KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

Sağlama

Her seferinde kabusa dönüşen matematik derslerinin en sevdiğim kısmıydı sağlama. İşlem, aynı koşullarda ikinci kez yapılıp da aynı sonuca ulaştırınca, rahat bir nefes alırdım. Hayatın da bir sağlama pratiği olduğunu, diğer pek çok şey gibi yıllar sonra sınıflardan çıkıp da kendimi sokağın akışına bırakınca öğrendim.

Türkiye siyasi tarihi için bir sağlama anıydı TBMM’deki yemin töreni. HDP Ağrı Milletvekili Leyla Zana söze önce Kürtçe olarak "Bi Hevîya Aşîtî Kî Bi Rûmet Û Mayînde" yani “Kalıcı ve onurlu bir barış umuduyla” diyerek başladı. Yemin metninin sonunda da "Büyük Türk milleti" yerine "Büyük Türkiye Milleti" ifadesini kullandı. Havuz medyasında haberin veriliş şekli “Leyla Zana 24 yıl önce de yemin töreninde yeminine Kürtçe sözler ekleyerek kriz çıkmasına yol açmıştı” şeklindeydi.

Yemini kabul edilmeyen ve oturumu yöneten Deniz Baykal’ın ‘yemini tekrarlama’ çağrısını yerine getirmeyen Leyla Zana’nın milletvekilliği gerçekleşmemiş oldu. Bu, görünen sonuç. Türkiye açısından ise Kürt halkına yönelik siyasette arpa boyu yol gidilmediğinin veciz sağlaması. Önüne yeni eklenince Türkiye’nin değişmediğinin de. Hatırlayalım, 1991'de, Sosyal Demokrat Halkçı Parti listesinden Diyarbakır milletvekili olarak TBMM'ye giren Leyla Zana, yemin töreninde Türkçe başladığı yemini Kürtçe olarak Ez vê sondê li ser navê gelê kurd û tirk dixwîm "Bu yemini Türk ve Kürt halklarının kardeşliği adına ediyorum" cümlesiyle devam etmişti. Devletin kendisini çentiklediği o gün, üç yıl sonra milletvekilliği dokunulmazlığının kaldırılmasına ve 1994'te, grup arkadaşları Hatip Dicle, Selim Sadak ve Orhan Doğan ile birlikte tutuklanarak cezaevine gönderilmesine vardırmıştı.

On yıl kaldığı cezaevinde insan hakları simgesine evrilen Leyla Zana, Kürt ve kadın kimliğiyle direnmenin Devlet nezdinde yarattığı nefretin de en bariz ifadesi oldu. O, tutarlılığı ve mücadele azminde sağlamasını verdi, Devlet de kendini inandırmaya çalıştığı büyüklük ve birlik yalanında. Eşdeğer saymadan neyin barışı Allah aşkına.

Havuz medyasının ve radikal sağ basının hedefindeki bir diğer kadın vekil HDP Eş genel Başkanı Figen Yüksekdağ da birkaç gün önce güvenlik güçlerinin ablukasında hayatla ilişkisi kesilen, evleri delik deşik edilen, sokak ortasında katledilen Silvan halkının yanındaydı. Ve elbette ona da ‘had bildirilmeliydi.’ İlgili mesaj bu kez doğrudan Yüksekdağ’ın başına yöneltilmiş gaz fişeğiyle verildi. Polisin biber gazı ve TOMAlardan basınçlı su sıkarak müdahale ettiği vekiller, günlerdir halka yaşatılan zulmün de barometresiydi o an. Yüksekdağ’ın “Burada tam anlamıyla bir fütursuzluk ve vahşet var. Burada halkı tasfiye ve imha etmeye çalışıyorlar, başka hiçbir gerekçesi yok” diye tespit ettiği utanç abidesi durum için Yeni Akit, "Silvan'a gitmek isteyen Figen Yüksekdağ da ISLANDI" başlığını kullanmakta, Twitter'dan da "Figen Yüksekdağ'ın fönü bozuldu" demekte elbette ki hiç beis görmedi.

Hadi bir kadın vekili daha koyalım bu tabloya; HDPli Sebahat Tuncel… Şırnak'ın Silopi ilçesinde, 21 Mart 2011’de yürümek isteyen BDP 'liler ile tartışan Güvenlik Şube Müdürü Murat Çetiner'e o dönem BDP İstanbul Milletvekili olan Sebahat Tuncel tokat atmıştı. Tuncel tokat olayı ile ilgili  ETHA’dan Arzu Demir’in sorusuna şu yanıtı vermişti: "Bu konuda konuşmadım. Çünkü tasarlanarak, planlanarak yapılmış bir eylem değildi. İnsanların bir yürüyüş talebi bile devletin çok yoğun şiddeti ile karşılanmıştı o gün. Benimki bu şiddete isyandı. Benim refleksim devlete karşıydı. İnsanların devletin kullandığı gazdan baygınlık geçirdiği bir andı. Devletin şiddeti hep Kürdistan'daydı ve halkın yaşadıklarını Batı çok da iyi anlamıyordu. İnsanların öfkesi, isyanı, devlet kurumlarına karşı duyulan güvensizliğin nedeni anlaşılmıyordu. Gezi'de devlet şiddeti ile hayatlar söndükten sonra anlaşıldı. Tokat meselesi üzerinden konuşmadım. 'İyi yaptım ya da kötü oldu' diye bir tartışma da yürütmedim. İki temel tepki ile karşılaştım. Bir kesim, 'Devlete nasıl el kaldırılır' diyerek nefret etti. Bu tepkiye sahip kesimin daha küçük olduğunu düşünüyorum. İkincisi ise devletin şiddetine maruz kalan insanlardaki rahatlama duygusuydu... Çok karşılaştım bu duyguyu dile getirenlerle. Bu nedenle çok ezildiğim zamanlar oldu. 'Tokadı hangi elle attın' diyerek elimi öpmek isteyen insanlar oldu."

Devlet şiddetine karşı azimle ve gururla direnen, acısına rağmen gülüşünü yitirmeyen, ataerkiyi ifşa eden, halkı da gerçek anlamda temsil eden bu kadınlar elbette ki bu düzenin karabasanı. Yanlış hesabın da koca bir sağlaması.

İyi ki varlar. Her koldan her alanda çoğalsın böyle kadınlar. Çoğalalım. Başka tür nasıl yaşanır buralarda. Sağlaması olalım bütün o riya ve yalanın.