BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

Arto Cümbüşyan (Zareh Khrakhuni) – özel

Belgesellerime ilk haftadan ara vermek istemezdim dostlar, ama bazen insanı şöyle bir sarsıp silkeleyerek, kararlarını bozmak zorunda bırakıyor hayat. Hayranlık duyulan, sevilip sayılan bir can yitiverince birden, öfkeler, isyanlar, çaresizce tevekküle dönüşüyor. Allah’tan gelen karşısında boynumuz kıldan ince oluyor ve zor olsa da alıştırmaya çalışıyoruz dilimizi ‘geçmiş zaman kipi’ne. Ben hâlâ alışamadım eşim Arto’dan söz ederken “idi” demeye. Onun da 16. yılı doldu; geleneksel anmamızı tam gününde yapamadık bu yıl, zira Cümbüşyan Arto’nun cenazesi aynı haftaya denk geldi. Kader işte. Olsun, gecikmiş de olsak yaparız yine, malum keyifli sofra başı anmamızı, yoksa uykular bana haram olur. O da bugünlerde, varlığına inanmak istediğimiz, o bilmediğimiz diyarda eski dostunu karşılama telaşında olmalı. Nasılsa hoşgörür gecikmemizi.

Çağdaş Ermeni edebiyatının, bir elin parmaklarıyla sayılabilecek kadar az kalan yıldızlarından biri daha kaydı. O da, hangi yaşta olursa olsun, erken ölüm sayılacaklardandı. Asla doldurulamaz yeri; geleceği öngörmeye çalışınca, doldurulamayacağı kesin. Ben öyle bir eğilim görmüyorum genç nesilde. Ne yazık, bir bir gidecek bu değerler, ve gidince yitecekler. Cenazesi tıklım tıklım olur sanmıştım, hiç de öyle değildi. Genç mi gitmek gerekir acaba? Ya da çok popüler olmak belki, sık sık görülmek orada burada... Günümüz kültürü çok büyük süratle eritiyor değerleri. Biraz da hastalık çektin de ortamlarda bulunmadın mı, bittin. Valla, bazen kendim için bile düşünüyorum bunu ki hâşâ, kendimi söz ettiğim değerlerle kıyaslamak ne haddime... Ama yine de az buçuk tanıyanım var henüz ya, şimdi ölüversem diyorum pat diye, dolup taşar herhalde cenazem. Sahte bir ölüm denemesi mi yapsam acaba? Böylece ileride (tabii, Allah ömür vermişse) iyice yaşlanıp her şeyden elimi eteğimi çekip de ölürsem şayet, tanıyanım kalmadığı için cenazem kalabalık olmadı diye hayıflanmam.

Bu hafta köşemi Arto Cümbüşyan’a ayırmak istedim. Eşim dostum bilir, siz de bilirsiniz ki kafam bir yere takılınca onu içimden çıkarmadan rahat edemem. Günlerdir anılar kışkırtıyor her yandan, kimi hüzünlendiren, kimi güldüren. Çoğu onun şair kimliğinin dışında, insan tarafı, dost tarafıyla ilgili. Belki de tam eşimin senesine denk gelmesinden böyle hissettim, kim bilir, ama çok paylaşasım var.

Biz öğrencilik yıllarımızda onun, eserlerinde kullandığı Zareh Khrakhuni adını bilir, şiirlerini okurduk, ben de okudum birçok vesileyle, iyi şiir okurdum. Asıl adının Arto Cümbüşyan olduğunu, doğrusu, Arto Berberyan’la evleninceye kadar bilmedim; benim ayıbım. Eşi sevgili Marlen’i de lisedeyken, bizim Fransızca derslerimize, rahmetli Madam Sarafyan’ın derslerine dinleyici olarak katıldığında tanıdım. Çiçeği burnunda gelinmiş daha, o zaman bilmezdik. Bize göre ablaydı, pek muhabbetimiz olmazdı o sıra, sonradan oldu dostluğumuz, öğretmenlik yıllarımda. Şen şakrak, sevecen, şıkır şıkır bir genç kadındı. Sık sık çay toplantılarına giderdik evine, biz genç öğretmenler, yaşça bizden daha büyük olan diğer öğretmen arkadaşlarla.

Sonra çocukları Nora ve Haro öğrencilerim oldular ve eşimle eşi yıllarca birlikte iş yaptılar. Eşim yaptığı tüm işlerde, onun mucizeler dükkânındaki bilumum aydınlatma araçlarını ve birbirinden zevkli aksesuarları kullandı. Her biri değerli ve kimi eski eser olan o aksesuarların çoğunu oyunlarımızda bila bedelkullandık. Sevgili Cümbüşyan hep gizli bir sponsor oldu böyle, ve bununla hiç şişinmedi. Karı koca, hem Arto’nun, hem benim hiçbir oyunumu kaçırmadılar. Benim eşim epey patavatsız, lafını esirgemeyen, arada küfürünü de sakınmayan bir adamdı. Cümbüşyan ise bir zarafet, bir kibarlık timsali, ağırbaşlı mı ağırbaşlı; nasıl anlaşırlardı bilmem. Nasıl da şakalaşır, gülüşürlerdi. Sanırım zekâ, espriyi ve mizahı besliyor. Birbirlerine “Baron Artos” (Arto Beyciğim) demelerine gülerdik Marlen’le.

Onun daima takım elbiseli ve şapkalı hali geliyor mu tanıyanların gözünün önüne? Tahayyül edebiliyor musunuz, yaz günü ceketini arkaya asmış, kısa kollu gömleği ve başında şapkasıyla, büyük bir ustalıkla araba kullanmasını? Ve öndeki arabayı hileyle sollarken, arkaya dönüp kahkahalarla ve Ermenice olarak “Nasıl geçirdim ama” deyişini? Bir ara Kınalı’ya yazlığa gittilerdi. Bir gün Marlen’le iskelede Arto’larımızı bekliyorduk. Hıncahınç bir kalabalık, benimki pek iriyarı sayılmazdı, fark edemem diye duvarın üstüne çıktım. Marlen dedi ki “Benim işim kolay valla, uzaktan bir şapka görmem yeter.” Çok gülmüştük.

O gülmeler hep anı şimdi. Bizim gibileri hep bu güldüren anılar yakar. Daha çok var, ne yazık, yerim dar. Güle güle sevgili Arto Bey, benim Arto’ma selam götür.