değilim. Hadi, bunlar Haziran’da HDP’ye oy vermemiş olsalar, zaten öteden beri AKP seçmeni olduklarını düşünüp açıklama getirebiliriz. Ama şu beş ay zarfında PKK çatışmacı bir görüntü ortaya koydu da AKP ve onun serbest bıraktıkları çok mu barışçı tavır takındı? Ölü bedenleri yerlerde sürükleyenler, yüzbinlerce kişiyi bir hafta muhasara edenler, yargısız infaz yapanlar, beyaz Toroslarla tehdit edenler ya AKP ya da onun emrinde olması gereken silahlı bürokrasi değil miydi? Hadi diyelim ki bir kısım Kürt, bunlara mahal ve fırsat verdiği için PKK’ya kızdılar ama o zaman da gidip bizzat bunları yapan veya yapılmasına izin verenlere mi oy verirsin? Sandığa gitmemek, geçersiz oy vermek bir seçenek değil mi? (Gerçi kimi bölge illerinde kullanılan oy ve geçerli oyda dikkat çekici azalmalar var; ama konuyu dağıtmayalım, ona ayrıca bakmak gerekir) Kaldı ki, hep ne diyorduk (ki bölgedekiler de bunu teyit ediyordu.) 7 Haziran öncesinde Erdoğan’ın “Kürt sorunu yoktur, masa yoktur, taraflar diye bir şey yoktur” gibi sözlerine kızan Kürtler Haziran’da HDP’ye oy verdiler. İyi de sadece söylem bazında bile bunlara bakarak AKP’ye sırt çeviren Kürtler nasıl oluyor da, yukarıda saydığımız dehşet eylemleri ortadayken tekrar AKP’ye dönüyorlar? “Kürt sorunu yoktur”, lafına dahi kızan kişiler nasıl oluyor da şu beş ayda olanlara rağmen tekrar AKP’ye oy veriyorlar? Sakın yanlış anlaşılmasın, hile hurda gibi veya “Kürtlerin satılmışlığı” gibi siyaset ve sosyoloji dışı argümanlardan bahsetmiyorum. Birincisini denetleyen hem partiler hem sivil organizasyonlar var, onlar sistematik bir hileden bahsetmedikten sonra ben hileden bahsedemem. İkinci tip argümanların ise üstünde durmaya bile değmez, “Beyaz Türk hezeyanı” der geçeriz. Benim söylediğim, son iki seçimi, 7 Haziran öncesini de unutmadan beraberce hatta kombine düşünmenin gerekli olduğudur. 



Yazar Hakkında

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