Hepimizin onulmaz, sağalmaz yaraları var

Birleşik Taşımacılık Sendikası’ndan İshak Kocabıyık, Ankara Katliamı’nda kaybettiği 14 arkadaşının arkasından anlatıyor: “Hepsiyle kucaklaştım. Fevzi Abi’yle, Rıdvan’la, Yılmaz ve eşiyle, Bilgen’le, Nevzat’la, Uygar’la, Hacı Abi’yle, hepsiyle hepsiyle… Ama hatıralarını devam ettirmek, bizim boynumuzun borcu, acımızın panzehiri...”

“10 Ekim Cumartesi, saat 10’da Yan yanayız. Uğur, Nâzım, İbrahim, Veysel, Ali, Nevzat, Gökhan, Hasan, önümüzde Yavuz, İdil, Osman, Haşim Abi, Alaattin... Selçuk’a sesleniyorum ‘Pankartın arkasında güzel bir fotoğrafımızı çek’, ‘Tamam Abi, çekeyim!..’ Bir taraftan da şakalaşıyoruz, Brüksel’den önceki akşam dönmüş olan Ali’yle. Selçuk’un fotoğraf makinesini kılıfından çıkarışını takip ediyorum bir yandan.

Muazzam bir ses, hiçbir şeye benzetemediğim. Arkamdan itiliyor gibi yere düşüyorum. ‘Ali mi itti acaba?’ diye düşünüyorum. Başımı kaldırıyorum, ama her yer sessiz, koşuşturanlar var, ama ses yok, elini kolunu oynatanlar var, ama ses yok. Birden korkuyorum bu sessizlikten. Daha sonra öğreneceğim, patlamanın etkisiyle kulaklarımın patladığını ve kalıcı sağır olduğumu.”

10 Ekim’de, 102 kişinin öldüğü Ankara Katliamı’nın ilk anlarını böyle anlatıyor, Birleşik Taşımacılık Sendikası’ndan İshak Kocabıyık. Demiryolu işçilerinin örgütü Birleşik Taşımacılık Sendikası’ndan 14 kişi hayatını kaybetti. Ali Kitapçı, Bilgen Parlak, Nevzat Sert, Hacı Kıvak, İdil Güneyi, Kasım Otur, Nevzat Sayan, Osman Ersava, Rıdvan Akgül, Uygar Coşgun, Yılmaz Elmascan ve öğretmen eşi Gülcan Elmascan, İbrahim Atılgan ve dokuz yaşındaki Veysel Atılgan. Ankara Katliamı’nın üzerinden henüz bugün itibarıyla 27 gün geçti. Daha ölenlerin kırkı çıkmadı, ama Ankara Katliamı neredeyse unutuldu. Gidenlerin ardından kalanlar, yaşanan travmalar bile konuşulmuyor.

‘Hepsiyle kucaklaştım’

Oysa her şey çok yeni. “Tek tek hepsiyle kucaklaşmıştım o sabah” diyor İshak Kocabıyık ve anlatmaya devam ediyor: “10 Ekim Cumartesi, saat dokuzu yirmi geçiyor… Ankara şubemizin yöneticisi Arif arıyor, ‘Abi geç kaldın, bak böğrek bitiyor, ona göre...’ Bu bizim geleneğimiz. Her miting öncesi şubede toplanır, dışardan gelen arkadaşlarla kucaklaşır, beraber kahvaltı yaparız. Hepsiyle kucaklaştım. Fevzi Abi’yle, Rıdvan’la, Yılmaz ve eşiyle, Bilgen’le, Nevzat’la, Uygar’la, Hacı Abi’yle, hepsiyle hepsiyle..

Pankartımızın ardından yürüdük, geldik kortejdeki yerimize. KESK kortejinin en son sendikasıyız. Fakat bizden önce ESM gelmiş, bizim yerimize durmuş. Gülüşerek yer değişiyoruz. Hah tamam, yerimize geçtik. Hemen arkamızda HDP, EMEP filan var. HDP kortejiyle bizim aramızda halay başlıyor. Barış talepleri yükseliyor, halay çekenlerden. Yüzlerimiz gülüyor, mutluyuz...”

Tam da o anda canlı bombalar, yanlarında patlıyor. “Başımı kaldırdığımda ilk önce anlayamadım, arkadaşlarımın neden yerde yattığını. Sonra akan kanı fark ettim, parçalanmış vücutları... Telaşla en yakınımdaki arkadaşlarımın yanına geldim. Üstümden montumu çıkardım, Hasan’ın bacağına aklımca turnike yaptım. Uğur çantasının kayışını çıkardı, bacağını bağlamam için, sağımda solumda arkadaşlarımın yüzleri, gözleri, bakışları... Yardım isteyen bakışları ve çaresizliğimiz…”

Üzerinden geçen zaman, fayda etmemiş. Hâlâ cevaplanması gereken sorular var. Hükümeti filan boşvermişler. Önce kendilerinin ne söyleyeceklerini bilemiyorlar. “Peki ne diyelim şimdi biz? 1993’te Rıfat Ilgaz, Madımak Katliamı’ndan sonra arkadaşlarının acısını anlatmak için ‘Hayat yalama oldu’ demişti. Öyle ya, hayat 1993’te yalama olmuştu. Biz ne diyelim bu hayata? Duyma yetimi kaybettikten sonra, sesimi de kaybetmeme ne diyelim ki? ‘Sesini Kaybeden Şehir’ diye bir roman mı vardı? Yoksa ben mi uyduruyorum? Peki sesini kaybeden insan ne yapar, sesini kaybeden toplum ne yapar, insanlık ne yapar? Peki biz ne diyelim bütün bunlara? Ömrümüze sığanlara, sığmayanlara biz ne diyelim? Yalama olan bir hayatın üstüne biz ne diyelim? Hangi ses, hangi kelime?..”

‘Acımızın panzehiri’

Sonra aynı sendikadan arkadaşı Selçuk’un çekmesini istediği fotoğrafa dönüyor Kocabıyık: “Selçuk o fotoğrafı çekti mi bilmiyorum, sormadım da... Peki ya çektiyse? Ne diyeceğiz o fotoğrafa bakıp kaybettiklerimize? Dal gibi duran Yılmaz’a, Adana yol servisinin yaşı küçük ömrü büyük efendisi Rıdvan’a, güleç Uygar’a, elinde tiyatro bileti koşturan İdil’e, koca göbeğini hoplata hoplata gülen Ali’ye, Hacı’ya, Fevzi Abi’ye, Osman’a, İbrahim’e, Veysel’e, diğerlerine?.. Genç ömürlerini bize emanet edenlere ne diyeceğiz?” diye soruyor. Zor sorular bunlar, cevabı olmayan...

Her şeye rağmen mücadeleyi ve dayanışmayı bırakmamaya kararlılar. “Kulaklarımı kaybettim, sesimi kaybettim, hepimizin onulmaz, sağalmaz yaraları var. Ama geleceğimizi kirletmelerine izin vermeyeceğiz. Kaybettiğimiz arkadaşlarımızdan ne hatıra varsa, eşleri, çocukları, anne babaları, kardeşleri, hepsi bize yadigar… Hatıralarını devam ettirmek bizim boynumuzun borcu, acımızın panzehiri...” diyor ve susuyor.

Kategoriler

Güncel Türkiye Gündem



Yazar Hakkında