YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Yeni dönem, yeni denklem

1 Kasım seçimleri, AKP’nin de beklemediği bir seçmen kitlesinin iktidar partisine meyletmesiyle sonuçlandı. Seçim sonuçlarının, biraz beklenmedik şekilde, erkenden belli olmasından bu yana iki temel mesele konuşuluyor: AKP’ye yönelimin sebebi ve HDP’nin beklenmedik –ama aslında çok çok olağandışı sayılmayabilecek– oy kaybı. İki konuda da “Seçmen şu yüzden böyle davranmış olmalı” analizleri yapmak mümkün, memleket siyaseti üzerine kalem oynatıyorsanız gerekli de, ama bir yandan da bunu kesin olarak bilmek zor. HDP seçmeni, AKP seçmeni, MHP seçmeni diye tek tek insanlar yok, oy tercihinde çok sayıda ekonomik, siyasi ve bölgesel dinamik belirleyici oluyor ve oturduğumuz yerden bunları saptamak gerçekten çok güç. Dolayısıyla, belki de “Olan oldu, eldeki mevcut tablo bize ne söylüyor?” sorusu üzerinden kalem oynatmak belki daha mümkün – tabii diğer mesele üzerine de bir miktar tahmin yürüterek.

- HDP, hem öncesinde, hem de sonrasında bu seçimin de en çok konuşulan partisi olmayı sürdürdü. Bunda, partinin darbe döneminden beri korunan antidemokratik %10 barajıyla sürdürdüğü imtihanın büyük payı var. Ancak HDP, buna ilave olarak, bir partinin girebileceği en zor koşullarda seçime girdi. Açık bir medya ambargosuna, mitinglere yönelik bombalı katliamlar ve çatışmalı süreçten sorumlu tutulması eklendi. Bu tablo içinde HDP’nin %10 barajını aşması önemlidir. Bu, HDP’nin tüm olumsuz şartlara rağmen Türkiye siyasetinin belirleyici bir aktörü olmaya devam edeceğini gösteriyor. Ancak bir yandan da, HDP yöneticileri partideki oy kaybının nedenlerini sorguluyorlar, doğal olarak.

Burada şu meseleyi de akılda tutmakta fayda var: 7 Haziran’daki oy artışı nereden kaynaklanmaktaydı? Hem Batı’dan, hem de bölgeden gelen ilave oylar aynı gerekçeyle mi verilmişti? Pek sanmıyorum. Bölgeden gelen ilave oyların ‘çözüm umudu’ndan, Batı’dan gelen ilave oyların ise ‘AKP’yi durdurma’ niyetinden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Bu, HDP’yi ilgi odağı yaparken, bir miktar da sıkıştıran bir denklem oldu. Batı’daki bu yönelimin (en azından bir kesiminin) temsilcisi olan gazeteler ve kanaat önderleri, HDP’nin AKP’yi durdurma, hatta devirme senaryosunda faydalı olmayacağını hissettikleri anda HDP’ye uzak duracaklarını belli ettiler. Bölge için ise muhtemelen öncelik başkaydı: Çözüm sürecini bir üst aşamaya taşımak ve iki yıldır bölgede hâkim olan sakin havanın kalıcılaşmasını sağlamak. HDP bu iki eğilim arasında zaman zaman sıkıştı. Çatışmalı süreçte bu denklemin ötesine geçmesi, üzerine sıçraması mümkün olamadı.

Peki, şimdi ne olacak? AKP sahneye koyduğu gerilim politikasının sonuçlarını aldı ve HDP’yi bir miktar zayıflattı. HDP’nin bu durumda önünde beliren yollardan biri, yine kendi geleneksel tabanına yaslanmak ve Kürt meselesinin çözümünde aktör olmaya ağırlık veren bir çizgi izlemek. Ancak AKP’nin HDP’yi yok sayan tavrı sürdüreceğinin işaretleri de görülüyor. Üstelik yeni devlet Kürt meselesinde yeniden ‘çözüm’ odaklı bir yol izlemeyeceğinin ipuçlarını verdi, seçimden sonraki birkaç gün içinde. Çarşamba günkü güvenlik zirvesinden çıkan “Kış şartlarında da operasyonlar sürsün” kararı, bunun en büyük göstergesi.

Burada benim söyleyebileceğim şey, şu dönemde artık biraz da HDP’yi umut olarak gören yeni seçmenin, partinin bu denklemi aşmasına yardımcı olması. Özetle, yolculuk daha yeni başladı.

- AKP açısından bakacak olursak; seçim öncesinde rejimin kelimenin tam anlamıyla çığırından çıktığına tanık olduk. Bölgeye yönelik ağır saldırı, sivil ölümleri, yargısız infazlar, cesetleri sokaklarda sürüklemeler derken, sık sık 90’lar tartışması yapar bulduk kendimizi. Buna Batı’da ağır bir medya baskısı ve AKP’nin tetikçilerinin açık tehditleri, hedef göstermeleri, saldırıları eşlik etti. Son olarak da, şirketlere, televizyonlara gazetelere el koyma aşamasına geçtik.

Seçim sonrasında AKP yöneticileri “Rövanşist olmayacağız” deseler de, kurşunî hava aynen devam ediyor, tehditler, tutuklamalar, operasyonlar, sivil ölümleri dur durak bilmiyor.

Bilhassa son kayyum atama işlemlerinin, AKP ile organik bağı olmayan ancak iktidarla iyi geçinmek zorunda kalan medyanın gözünü korkuttuğu anlaşılıyor. Dolayısıyla, “İstediklerini aldılar, artık atmosfer biraz rahatlar” denecek bir durum yok; tam tersine, iç karartıcı, koca bir soru işaretiyle baş başayız.

Bu tabloda çözüm sürecinin, daha doğrusu Kürt sorununun geleceği ne olur, Erdoğan’ın tehditkâr dili ve tavrı nasıl seyreder? Bunlar, şu gün itibariyle pek de umutlu yanıt veremediğimiz sorular.

Tabii, bunlarla bağlantılı olarak, Suriye’de olup bitenler ve bu sürecin Türkiye’ye yansıması da var, devletin IŞİD’le süregiden sis içindeki ilişkisi var. Suriye’de Kürt hareketinin iddiası sürdükçe Türkiye’de çözüm sürecinin yeniden başlaması zor görünüyor. Bu, AKP devletinin eski devletle süreklilik gösterdiği ve bunu severek yaptığı en önemli mesele. Hatırlamak gerekir ki, Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’deki siyasal Kürt hareketine yakın Kürt kanadının etkinlik kazanması ve çözüm masasının Erdoğan tarafından devrilmesi aynı döneme denk gelmişti. Dolayısıyla, buradaki Kürt iddiası sürdükçe AKP’nin bu iddianın önündeki en önemli engel olan IŞİD’le ilişkisinin şu ya da bu şekilde süreceği tahmin edilebilir.

Tablo kabaca böyle. Derin bir nefes alıp yeniden başlamanın zamanıdır.