Bu şehirde kim öle kim kala

TUĞBA ESEN

Celil Oker’in yeni çıkan polisiye romanı ‘Sen Ölürsün Ben Yaşarım’, pilotluktan özel dedektifliğe geçiş yapan Remzi Ünal’ın son macerasını anlatıyor. İstanbul’un bir ucundan diğerine yayılan bu serüvende, Remzi Ünal’ın iç sesi bizi bir an bile yalnız bırakmıyor. Kahramanın ne yaptığını da biliyoruz ne düşündüğünü de: Önce arabasına atlayıp lüks bir rezidansta alıyoruz soluğu, sonra kapısı aralık bir daireye girdiğimize onunla birlikte pişman oluyoruz, birbiriyle ilişkili gibi görünen olayların farklı sebeplere bağlanmasına birlikte şaşırıyoruz, ileri aikido teknikleriyle mahallenin delikanlılarına karşı kendimizi savunuyor, canımız çektikçe bir sigara yakıyor ve en zor anlarda bile soğukkanlılığımızı koruyoruz.

Malum, bu bir dedektiflik romanı. Ortada, önce yaratılan sonra da yazar tarafından ustalıkla çözülen bir gizem var.  Hatta bu romanda birden çok... O yüzden konunun derinliklilerine girerek okurun iştahını kaçırmayalım. Meseleyi ana hatlarıyla özetlemek gerekirse, eski pilot, tutkulu özel dedektif Remzi Ünal’ın bu seferki müşterisi, Hisarüstü’nde yaşayan ve oğulları büyük bir inşaat şantiyesinde kaza geçiren yaşlı bir çift. Aslında onlara müşteri de denemez; dedektif bu görevi, gelgitli ama romantik bir ilişki sürdürdüğü Psikolog Yıldız Turanlı’nın ricası üzerine üstlenir. İnşaat şirketinin kazayla ilgili sorumluluklarını açığa çıkarması için kendisine başvuran çiftin evini ziyaret ettiğinde Remzi Ünal, bir cenazeyle karşılaşır. Bu onun, son 24 saatte karşısına çıkan ilk ceset değildir...

Remzi Ünal’ın son macerası, İstanbul’da yaşanan inşaat odaklı rant kavgalarına ve kentsel dönüşüm dalgasına eleştirel bir bakış atıyor. Okura şehri, kenar mahallelerden lüks semtlere, sokak sokak, onu çok iyi tanıyan inatçı dedektifin peşinde dolaştırıyor. Aralara bol İngilizce ifadeler serpiştirilmiş plaza dili, beyaz yakalı çalışanların yaşam tarzı ve mesleki hırslar ise hikâyeyi renklendiren unsurlar olarak karşımıza çıkıyor.

Güzel kadınlara yüz vermeyen dedektif

Yazar Celil Oker’i biraz tanıyanlar onun, yarattığı Remzi Ünal karakterindeki yansımalarını görebilirler. Remzi, Celil Oker’in göbek adıdır; Ünal ise annesinin kızlık soyadı. İkisi de Adana kebap yemekten aynı şekilde zevk alır; yıllardır aikido yapar; ‘şahane’ lafını pek sever ve pek bir hakkını vererek söyler. Ancak Celil Oker, “Benim son derece evcimen bir hayatım var” diyerek karakterle arasındaki büyük farklılıkları anlatmaya başlıyor; “Her türlü sertlikten uzak durmaya çalışırım. ‘Tabanca’ denen şeyi bir tek askerde gördüm. Şimdi biri içeri girip çantasından silah çıkarsa ilk önce ben kaçarım” sözleriyle devam ediyor.

Remzi Ünal’ın kaç yaşında olduğunu tam olarak okur da bilmiyor, yazar da: “Popüler kültür kahramanları yaşlanmazlar” diyor Celil Oker. Yine de onun orta yaşlı ama dinç bir adam olduğunu tahmin ediyoruz. Dedektifin Türk Hava Yolları’ndan kovulma eski bir pilot olması fikri ise Celil Oker’in roman yazmaya başlamadan önce yaptığı araştırma ve zihin egzersizleri sonucunda şekillenmiş: “Türk Hava Kuvvetleri’nin savaş pilotları, mecburi hizmetlerini tamamlayınca çoğunlukla istifa ederek Türk Hava Yolları’na geçiyorlardı. Bu hikaye, karaktere çok uygundu. Geçmişinde savaş pilotluğu olan bir insanın yaşam-ölüm ikiliğinde ciddi kararlar almaya alışkın olacağını düşündüm. Diğer taraftan, popüler aşk romanlarıyla ilgili yapılan bir araştırmaya göre, özellikle kadın okurlarda en çok merak uyandıran iki meslek doktorluk ve pilotlukmuş. Bu durum da muhtemelen, ikisinin de insan hayatıyla ilgili karar almasından kaynaklanıyor. Ben de pilot karakterini seçtim.”

