KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

Lodos

Rüzgâr deyip geçme. Her şehrin esintisi ayrı, aynı gökyüzü desek de bulutların kimi yerde yakın, kimi yerde uzak oluşu gibi. İstanbul bulutları mesafeli ve uzaktır, rüzgârı ise samimi. Hele de esen lodossa...

Hayat, ansiklopedik bilgi ve sözlük tariflerinden ibaret olsaydı, her şey pek kolay olurdu. Lodosa da işte güneybatıdan esen sıcak bir rüzgâr der, geçerdik. Ama yaşayanlar bilir, lodos rüzgâr değildir.

Deli lodos, hafta boyunca saniye sektirmeden eserken, hayat film karesine dönüştü. Vapur seferleri iptal oldu, cesur motorlar açıklarda neredeyse yan yatarken, hiçbir şey olmamışçasına günlük akışı sürdürmek mümkün değildi ne de olsa.

“Lodosun gözü yaşlıdır” der balıkçılar. Lodos kesilir, yağmur başlar. Ama sadece yağmur değil mesele. Lodos insanları ağlatır. Çünkü kenar köşeye ittirdiğin eski acılar, bir anda sıkılmış sivilce gibi fışkırır. Lodos estikçe, kalbin suları dalgalanır, anı tortuları havalanır. Görmezden gelemezsin görünmez kıldıklarını.

Bu sefer şöyle bir ‘lodosçuluk’ etmek geldi içimden. Deniz kıyısını boydan boya dolaşıp, lodosun denizden toplayıp getirdiği eşyalar arasında eşelenmek istedim. Atılanlar, sakladıklarımızdan daha çok etkiliyor beni. Lodos, nelerden vazgeçtiğimizin, kurtulmak istediğimizin bir özeti.

Belki de tam bu sebeple, çıkarıyor ya yarı kalmış hesapları ortaya. Diyemediğin ne varsa dilinin ucunda birikir. Unuttuğunu sandığın kıyıcı cümleler ya da ömre bedel sahneler, tek tek karşına dikilir. Hayat hakkını ister. Rutine teslim olamazsın, rutinin orta yerine eser de sığındığın alışkanlıklarını devirir lodos. Saçın başın karışmış, düzeltemezsin. Boşa çabadır lodosa direnmek. İçin karışmış, dindiremezsin. Boşa çabadır, lodosa karşı gelmek.

“Deniz değil, / kâğıtlar beni tutan, / onun içindir sana yazamadığım” demişti Ahmet Cemal, o kısacık, o bitmek bilmez şiirinde. Lodos yalanları silip süpürür de ne edeceğini bilemediğin hakikatinle baş başa kalırsın.

Yalnızlığımla baş başa kaldım. Hakikatimdi. Yanımda cam gövdesini, lodosun etkisiyle minik alevler saçan közlerini yüreklice bana siper eden nargilemle. Duman başka bir yol alıyor lodosta. Ne kadar azına razı geldiğimi, aşkı nasıl kaybettiğimi gösteriyor işaret diliyle bana. Yorgunluk bahanesine sığınasım var. Ahmet Hamdi Tanpınar, günlüklerinin bir yerinde "Lodosun da yardımıyla hiçbir şey yapamıyorum" diye yakınmış ya, o hesap. Oysa işin aslı, hiç çıkmamacasına uzanmak isteyişim yatağa. Kefen gibi örtmeyi dileyişim yorganı. Hiç dokunulmamacasına...

Bizans ve Osmanlı zamanlarında lodos estiği zaman mahkemeler iptal olur, kadılar da karar vermezmiş. Bizde hukukun her günü lodos etkisinde olsa keşke. Hakkaniyetin bu denli alaşağı edildiği, adalet dediğinde yüzde acı bir gülümseyişin belirdiği bu ülkede lodosa sığınabilsek; karar vermeyi ertelesek, lodos temizlese bizi.

Hem lodos, ağrı ve ölümle de gelir. Hayatın sert yüzünü bildirir. Başın tutar, bacakların titrer, nefesin kesilir. Soba borusundan gaz çıkışını engelleyerek zehirlenmelere yol açar. Uyuduğun son sıcak uykudan uyanamazsın.

Şahmarandır lodos. Zehriyle şifalandırır da. Beraberinde getirdiği minerallerle doğayı, uyandırdığı duygularla insanları canlandırır. Aşka çok yakışır lodos. Onun gibi taşkın ve karmakarışıktır. Bulutlar toplaşır, şekilden şekle girer. Güneş en tuhaf ışık oyunlarına girişir. Zaman zembereğinden boşalır. Sevdiğin o yüze, ilk kez fark ettiğin ve şimdiye kadar nasıl olup da göremediğine şaştığın ayrıntılar eşliğinde bakarsın; gözbebeğinde gri, elâ hareler varmış. Şu gamze bu zamana kadar nereye saklanmış. Sıkıldığında alnında irili ufaklı bu kadar çizgi mi belirirmiş. Gözkapaklarını indirdiğinde kirpiklerinin gölgesi nasıl da uzun, her bir kirpik nasıl da kuzgun karaymış.

“Lodoslar kentinde / üç yanı tarih denizleriyle çevrili bu toprağın, / üstündeyim. / Sabah yıldızları solarken mor gökyüzünde / bir başıma, / yürüyorum. / Ortalıkta / kâğıttan burgaçlar uçuşuyor” der Firuzan, ‘Lodoslar Kenti’ kitabında. Öyle ıssızsındır işte lodosta. Kalabalık öksüzü. İçtiğin çayın burukluğundan sarhoş. Hayatının kekreliğinden yılgın. Bütün kâğıtlar, yazdığın her şey uçucu. Kalmak ne iddialı zaten. Birilerinde kalmış, parçalarsın. Birilerinden topladığın, anılarsın. Çoğaldıkça daha saydam, daha da azsın.

Çok acizsin bütün o gücünde. Çay bardağımı kaldırıyorum esintinin içinde. Hiç kimsenin kimsesisin / Bu kadeh sana gelsin.