Remzi Ünal’ın kadınlarla mesafeli bir ilişkisi var. Bu da onun, çoğu polisiye romandaki dedektif karakterinden ayrılmasını sağlıyor. Remzi Ünal, Psikolog Yıldız Turanlı’yla uzun süredir devam eden fakat inişli çıkışlı bir ilişki yaşıyor. Kendisine yeşil ışık yakan diğer kadınlara ise hiç yüz vermiyor. Ancak yazar son kitabında, Yıldız Turanlı karakterini eğitim için yurtdışına göndermeyi tercih etmiş; onun buradaki olay örgüsüne dahil olmasını istememiş. Sonuç olarak ‘Sen Ölürsün Ben Yaşarım’da çekici psikolog, yalnızca diyaloglarda ve Remzi Ünal’ın kaygılı ya da romantik düşüncelerinde ortaya çıkıyor.

“Uydurmak saygıdeğer bir eylemdir”

Celil Oker’e takip ettiği polisiye yazarlarını sorduğumuzda, bugünlerde Agatha Christie Vakfı’nın izniyle bir Hercule Poirot macerası kaleme alan Sophie Hannah’ın ‘Monogram Cinayetleri’ adlı romanını okuduğunu söylüyor. Kendisini, Agatha Christie’nin sıkça başvurduğu, cinayetin aristokratlar arasında, adeta yalnızca dedektif Hercule Poirot kafasını çalıştırsın diye var olduğu, şatolarda, görkemli kütüphanelerde geçen bir olay örgüsünden çok; suçu asıl yerine, sokaklara geri çeken ve büyük şehri, mafya ilişkilerini konu edinen ‘hard boiled’ türü polisiye yazarlarına yakın hissediyor. Baş kahramanı Almanya’da yaşayan Türk dedektif Kemal Kayankaya olan yazar Jakob Arjouni’yi bu akımın temsilcilerine örnek göstererek, onun kitaplarını okuduğunda kendi yazarlık macerası konusunda da cesaretlendiğini belirtiyor.

Halen İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde yaratıcı yazarlık dersleri veren Celil Oker’i yakalayıp da, ondan yazar adayları için bazı tüyolar almamak olmazdı. İşe karakter yaratma meselesinden başlıyoruz: “İlginç bir karakter, aynı anda hem tipik hem de tekil olmalı. Eğer bu uçlardan birine fazla ağırlık verirseniz; örneğin fazla tekil bir karakter yaratırsanız, insanlar onun gerçekliğine inanmakta zorluk çekerler. Diğer taraftan, çok tipik bir karakter yaratırsanız, sıkıcı olmaktan kaçamazsınız. Bu iki özellik arasında denge kurmak gerek.” Romanlarına konu olan vakaları nasıl kurguladığını sorduğumuzda ise, “Tamamıyla uyduruyorum” cevabını veriyor ve sonra da açıklıyor: “Dilimizde ‘uydurmak’ kelimesine pejoratif anlamlar yüklenir. Fakat aslında, kelimenin türetildiği ‘uymak’ fiili şahane bir durumu yansıtır. Yazarın en temel meselelerinden biri uydurmaktır; yazdıkları birbirine uymak zorundadır. Dolayısıyla ben uydurmayı saygıdeğer bir eylem olarak görürüm. Eğer uydurabiliyorsam ne mutlu bana!”

Celil Oker romanlarının yanı sıra yeni bir yöntem deniyor ve Twitter üzerinden polisiye hikâyeler yazıyor. Bunu da kendi deyişiyle “Twitter’ın raconuna uyarak”, önceden planlamadan, günlük yazdığı 140 karakterlik metinlerle yapıyor. Bu durumun kaçınılmaz bir sonucu olarak, sonunu bağlayamayıp yarıda bıraktığı hikayeler de oluyor. Yeni kitabının yarattığı yoğunluktan dolayı ‘Twittefrikalarına’ bir süreliğine ara veren yazar, yakında yeni öykülerin geleceğini müjdeliyor.

Celil Oker için yazarlık en başta bir emeklilik projesi olarak gelişse de, bunun çok ötesine geçerek, polisiye roman meraklılarını peşine takan bir serüvene dönüştü. Kayseri’de ailesinden kalma bağ evinde, iki yaz tatili süresinde tamamladığı ‘Sen Ölürsün Ben Yaşarım’ yine sürprizlerle dolu, tadı damağımızda kalan ve bir sonraki macera için sabırsızlanmamıza yol açan bir roman. Yazarın, 15 Kasım Pazar saat 14.00’te 34. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı’nda okurlarıyla buluşarak kitabını imzalayacağını da buradan duyurmuş olalım.

Sen Ölürsün
Ben YaşarımCelil Oker
Altın Kitaplar
240 sayfa.